Kalpsizlerin dünyasındakalp krizi salgını

KEMAL ÖZER
Abone Ol

Bir yılımızı yiyen ve daha ne kadar belâ edileceği bilinmeyen yaşamakta olduğumuz korona süreci, insanların nelerden korktuğu, zaaflarının ne olduğu ve insanlığın tümünün nasıl aşılanabileceğinin test edildiği büyük bir deney.

  • Dünyanın laboratuvar, insanlığın kobay yapılmaya çalışıldığı bu süreçte insanlar, ‘bu bir gerçek salgındır’ ve ‘bu Atlantikçilerin oyunu’ şeklinde iki bloğa ayrıldı. Farklı nedenlerle olsa da her iki grup da verilerin gerçek olmadığını düşünüyor.

Önceleri dezenfektan ana gündem idiyse de, liderliği maskeye kaptırdı. Maske taktı-takmadı tartışmaları ciddi kamplaşmalara yol açtı. Devletler işini gücünü bırakıp maske avına çıktı. Her yerini açanlar bile yüzlerini maskeleme modasına uydu. Ayrıca maskeler bir kültür ve ideolojik düzey göstergesine dönüştü.

Maske taktı-takmadı tartışmaları ciddi kamplaşmalara yol açtı.

Maske takmayanlar büyük bir suç işliyormuş gibi şiddetli, hatta tehdit ihtiva eden bakış ve sözlere maruz kaldı. Maske felsefesi icat edildi ve buradan hareketle hemen herkes tıp filozofluğuna soyundu. Maske ve fizikî mesafe dayatması, namazını cemaatle eda edenleri bile camilerden soğuttu. Cemaatten bir kişinin maskesi ve özel seccadesi olmadığı gerekçesi ile imam efendi namaz kıldırmaktan imtina eder hâle geldi. Camilerde kavgalar çıktı.

Hâsılı dünya sahnesinde görünmez yönetmenin idaresinde herkese bir rol düştü ve hemen herkes de kendine biçilen rolü başarıyla oynadı. Yapımcı ve yönetmen için filmin gişe hasılatı inanılmaz büyük oldu ve olmaya devam ediyor.

Devletler, şirket ve milletler ise topluca kaybetti.

Bu süreçte bütün dünyada ölümler düştü. Çünkü pek çok kişi korona korkusundan dolayı hastanelere gitmedi, yeni ilaçlara başlamadı. Lakin eski alışkanların, eski yanlışların yol açtığı ölümler sürdü. Özellikle de kalp krizi ve kanserler…

Çünkü ülkemiz özellikle 1930’la başlayıp 1950-1980 arasında, hassaten de İkinci Cihan Harbi sonrasında yayılan, 1980 sonrasında ise hemen her yeri kuşatan sentetik endüstriyel gıdalar ve çevre rejimi sentetik bir hayata yol açtı.

Bu sentetikleşme midelerden beyinlere, sosyal hayattan düşünme biçimine, inançtan sağlığa her yeri istila edip değiştirdi.

‘Zeytinyağlı yiyemem amman basma da fistan giyemem amman’ türü türkülerle iyi ve tabiî olandan, sentetik ve zararlı olana sevk edildi insanlık. Neticesinde buna ne kalp dayanabildi, ne de bedenin başka bir uzvu. Zeytinyağı gitti, Amerika’nın sentetik yağları istila etti her yeri. Ayran ve ballı şerbetlerin yerini, kolalar ve diğer sentetik renklendiricili gazlanmış içecekler aldı. Bir yaşından 90 yaşına kadar herkes kalp sektesine, kansere, diyabete ve diğer rahatsızlıklara yakalandı.

Eski alışkanların, eski yanlışların yol açtığı ölümler sürmeye devam ediyor. Özellikle de kalp krizi ve kanserler…

Bu sayımızda sadece kalp krizinin fotoğrafını çektik. Farklı zamanlar da ise, diğer başlıkları ele alacağız. Çünkü biz geçici hastalık ve numaralarla oyalanırken, pek çoğumuz ayakta ölmeye, acılar içinde kıvranmaya, çocuk sahibi olamama derdiyle yanmaya devam ediyor. Üstelik rakamlar azalmak yerine artarak…

Ayrıca Almanya’dan İsrail’e, BAE’den Amerika’ya, Mısır’dan Libya’ya, gaz meselesinden aşı oyunlarına dek dünyanın dört bir yanından konularla yine dopdolu dosyalarla karşınızdayız. Müstefit olmanızı dilerken, aman çoluk-çocuğunuzu, konu-komşunuzu tabiî malzemelerden yapılmış aşureden mahrum bırakmayın diyoruz.

Vesselam!