Morca'nın hazinesi ve gizemli Amerikalı

ALİ ŞENEL
Abone Ol

Mikrobiyoloji uzmanlarına göre ülkelerin sahip olduğu biyolojik çeşitlilik; bitki ve hayvan türleri de altın, petrol gibi zenginliklerden bile kıymetli. Ülkemizden son 2-3 yüzyıldır çıkarılan biyolojik kaynaklarımız, türlerimiz bizlere çok daha pahalı olarak geriye dönüyor.

Dünyada belli aralıklarla yeni grip salgınları şayiası çıkıyor. Bunların sonuncusu Kovid-19 sürecinde milyonlarca kişinin öldüğü açıklandı. İnsanlık tarihinin en karanlık süreçlerinden birinden geçildi. Bizim ülkemiz de dâhil dünyadaki ekseri ülkeyi tıpçılardan oluşan kurullar yönetti, açıkladıkları kararlar kanun hükmünde uygulandı. İlaç sektörü temsilcileri de kurtarıcı edasıyla ortalıkta dolaştı, başköşeye oturdu. Zaten milyarlarca dolarlık ekonomik güçlerini katlayıp üstüne bir de siyasi güç edindiler. Hâlbuki tam tersi olması gerekiyordu. Çünkü onlarca yıldır geliştirdikleri hiçbir ilaç derde derman olmuyordu.

Gribin hiçbir türünü iyileştirmeyen ilaçları bitince, ne idüğü belirsiz çeşit çeşit kimyasalları geniş kitleler üzerinde denemeye başladılar. Koronavirüs tedavisi için mucize olarak lanse ettikleri mRNA aşısını piyasaya sürdüler. Büyük tartışmalara rağmen insanlara bunu dayattılar. Aşı olmayanlara ‘hayvan muamelesi’ yaptılar. O günlerde büyük erdem olarak aksettirilen bu aşıdan olanlardan şu an pişman olmayan yok gibi… Çevresinde aşıdan sonra ölümcül hastalıklara yakalanan veya ölmeyen çok az kişi var. Ancak yakın bir gelecekte yine benzer bir salgın palavrasıyla karşılaşacağımız kesin. Çünkü mRNA aşısını bulan kişilere Nobel ödülü verdiler.

İlaç sektörü neyin peşinde?

İlaç sektörünün en büyük silahlarından biri de antibiyotikler. Günümüzde antibiyotikler yosun, mantar, maya ve küf gibi canlılardan çeşitli mikroorganizmalar aracılığı ile kimyevî ya da biyosentez yoluyla elde ediliyor. Genel olarak bakterilerin neden olduğu hastalıkların, kanser ve mantar enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılıyor. Ancak uzun zamandır insan vücudunun mevcut antibiyotiklere bağışıklık kazandığı bilinen bir gerçek. İşte kanın tadını alan bir köpekbalığına dönen ilaç sektörü kendilerine olan güveni tazelemek için yeni medikal mucizeler peşinde.

Mark Dickey’in nişanlısı olarak kendini tanıttığı Jessica ve reşit olmayan iki kızla mağaraya girmeden önce çektiği fotoğraf. Anadolu Ajansı’nda yer alan haberde biri 14, diğeri 16 yaşındaki iki kızın vesayetleri Dickey’de deniyor. Velayetle vesayeti birbirine karıştırmayacak kadar yetkin olan habercilerin ne demek istediğini de anlamadık.

İkinci rahip Brunson vakası

Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz Ağustos ayında, basında mağaracı, dağcı, bilim insanı, kurtarma eğitmeni gibi her seferinde farklı unvanlarla tanıtılan Mark Dickey isimli Amerikalı, Mersin'deki Morca mağarasına girmiş, 1040 metre derinlikte mide kanaması geçirmişti. İşte filmleri aratmayacak olaylar ve karanlıkta kalan bazı gelişmeler de ondan sonra yaşanmıştı.

Dickey’in mağarada mide kanaması geçirdiği haberi duyulunca ABD, resmen teyakkuza geçti. Dickey’i aynen Rahip Brunson’a yaptığı gibi "önemli kişi" statüsüne aldı. Sanki Türkiye, mağaradaki bir adamı kurtaramayacakmış gibi Avrupa'yı ayağa kaldırdı. Çeşitli ülkelerden 200’e yakın dağcı, arama kurtarmacıyı Türkiye’ye yönlendirdi. Günler süren ve Amerikan televizyonlarında çoğunlukla birinci veya ikinci haber olarak verilen kurtarma operasyonu sırasında sedye rahatça geçsin diye milyonlarca yıldır el değmeyen Morca mağarasını bile genişlettiler.

- İlk müdahalelerin ve hazırlıkların ardından Bulgarlar 1040 metreden aldıkları Dickey’i sedye ile 900 metreye getirdi.

- Dickey’i devralan İtalyanlar 700 metreye taşıdı. 700 metrede mola verildi.

