Ölmez ağacı öldürmeye kalkmak

BAĞDAGÜL ÖZ
Abone Ol

Zeytin ağacına ‘ölmez ağaç’ derler. Şüphesiz ki, ölmeyen ve ölmeyecek olan sadece Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleridir. Zeytin ağacı da ölür, amma diğer ağaçlara ve canlılara benzemez. Çünkü o, bir el gelip musallat olmazsa 3-5 bin yıl yaşayabilir.

Anadolu topraklarında birkaç bin yıl yaşında ağaçlar var ve hâlâ ilk günkü gibi meyve vermeye devam ediyorlar. Şimdilerde bu ihtiyar delikanlıların sayısı kaçtır bilmeyiz. Lâkin 1950’lere dek sayıları çoktu. Ege, Marmara, Akdeniz kıyı ve içleri onlarla doluydu. İstanbul’da Zeytinburnu ve çevresi, Sultanbeyli, Pendik, Kartal gibi ilçeler hep zeytinlikti. Daha memleketin bilmem ne kadar yeri.

Amma artık değil, her şeyi berbat ve harap eden insanın eli ona da değdi ve değmeye devam ediyor. 2020 yılında neşrettiği iki sayısında Gerçek Hayat Dergisi; zeytin, zeytin yaprağı ve zeytin ağacı hususunda hepimizi bilgilendirmişti. Müstefit olduk olmasına da herkes nasibdâr olamıyor ki…

Şimdilerde de zeytinliklerin maden ocağı olması, sanayi bilmem nesine dönüşmesinin yolları açılıyor. Üstelik yağ diye millet; Rus’un, Ukrayna’nın ‘ayçiçek yağı’na saldırtılırken.

1950’li yıllarda ABD ve İspanya, Türkiye’ye korkunç bir tuzak kurar. Büyük bedellerle zeytin ağacından elde edilmiş kömür isterler. Ahmaklık bu ya gözü dönmüş yönetim, birkaç bin asırlık on binlerce zeytin ağaçlarını kestirip kömür yaptırır. İhraç eder, parasını alır.

Kim ki ölmez ağaca kıyar, kim ki memleketin, toplumun kötü enerjisini emen çınarları binbir bahaneyle keserse orada huzur da kalmaz, bereket de…

Bunun üzerine millet; yağsız, zeytinsiz, ilaçsız, şifasız kalır. Ardından ABD’nin margarinleri, soya yağı, mısırözü yağları ve süt(!) tozları bedavaya dağıtılır. Halka bedavaya dağıtılan bu zehirlerin bedeli; siyaseten, iktisaden ve sağlık olarak ödenecektir ve ödenir. Bu ödeme bitmez, halen devam etmektedir.

Peki, ne zaman biter? Biz akıllanınca, özümüze dönünce, kendimize gelince… Zeytin ağacını düşman değil dost belleyince... Zeytinyağını Batı’ya ucuza verip, onların sözde yağlarını almak ve kullanmaktan vazgeçince…

Özümüze ne vakit döneceğiz? İktidarı, muhalefeti ile zeytinlikleri yok edip mesken, villa, saray yavrusu yaptığımız, ‘maden ocağı’ açıp sonra yerine yeni ağaçlar dikeceğiz numarasıyla, turizm geliri safsatasıyla, şu veya bu nedenle devam ettiğimiz sürece özümüze nasıl dönecek, kendimize nasıl geleceğiz?

Bir Yunanlının onda biri kadar zeytinyağı yiyen, İspanya’nın altıda biri, Tunus’tan bile düşük miktarda zeytinyağı üreten Türkiye’nin zeytin ağacına kıymet verdiğini düşünen varsa, ne olur saflık etme deriz. Manzara ortada iken kendimizi kandırmanın ne âlemi var!

Kim ki ölmez ağaca kıyar, kim ki memleketin, toplumun kötü enerjisini emen çınarları binbir bahaneyle keserse orada huzur da kalmaz, bereket de…

Bir kelam da memleketin çevreci geçinen özde kapitalist tatlısu solcularına gelsin. Ekrem’iniz 112 adet asırlık çınar ağacına kıydı, sesiniz çıkmadı. Sizin zihniyetten kıyanlara kıyak geçerken, başkasına ses çıkarma hakkınız olmaz. Çıkarsanız bile size herkes yalancı çoban muamelesi yapar. Ya adam olup samimi davranın yâhut susun adam sanalım!

