Kötülükten hayra hicret

BAĞDAGÜL ÖZ
Abone Ol

Zamane insanının pek çoğu ay/kamerî takvimi ile güneş/şemsî takvimi arasındaki farkı bilmez. Ay takvimi ve güneş takvimi arasındaki farkı bilmeyen kişi; dinden de, iktisattan da, siyasetten de, tarihten de ve ziraattan da habersiz sayılır.

‘Peygamber Efendimiz (a.s.v.) her ayın 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutardı’ denildiğinde, zamane insanı bundan ne anlar? Ağustos ayının mı, muharrem ayının mı? Yahut ne fark eder, ay aydır mı der?

Osmanlı müneccimbaşı takvimlerinden bir sayfa.

Eskiler, ayın 13, 14 ve 15. günlerinde yani ‘dolunayda kız istemez, düğün yapmaz, tarla sürmez, tohum ekmez, bir işe başlanmazdı’ denildiğinde, bu takvim ve aylarda neye tekabül ederdi?

Ay takvimi (kamerî) dediğimiz 355 günlük yıldan, güneş takvimi (şemsî) dediğimiz de ise 365 günlük bir seneden söz ediyoruz. Yani hicri takvim ay, miladi takvim ise güneş takvimidir. Zekât hesabı, oruç, hac gibi ibadetler ay takvimine yani hicri takvime göre yapılır.

Osmanlı hicri takvim ile bir güneş takvimi olan Rumî Takvimi birlikte kullanırdı.

İkisini birlikte kullanmanın dînî, sosyal, siyasî ve iktisadî faydalarından istifade ederdi. Halk da, münevverler de her ikisini de bilir, ona göre davranırdı. Çünkü güneşin hareketleri de, ayın hareketleri de yeryüzünün dengesinde dolayısıyla da insan hayatında değişiklikler meydana getirir. Onlar da bunu bilirdi. Takvimi bilmek ve hayatı ona göre tanzim etmek de hayatı kolaylaştırır ve verimli kılardı. Aksi ise nimetlerden güçlüklere evirirdi.

Bir Ay Doğdu Üstümüze

Hicret, Mekke’deki müşrikî düzenden huzura kavuşmak için Yesrib’e kaçmak değildi. Tarihî hakikatler bundan çok ötesini ortaya koyar. Kişi ne maksatla hicret ederse, onun için ancak o vardır.

Hicret güzergâhını gösteren harita.

Hz. Peygamber (a.s.v.)’ın hicreti, Yesriblileri sevince boğmuş ve Yesrib’in kızları, oğulları, yaşlıları gençleri hep bir ağızdan “Talea’l-bedrü aleynâ min seniyyeti’l-vedâ…” yani “Bir ay doğdu üstümüze, ayrılık tepesinden…” diye nida etmişler, kasideler okumuşlardı.

Onlar gelenin Allah’ın Nebisi olduğunu, Yesrib’i Medineleştireceğini ve Mekke’de doğan İslam güneşinin Medine’den dünyaya yayılacağını çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden bu takvim ve bu başlangıç, hiçbir takvim ve başlangıca benzemezdi.

Yesrib, Medineleşip münevverleşti. Bununla da kalmadı, Mekke’yi de kurtardı şirkten. İslam güneşinin yeryüzüne ulaşması için mallarıyla ve canlarıyla mücadele ettiler. İşte İstanbul’u İslam şehri kılmak ve Fetih Hadis-i Şerifinin övgüsüne mazhar olabilmek için fetih aşkıyla yanan İslam Ordusuna katılıp, burada ahirete irtihal eden Ebû Eyyûp el-Ensârî (r.a.) de o Medineli Ensar’dan biriydi.

Hicri Takvim Hz. Ömer Başlattı

Şifa yolculuğu
Gerçek Hayat

Hz Ömer (r.a.) Efendimiz ise hilafetinde 1 Muharrem’i hicri senenin ilk günü olarak belirleyip, kamerî takvim esasıyla olan ve hicret yılını esas alan hicrî takvimi başlattı. Geçtiğimiz hafta Perşembe günü ise 1 Muharrem’di. Böylece pek çok tarihî hâdisenin de cereyan ettiğine inanılan Muharrem ayına girilmiş oldu. Efendimiz, bu ayın 9 ve 10. yahut 10 ve 11. günlerini oruçlu geçirmeyi tavsiye eder.

Hicretin Veçheleri

Müslümanlar inançlarını yaşamaz, namus ve mallarını koruyamaz duruma düştüklerinde, ya mücadele edecekler, bu da mümkün değilse hicret edebilirler. Bu yüzden hicretin siyasî, sosyal, cihadî, tebliğ gibi veçheleri vardır. Rasülullah’ın davetçileri gibi sonraki dönemlerde de tebliğciler oradan oraya hicret ederek İslam’ı yaymaya çalışmışlardır. Bazen milletler de fetihlerle birlikte topluca hicretler etmişlerdir.

Bugün Anadolu topraklarında yaşayan Türklerin durumu da böyle değil midir?

Hâsılı hicret, kelime mânâsı itibariyle bir yerden bir yere göç etmek ise de Peygamberî mânâda hicret sıradan bir göç hâdisesi değildir. Sıradan göç faaliyetleri de bu yüzden bu mânâda hicret sayılamazlar. Kişinin mal, mülk gayesiyle bir yerden bir yere göçü ancak dünyalık için taşınmadır. Oysa hicrette kurtulma ve kurtarma birlikte yer alır ve Allah’ın rızasına nail olmak arzu edilir.

Bir kadının kendi memleketine taşınması arzusunu yerine getirmek için yapılan taşınması da bir dünyalık için göçten ibarettir.

Müslümanlar inançlarını yaşamaz, namus ve mallarını koruyamaz duruma düştüklerinde, ya mücadele edecekler, bu da mümkün değilse hicret edebilirler.

Eskiden gencecik çocuklar aylarca süren ilim yolcuklarına çıkarlar, kimisi de bir daha geri dönmezdi. Ayrıca ilim erbabı da bu gayeyle yollara revan olur ve durak veya son durağının neresi olacağını kimse bilemezdi. Bedenî ve felsefî ilimler açısından İbn-i Sina, mânevî ilimler açısından Muhyiddin İbn Arabî (r.a.) de bunların en çok bilinenleridir.

  • Şüphesiz ki bir beşer için hicret, arzu edilen bir şey değildir. Ancak şartlar bunu icap ettiriyorsa yapılır. Her hicret, Hz. Peygamber (a.s.v.) Efendimizin hicretinde meydana gelen neticeyi doğuracak değildir. Lakin yine kendi çapında bir hayırlı neticeye vasıl olması icap eder. Sultan Abdülaziz Han Hazretlerinin görevlendirmesi ile Güney Afrika’ya gönderilen Ebubekir Efendi’nin hicreti bugün konuşuluyor ve hâlâ üzerinde mütalaalar yapılıyorsa, bu doğru ve netice elde edilmiş bir hicrettir.

Bilvesile hicri yılbaşımız ve muharrem ayımızı tebrik eder, hayır ve berekete vesile olmasını Cenab-ı Hakk Teâlâ’dan niyaz ederiz. Unutmadan belirtelim ki, hicretin bir mânâsı da kişinin kötü hallerinden iyilik ve hayra yönelmesidir. Bugün hepimizin en elzem hicreti bu olsa gerek!