Mesut Yılmaz için hesap vakti

KEMAL ÖZER
Abone Ol

Önce Devlet bakanı, ardından Turizm, sonra da Dışişleri Bakanlığına getiriliyordu. Turgut Özal’a rağmen ve Özal ailesinin diğer fertlerinin desteği ile ANAP’ın başına geçtiği söylenirdi. Üç kez Başbakanlık koltuğuna oturdu. Koltuğuna gelir gelmez ilk iş, ilgili genel müdürü çağırıp elindeki listede yer alanların görevine son vermek, sonra da emrini yerine getiren genel müdürleri görevden almak olurdu.

İstanbul’un kültür hayatının iki kalbi vardı. Biri Cağaloğlu (özelinde de Üretmen Han), diğeri ise Beyazıt’taki ‘Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı. İstanbul’a gelip bir münevveri, bir kültür adamını arayan kişinin bu iki merkezden birine gitmesi yeterliydi.

Her ikisinin de sahibi öldü. Terakkici bir aileye ait Cağaloğlu’ndaki bu işhanı işlevini neredeyse tamamen kaybetti. Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı ise 2000’lere doğru tahliye edilip, otel ve bankaya dönüştürüldü.

Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı 90’ların o feci günlerinde ülkeyi yönetmeye kalkan kişilerden biri olan Ahmet Mesut Yılmaz ailesine aitti.

O karanlık ve kasvetli günlerde Özal’ın koltuğuna oturan ve kimsenin daha önce pek bilmediği kişiydi Yılmaz. Aydın Doğan tarafından 1997’de pijama ile karşılanması alay konusu olmuştu. O, hep görev bekledi. Özal hariç, görev veren herkese ‘selam’ durdu. İki cümleyi bir araya getiremeyen, iki cümlesi arasına reklam alınması için dalga geçilen, bir otel lobisinde yumruk yiyerek burnu kırılan Başbakan olarak geçti tarihe.

Önce Devlet bakanı, ardından Turizm, sonra da Dışişleri Bakanlığına getiriliyordu. Turgut Özal’a rağmen ve Özal ailesinin diğer fertlerinin desteği ile ANAP’ın başına geçtiği söylenirdi.

Keşke sadece bu kadarla kalsaydı. Özal’ın ANAP’ının kurucuları arasındaydı, genel başkan yardımcısı olmuş, ardından Rize’den mebus yapılmıştı.

  • Önce Devlet bakanı, ardından Turizm, sonra da Dışişleri Bakanlığına getiriliyordu. Turgut Özal’a rağmen ve Özal ailesinin diğer fertlerinin desteği ile ANAP’ın başına geçtiği söylenirdi. Üç kez Başbakanlık koltuğuna oturdu. Koltuğuna gelir gelmez ilk iş, ilgili genel müdürü çağırıp elindeki listede yer alanların görevine son vermek, sonra da emrini yerine getiren genel müdürleri görevden almak olurdu.

İslam şeriatına karşıydı

Asaf Savaş Akat, “Mesut Yılmaz şeriatçıdır dememiz mümkün değildir” demişti ve doğruydu. Aksine İslam Şeriatına karşıydı.

Yılmaz, 28 Şubat’ın en hareketli günlerinde “siyasi hayatıma mâl olsa da bu kanunu çıkartacağım” diyordu. Dediği kanun, İmam Hatipler ve Kur’an Kurslarının kapatılmasıyla ilgiliydi. Bununla kalmayıp, bizim gibi İmam Hatiplilere TBMM kürsüsünden “yarasa” diye hakaret ediyordu.

Yılmaz, 28 Şubat’ın en hareketli günlerinde “siyasi hayatıma mâl olsa da bu kanunu çıkartacağım” diyordu.

Onun hakkında davalar açmış ve devrin hâkimleri onu haklı bulduğu için bu hakaret yetmezmiş gibi bir de dava masrafları ve Yılmaz’ın avukatının ücretini ödemek kalmıştı bize.

Çünkü, zamanın Müslümanları 28 Şubat’ın zulmünden korkmuş ve adliyelerin önünden hak aramak için bile geçmekten imtina eder olmuştu. Dâvâ açanlar bir elin parmaklarını geçmiyor, hâkim ise bize “Bir milyon kişiyiz diyorsunuz, ama üç kişi dava açıyorsunuz, bizim de çoluk çocuğumuz var” demekteydi.

Ülkeyi Demirel, Erdal İnönü, Mesut Yılmaz ve askerler idare ediyordu veya öyle gözükmekteydi. Askerler kurşuna diziliyor, oteller ateşe veriliyor, devletin başı zehirleniyor, emniyet müdürleri yaylım ateşe tutuluyor, jandarma genel komutanın helikopteri düşürülüyor, pek çok gazeteci, işadamı ve daha niceleri suikasta maruz bırakılıyor, ağzını açan önce karakollara, sonra DGM’lere çekilip hayatı zindan ediliyor, partiler kapatılıyor, bankalar hortumlanıyordu. FETÖ ise devletin en ücra köşelerine yerleşmeye devam ediyordu.

