Montrö mü Lozan mı?

D. MEHMET DOĞAN
Abone Ol

İdrak fukaralığı, basiret kıtlığı Türkiye’de öğretim sisteminin en tabiî bir sonucu. Sen nesiller boyu inkılâp tarihinden başka tarih okutmazsan, sonuç bu olur. Diyeceksiniz ki, Türk tarihi de okutuluyor. Bu tarih öğretimi dahi geniş ölçüde inkılâp tarihi mantığına göre yapılıyor. Neticede, bütün Osmanlı tarihi Osmanlı Devleti’nin yıkılması esasına göre bir seyir takip ediyor. Okuyanlar tıpkı düşmanlarımız gibi “iyi ki bu devlet yıkıldı, oh be!” diyorlar.

Cumhuriyet’in mağlubiyet ideolojisi bize mağlubiyetleri zafer gibi sunma esasına göre tanzim edilmiştir. Bu ideolojinin temelinde Sevr’in ne kadar yıkıcı, Lozan’ın ne kadar kurtarıcı bir anlaşma olduğu fikri vardır. Lozan’ın tadil edilmiş Sevr olduğu üzerinde durulmamıştır. Sevr ki, Yunanistan hariç hiçbir devlet tarafından tasdik edilmemiştir. İnkılâp tarihi kitapları Osmanlı padişahının Sevr’i tasdik ettiği yalanını yayar. Lozanizm, kemalizmin bir alt ideolojisidir. İdeolojiler 20. yüzyılda dinin yerine geçirilmiştir. Lozan’a inanırsanız, onu tartışmaz ve tartışanları da hain ilan edersiniz.

Böyle lozanistlerin son kalesi askeriye olmuştur. Son yıllarda ciddi değişim emareleri var. Çünkü asker bilhassa 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kendine bir çeki düzen verdi. Lozan elbette tarihî bir belge olarak orada duruyor, ama Türkiye askerî bakımdan Lozan’la çizilen çerçeveye sığmayacak işler yapıyor.

Montrö Anlaşması

Türkiye’nin Suriye’deki, Irak’taki askerî varlığını Lozan’la izah etmek mümkün değildir. Ya Libya? Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği destek? Somali’de, Katar’da askerî üs kurmak?

Türkiye Lozan’la içine gömülmüş bir ülke haline getirilmiştir. Lozan’da çerçeve dünya sistemi içinde bir ağırlığı, rolü olmayacak şekilde çizilmiştir.

Yakın şark işleri konferansı

Bu Lozanistlerden birine sormuştum: “Lozan muhteşem bir zaferse, Montrö neyin nesi?” Adamın Lozan’dan haberi yok, sadece bildiği “Lozan müthiştir!”den ibaret. Tabiî Montrö de “müthiş” ama Lozan başka!

Ona, bize “Lozan Konferansı” diye okutulan şeyin aslında “Yakın Şark İşler Konferansı” olduğunu söylediğimde ağzından köpükler saçarak yanımdan uzaklaştı. Evet, Yakın Şark İşleri Konferansı, İngilizcesini yazalım: Conference on Near Eastern Affairs.

Türk heyeti, isme itiraz etti. İlk reddi isimden aldı!

Lozan bu haliyle o zamanın Meclis’inde ciddi tenkitlere maruz kaldı. Hatta bu anlaşmanın bize tam istiklâl tanımadığı dahi söylendi. Bugün lozanistlerin bu eleştirilerden de haberleri yoktur.

Ancak şu söylenebilir: “O günkü şartlarda böyle bir anlaşmaya razı olmak zorundaydık.” Elbette bu da tartışılabilir. Fakat en makul savunma budur!

  • Misak-ı Milli’yi tam sağlayamamışsın, yani sınırlarını istediğin gibi çizememişsin. Altı asırlık devletinin hukukundan vazgeçmişsin. Sana güvenen mazlumları yarı yolda bırakmışsın… Manevî hayatına, kültürüne, diline ağır darbeler indirmişsin…

Tamam, “önce kendimizi kurtaralım” denilmiş olabilir. Hiçbir kendini kurtarma, tek başına mümkün değildir!

Lozan nas değildir

Lozan nas değildir, Lozan tabu değildir. Değiştirilebilir, nitekim değiştirilmiştir. Hem de birçok defa değiştirilmiş veya yok sayılmıştır.

Montrö bu tür değiştirmelerin önemli bir noktasında durur. Lozanist zihin, Montrö’nün Lozan’ın nasıl berbat bir andlaşma olduğunu ortaya koyduğunun farkında bile değildir.

Gazetelerimiz 21 Temmuz 1936’da nasıl manşet attılar biliyor musunuz? “13 yıllık hasret bitti, ordumuz Boğazlara girdi!” Hatta bazıları “işgal etti” dediler. Kendi toprağını işgal eden bir ordu! Pes!