- Molanın ardından bu kez Hırvatlar Dickey’i 500 metreye getirdi. Dickey, geceyi burada geçirdi.

- Ertesi günkü operasyonda Dickey’i sırasıyla Polonyalı ve Macar ekipler taşıdı.

- Türk ekibi de yüzeye çıkan Dickey’i 'Sıfır metreye hoş geldin' pankartı ile karşılayıp, aldı hastaneye götürdü.

Ölümle burun buruna 11 gün geçiren Amerikalı Mark Dickey’in yüzeye çıktıktan sonraki ilk lafı “İyileşince gelip bir daha bu mağaraya inip keşfi tamamlayacağım” oldu.

Mark Dickey hakkında belli zümredeki insanlara has şekilde bilinen neredeyse hiçbir şey yok.

Dickey iyileşip hastaneden çıkınca, ABD büyükelçisi kurtarılması şerefine bir resepsiyon bile verdi. Ancak o günlerde hiç kimsenin aklına gelmeyen bazı sorular, günler sonra sorulmaya başlandı. İyi ama bu Mark Dickey kimdi ve Morca mağarasında ne işi vardı?

Mağara Fatih'i Mark

Mark Dickey hakkında belli zümredeki insanlara has şekilde bilinen neredeyse hiçbir şey yok. İnternette Pencap’ta yaşadığını belirten ve Hintli olduğunu anladığımız birinin oluşturduğu ama başka herhangi bir yerde olmayan bir biyografi ve hayat hikâyesi var. Ona göre Dickey, 15 Haziran 1983’te New York’ta doğmuş. Mağaracılığa 16 yaşında heves etmiş. New York’taki Cornell Üniversitesinde Jeoloji okumuş, İngiltere’deki Bristol Üniversitesi’nde mağara bilimi üzerine yüksek lisans yapmış. Dickey, mağara hidrolojisi, jeomorfoloji, iklim değişikliği, mikrobiyoloji ve astrobiyoloji üzerine çalışmış, kitap ve makaleler yazmış. Bir yandan da Gürcistan’daki Krubera Mağarası, Vietnam’daki Son Doong Mağarası, Meksika’daki Sistema Huautla ve Fransa’daki Gouffre Berger mağaralarında keşifler yapmış. Mağarada yanında olan sevgilisi Jessica van Ord, Google’da parlak bir yazılım mühendisiyken istifa edip, mağara mikrobiyolojisi okumak için yeniden üniversiteye kaydolmuş. Yüksek lisans yapıp mezun olmuş.

  • Morca'da ne bulundu?
  • Yani iki ismin de ortak noktası mağaralar ve mikrobiyoloji... Şimdi bu bilgileri cebimize atarak, Morca mağarasında 10 yıldır keşif çalışmalarını yürüten Anadolu Speleoloji (Mağara bilimi) Grubu ASPEG'in lideri Ender Usuloğlu’na kulak verelim:
  • "Toplamda 10 yıldır bu çalışma devam ediyor. Ben organize ettim hepsini. Ekibin lideriyim. Morca Mağarası'nda iki yönlü bir araştırma var. Bunun bir tanesi sportif. Sportiften kastım, bu mağara nereye kadar iniyor, su kaynakları nereden nasıl besleniyor. Onları öğrenmek. Bir de bilimsel kısmı var. Oradaki jeolojinin, jeomorfolojinin yapısını biraz öğrenmek. Artı orada, çok derinlerde insan eli değmediği için değişik bakteri türleri var. Keşfedilmemiş. Ona göre bir antibiyotik çalışması belki olur diye numuneler aldık."
  • İşte dananın kuyruğu son cümlede kopuyor. Gerçekten de Morca mağarasında kısa süre önce insanlığın daha önce tanımadığı canlı türü ve bakteriler bulundu. Öyle ki bu mikroorganizmaları değişik alanlarda kullanıp milyarlarca, trilyonlarca liralık değere dönüştürmek mümkün.

Altından değerli

Mikrobiyoloji uzmanlarına göre ülkelerin sahip olduğu biyolojik çeşitlilik; bitki ve hayvan türleri de altın, petrol gibi zenginliklerden bile kıymetli. Ülkemizden son 2-3 yüzyıldır çıkarılan biyolojik kaynaklarımız, türlerimiz bizlere çok daha pahalı olarak geriye dönüyor.

Öyleyse valilik açıklamasından öğrendiğimize göre (herhangi bir yerden izin almasına gerek olmayan!) bu Amerikalı bu mağaraya niye girdi? Onu da kendisinden öğreniyoruz:

“Bu mağara keşfinin yapılmasının en önemli sebebi bilim. Çünkü mağaralar insanların girmediği, insanların ulaşmadığı yerlerdir. Dolayısıyla oradan alınan örnekler, orada yaşayan canlılar bilim için çok önemli bir keşif oluyor. Aldığımız örneklerin bilime faydası oluyor."

Uyuyanlara duyurulur!