Hâsılı hepsinin eli devletin ve milletin cebindeydi ve de hepsinin amacı, Müslümanları sindirmek ve ülkeyi soymaktı.

Yahudi Rıfat Bali “Musa’nın evlatları” adlı kitabında şunları yazar: “Laik ve liberal kesimi temsil eden Mesut Yılmaz'a, ADL tarafından 17 Aralık 1997 tarihinde Washington'da, Türkiye Yahudi cemaatinin yöneticilerinin de hazır bulundukları bir törende, "seçkin devlet adamı" ödülü verildi. Ödül töreni sırasında bir konuşma yapan ADL Ulusal Direktörü Abraham H. Foxman, "öğrenim çağındaki öğrencileri ve yurttaşları soykırım konusunda eğitmelerini Türkiye'den ısrarla istedik" dedi...”

Peki, kimdi bu Mesut Yılmaz?

Yılmaz ailesinin kim olduğu bugüne kadar yüksek sesle pek konuşulmadı.

Yılmaz, 6 Kasım 1947 tarihinde İstanbul'da doğmuştu. Avusturya ve İstanbul Erkek Liselerinde, ardından Ankara Üniversitesinde İktisat Bölümü'nde okudu. Almanya'nın Köln Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. ANAP’ın kurucusu olana dek ise kimsenin tanımadığı sıradan bir özel sektör çalışanıydı. Özal’ın ilk kabinesinde yer alması bizzat Kenan Evren tarafından dayatılmıştı.

Yılmaz, 6 Kasım 1947 tarihinde İstanbul'da doğmuştu. Avusturya ve İstanbul Erkek Liselerinde, ardından Ankara Üniversitesinde İktisat Bölümü'nde okudu. Almanya'nın Köln Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı.

Peki, sahi kimdi bu Yılmaz’lar?

Tayfun Er, ‘Erguvaniler’ adlı eserinde şöyle yazıyor: “Nigâr binti Osman… Mutsuz şaire Nigar Hanım, başarısız olan 1848 devrimleri sonrası Osmanlıya sığınan -gerçek ismiyle Adolf Farkaş- sonradan aldığı ismiyle, Macar Osman Paşa’nın kızıdır. Nigar Hanım’ın tanımıyla bir ehl-i seyfü kalem olan Adolf Farkaş, ihtida ettikten sonra Osman Nihali ismini alır.

  • İhtida edenlere erkekse mühtedi, kadınsa mühtediye deniyor. Mesut Yılmaz’ın babaannesinin nüfus kâğıdında ilk isim olarak ‘Mühtediye’ yazmasının nedeni budur.”

Süleyman Yeşilyurt ise şöyle yazmaktadır: “Eski Başbakanlardan (48-53-55. dönem) Mesut Yılmaz'ın dedesi Vassapların Ahmet Efendi, doğum yeri Çayeli'nde zor şartlarda yaşadığı için para kazanmak gayesiyle Rusya'ya gider. Genellikle Türklerin ve Kırım Tatarlarının yoğun olduğu bölgeye geçerek, burada çıraklıktan ustalığa kadar fırıncılık yapmaya başlamış. Çalıştığı fırında ustalaşan Ahmet, her sabah ekmek almaya gelen kendisinden on yaş küçük Yahudi kızı Sonya'yı gözüne kestirir.

Bazı kaynaklarda bu hanımefendiye Ermeni denilse de tamamıyla âfâkî olan iddialar kesinlikle doğru değildir. Tarihi kaynakları dikkatle incelediğimizde Nadya, Sara, Lida ve Sonya gibi isimleri, genellikle o yılların Rus Yahudilerinde görürüz. Kaldı ki, Ermeni bayanlar Şuşan, Hermine, Clara ve Meri gibi isimler taşımaktaydılar.

  • Takriben sekiz yıl kadar Kırım 'da çalışan Vassapların Ahmet, yeterli kazancı sağladıktan sonra Sonya ile birlikte Türkiye'ye gelerek, Çayeli'nin Cimil Köyüne yerleşir. Daha sonraları "Ayşe" adını alır.

Yahudi kökenli olan Sonya’nın (Hristiyan ve Musevi dönmelerin kolayca anlaşılmaları için) Çayeli nüfus idaresindeki kaydına "Mühtediye" diye şerh konulacaktır.”

İşte orada yazan “Muhtediye”nin nedeni budur.

Yeşilyurt’tan okumaya devam edelim: “Çayeli'ndeki fırıncılık işlerinden yeterli verimi alamayan genç evli çiftler, birkaç yıl kadar burada kaldıktan sonra İstanbul' a gitmeye karar verirler. Karaköy'deki Tatlıcılar Han'ın yanındaki fırını kiralayarak ekmek, kuru pasta, börek, çörek yaparak satmaya başlarlar.