  • Demek ki neymiş, Lozan’a göre, Boğazların kontrolü bizde değilmiş! Bunun sonucu nedir? Türkiye, Çanakkale zaferini 13 yıl kutlayamadı! Türkiye askerî şehidliklerini düzenleyemedi. Oysa bu yıllar boyunca İngiliz’i, Fransız’ı Çanakkale’de şehidliklerini tanzim etmiş, her yıl sürekli törenler düzenlemiş!

Bu ezikliği Hüseyin Nihal (Atsız) ifşa edince, Edebiyat fakültesindeki asistanlığından olmuş, kütüphane memurluğuna gönderilmiştir!

Lozan’dan Montrö’ye ne kadar zamanda vardık? Montrö de Lozan gibi İsviçre’de bir kasaba. Bu iki yer arasındaki mesafe 24 kilometre imiş. Bu yolu biz 13 yılda kat etmişiz!

“Adolf Hitler haklıdır, emrivaki tatlıdır!”

“Adolf Hitler haklıdır, emrivaki tatlıdır!” O zamanın gazetelerinde yer alan bir manşettir bu!

1930’lu yıllarda ortaya çıkan değişim ve Türkiye’nin Boğazlar meselesini gündeme getirmesi ancak Hitler’in yükselişi ile açıklanabilir. 1930’ların dünyası 1920’lere göre ciddi şekilde farklılaşmıştır. Birinci Dünya harbinin mağlubu Almanya, 1933’te Hitler’in iktidara gelmesinden sonra dünya siyasetine dönüş yapmıştır. Bu gelişme bilhassa Fransa’da tedirginlik doğurmuştur. Bize Lozan’ı dayatan dünya hâkimi İngiltere bocalamaya başlamıştır.

  • İşte 23 Haziran 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesinden bir haber: “Almanya hazırlanıyor, ayda 200 top yapıyor. Bir iki sene içinde 300 fırkalık (tümenlik), 3000 tanklı ve 6000 tayyareli korkunç bir ordu vücude getirecektir.”

Tümen, Türkçede bin (1000) demek. Fakat askerî tümenlerin 10 ila 20 bin arasında olduğu biliniyor. Varın hesaplayın ordunun cesametini!

Başka bir haber başlığı: “Fransız Alman gerginliği. Almanya iki günde Belçika’yı geçebilir.” (Cumhuriyet, 25.6.1936)

Tümen, Türkçede bin (1000) demek. Fakat askerî tümenlerin 10 ila 20 bin arasında olduğu biliniyor. Varın hesaplayın ordunun cesametini!

İşte bu yeni şartların farkında olan Mustafa Kemal, muhtemelen İngilizlerin de dolaylı tasvibi ile –Musul’daki olumsuz durumu dikkate alarak- harekete geçmiş ve böylece yaklaşan 2. Dünya harbinin gölgesinde sonuca ulaşılmıştır. Bu değişikliklerde, İsmet Paşa’nın inisiyatifinin olmadığı bilinmektedir. Bu sonuca bakarak, 2. Dünya Harbine gidişi iyi değerlendiren bir Mustafa Kemal’in Lozan’da daha ciddi tadilat yapacak bir siyaset takip edebileceği söylenebilir.

Nitekim Hatay meselesi de hemen Montrö’nün akabinde ortaya atılmıştır. Almanya’nın işgal tehdidi altındaki Fransa bu meseleyi lehimize çözmekten başka çare bulamamıştır.

Boğazlar, Hatay sadece bunlar mı Lozan’ı ihlal etti? Kıbrıs meselesini nereye koyacağız?

Lozan’ı kutsî bir metin olarak dayatan İnönü’dür!

Dedik ki: İsmet Paşa’nın Montrö’de rolü yok. O yılların yarı resmi Ulus gazetesinden bunu takip edebiliriz.

Ergenekon zanlısı Profesörün sözleri:M. Kemal’in ‘hayalet’ askerleri mi, derin devlet itirafı mı, mafya mı?
Gerçek Hayat

Montrö’nün yıldönümüne 1937’de geniş yer veriliyor. 1938’de, o aylar Atatürk’ün ağır hastalığına rastlıyor: Montrö’nün yıldönümü anılmıyor! İnönü’nün cumhurbaşkanlığından sonra 1939’da yine yok!

Ya Lozan?

1936’da Montrö Sözleşmesi’nin imzalanmasından birkaç gün sonra, Lozan’ın yıldönümünde, 24 Temmuz 1936’da Ulus’ta “Halkevinde Lozan günü” tek sütuna 10 satırlık haber. “İnönü’nün hediye ettiği fotoğrafı Halkevi’nde yerine asılacak!”

Lozan kutlamalarına 1939’da dönülüyor: 24 Temmuzda bütün birinci sayfa Lozan’la ve Hatay’ın ilhakı ile dolu: “Lozan zaferinin 16. Yılında bütün yurt Hatay zaferini heyecanla kutluyor” manşet.

Mustafa Kemal, Montrö’den sonra Lozan’ı silmiştir. Onu bize yeniden kutsî bir metin olarak dayatan İnönü’dür!