GDO'un adını değiştiriyorlar

Hikâyesi bir asrı geçen genetik müdahale oyunlarında şeytânîler çok başarılılar. Çünkü içimizde ve dışımızda kendileri gibi düşünen milyonlar yetiştirdiler.

Yapılanın yaratılışa müdahale olduğunu göremeyecek kadar körleşmiş bir mühendis, bürokrat ve siyasetçi tayfası var. Bunlara ne desen boş. Ne dinden haberdarlar ne de haberdar olmadıklarının farkındalar.

Yaptıklarının matah bir şey olduğunu sanıyorlar. Allah’ın yaratmasını beğenmiyorlar ve güya yaptıkları ile açları doyuracaklar. Oysa şeytânî bir uğraş içindeler. Çünkü iblis öyle üflüyor, bunlar da inanıyor. Kimi saf, kimi hain… Neticede emanete ihanet ediliyor, fıtrat ve insan bozuluyor. Gelecek ürkütücü… Hem de sandığınızdan daha da ürkütücü…

Şüphesiz ümit var olmak zorundayız, lâkin hemen hiçbir şey yapmadığımız bir hususta nasıl ümitvar olunur? Diğer taraftan genetik müdahaleye duyulan öfkeyi gizlemek için tekniğin adını değiştirerek yapılan oyunları nasıl anlatacağız veya öğreneceğiz? Zor işimiz, cidden zor...

Neden mi bahsediyoruz? 2022 Ocağında Konya’da yapılan ‘İklim ve Tarım Şurası’nın sonuç bildirisinden…

Ne olmuş burada?

Bakın ne olmuş anlatalım…

1950’li yıllarda ABD ve İspanya, Türkiye’ye korkunç bir tuzak kurar. Büyük bedellerle zeytin ağacından elde edilmiş kömür isterler. Ahmaklık bu ya gözü dönmüş yönetim, birkaç bin asırlık on binlerce zeytin ağaçlarını kestirip kömür yaptırır.

Önce İklim ve Tarım Şurası’nın “Tarım Çalıştayları Sonuç Bildirgesi 11/01/2022” başlıklı metninin 20 ve 21. maddelerinde aynen şöyle demişler: “20) Kuraklığa ve soğuğa toleranslı tohum çeşitleri geliştirilecek ve hastalıklara dayanıklı çeşitlerinin kullanım alanları yaygınlaştırılacaktır. 21) Yerel hayvan ırklarının ıslah çalışmaları yapılacaktır.”

Bununla yetinmemişler ‘İklim ve Tarım Şurası’nın sonuç bildirgesinin 20. maddesine de şunları yazmışlar:

“Farklı iklim etkilerine karşı (kuraklık, sıcak/soğuk hava dalgası, şiddetli yağış, don vb.) karşı tarım desenleri ve yöntemleri (çöl koşullarında tarım, denizde tarım gibi) geliştirilecek, iklim kaynaklı stres koşullarına dayanıklı yeni ve yerli bitki çeşitlerinin ve hayvan ırklarının daha kısa zamanda geliştirilebilmesi için klasik, biyoteknolojik ve moleküler genetik destekli (CRISPR gen teknolojisi gibi) ıslah çalışmaları gerçekleştirilmeli ve entegrasyonu sağlanmalıdır.”

Alenen diyorlar ki, size yasak dediğimiz GDO faaliyetlerini bundan sonra CRISPR gen teknolojisi ile sürdürmeliyiz, sürdüreceğiz.

İyi de bu CRISPR’da ne ola, halk bunu nasıl telaffuz edecek?

  • CRISPR’ın açılımı “Clustered Regularly Interspaced Palindromic Repeats” Türkçesi ne ola ki? “Kümelenmiş Düzenli Aralıklı Palindromik Tekrarlar” gibi bir şeymiş.

Mühim olan Türkçesi’nin ne olduğundan ziyâde ne yapmak istedikleri... Diyorlar ki siz ne düşünürseniz düşünün biz biyoteknoloji ile tohumla, ağaçla savaşacağız, Allah’ın yarattığını beğenmiyoruz, “daha iyisini” yapacağız!

Çörçil’in o meşhur sözü ile bitirelim: “Biz Çanakkale’de Türklerle değil, Allah ile savaştık. Allah ile savaşan yenilmeye mahkûmdur!”