Kiraladıkları iş yerinin sahibi, Sonya Hanım gibi Yahudi asıllı olması nedeniyle kiracılarından yüksek paralar almaz. Ünlü soprano Leyla Gencer'in dedesi olan bu zatın fırınında on yıldan fazla kalan Ahmet Bey ile Ayşe Hanım zengin denilebilecek bir konuma gelmişlerdi. Bu arada sırasıyla Havva, Zeliha, Yusuf İzzet (Akçal), Hüseyin (Yılmaz) ve Hasan (Yılmaz) adında beş çocukları olmuştu.

Bu çocuklardan üçüncüsü olan Yusuf (Yosef) İzzet'e, Sonya Hanım'ın Kırım'da ölen babasının adı verilmişti. En küçük erkek evlatları Hasan Yılmaz ise Mesut ve Turgut Yılmaz'ın babaları. Yusuf İzzet Akçal'a gelince, Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde hâkimlik yaptıktan sonra, Demokrat Parti'den politikaya atılarak Adnan Menderes kabinesinde Devlet Bakanlığına getirilir. Mesut Yılmaz'ı Sabetaycılıkla suçlayamayız. Çünkü babaannesi Sonya Hanım'ın Rus Yahudi’si olması Yılmaz'ın tercihi değildir.

Ne var ki, Medeni Kanunun çıkmasıyla birlikte Sonya Hanım'ın nüfusundan "Mühtediye" kaydı düşer.

Mesut Yılmaz'ın annesi ise Saraybosna muhacirlerinden Raşit Özbarlas'ın kızı Güzide Hanım'dır. Bu evlilikten Mesut, Turgut ve Nilüfer Yılmaz kardeşler dünyaya gelmiştir. Mesut Yılmaz'ın babaannesi Sonya Hanım ve anne tarafına yeterince açıklık getirdikten sonra, çıktığı her platformda "Ben hakiki Rizeliyim" demesine katılmamız söz konusu olamaz. Çünkü kendisi İstanbul doğumlu, babaannesi Kırımlı bir Yahudi, anne efradı Saraybosnalı olduğuna göre, bu çok bilinmeyenli denklemin cevabını Mesut Bey'in vermesi gerekir…”

‘Selanik kökenliyiz’

Mesut Yılmaz'ın kuzeni Mehmet Kutman, İsrail’in en zengin işadamlarından Sami Ofer'in ortağıdır. Soner Yalçın ise kitabında, Kutman’ın 24 Temmuz 2004’de CNN Türk'te babasının Karadenizli, Selanik kökenli olduğunu söylediğini yazıyor. Sabetayist okulu olduğu iddia edilen Şişli Terakki mezunu Berna (Müren) Yılmaz'ın anne tarafı da Selanikliydi.

Ahmet Mesut Yılmaz annesi Güzide ve babası Hasan Yılmaz ile birlikte

Yılmaz, Özal ile Dalan kapışmasında Dalan’ı tercih etmişti. Çünkü Özal, mason değildi.

Almanya’da masonluğa intisap eden Yılmaz ile ilgili Büyük Kulüp de bir başsağlığı yayınladı. Bu ilandan da Büyük Kulübün divan üyesi olduğunu öğreniyoruz.

Büyük Kulüp de kim diye sormazsınız her halde…

15 Temmuz ve Yılmaz

15 Temmuz ile CIA’in ilişkisi sorulduğunda Mesut Yılmaz şöyle diyecekti: ABD'de bir yetkiliye, darbe girişiminin arkasında CIA'in olup olmadığını sordum. “Eğer öyle olsaydı başarısız olmazdı” dedi.

Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birinde görev alan Yılmaz’ın ailesindeki karışıklık, Cumhuriyet devrindeki pek çok idareciden pek de farklı değil.

“Neden böylesi bir uluslararası proje için daha önce yurtdışıyla pek de bağlantısı olmayan bir vaizi tercih etmiş olabilirler? Gülen teşkilatına yüklenen uluslararası misyon nedir” diye sorulan Yılmaz; "O hikâyenin bütün detaylarına vakıf değiliz. Onlar bunu sıfırdan mı alıp eğittiler, yoksa gücünü gördükten sonra üstüne mi oturdular, bunları daha bilmiyoruz. Ama benim iddiam, bunların arkasında yabancı odaklar var. Bu ABD demek değildir" diyor.

  • Yılmaz bu gerçekleri bilmiyor muydu? Elbette tüm detaylarını bal gibi biliyordu ama bu hususta da kaçak güreşmeyi tercih etti.

Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birinde görev alan Yılmaz’ın ailesindeki karışıklık, Cumhuriyet devrindeki pek çok idareciden pek de farklı değil. Ailenin önemli kısmı Yahudi ve/veya Sabetayist. En azından millî değildi.

Kabir hayatı başlayan Yılmaz’a hakkımızı helâl eder miyiz? Bunu hiç kimse beklemez her halde!