Sulandırılmış davalar ve sahte diplomalar

HABER MASASI
Abone Ol

FETÖ, yıllar boyunca Türkiye’de eğitim sisteminden askeriyeye, bürokrasiden özel sektöre kadar yayılan militan yapılanmasıyla devlet mekanizmasını ele geçirmeye çalıştı. Hak etmeyenler, usulsüz yollarla okullara girdi, devlet memuru, subay, akademisyen ve hatta milletvekili oldu. FETÖ, ÖSYM’de imtihan sorularını çalarak kendi üyelerini üst pozisyonlara yerleştirdi. Bu hâkimiyet, sahte belge ve diploma operasyonlarının temelini oluşturdu. Bazı iddialara göre, bilişim sistemlerini yöneten kurumdaki FETÖ kalıntıları hâlâ sistem açıklarını kullanıyor. Resmi soruşturmalarda ise bu bağlantılar doğrudan suçlanmıyor. Bunun yerine sistemsel ihmaller ve organize suç vurgulanılıyor. Yine de FETÖ’nün bilişimdeki izleri, dijital güvenliğin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor ve reform ihtiyacını artırıyor.

Türkiye’nin yargı tarihinde derin izler bırakan skandallarda da yine bu hain örgütün parmağı var. Ergenekon, Balyoz ve Şike davaları FETÖ’nün sahte delillerle kurguladığı kumpaslarla anılırken, bugün sahte e-imza ve diploma davası aynı gölgenin yeni bir yansıması gibi duruyor. Davanın baş şüphelilerinden Ziya Kadiroğlu’nun benzer bir suçtan yargılandığı 2016’da, “Bu olayı cemaat yapıyor” diyerek FETÖ’yü işaret etmesi, suçluların adâletten kaçmak için kullandığı bir kalkan mı, yoksa örgütün bilişimdeki eski hâkimiyetinin bir kalıntısını mı gösteriyor? Bu soru, hem yargının hem de devletin dijital güvenliğinin sınandığı bir dönemeçte cevap bekliyor.

Ziya Kadiroğlu.

FETÖ’nün Türkiye’deki bilişim teknolojileri kurum ve şirketlerinde geçmişteki hâkimiyeti, örgütün devlet yapılarına sızma stratejisinin en kritik ayaklarından biriydi. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından yapılan soruşturmalar, FETÖ’nün özellikle stratejik öneme sahip TÜBİTAK, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB, daha sonra BTK’ya entegre edildi) ve ÖSYM gibi kurumlara yoğun şekilde sızdığını ortaya koydu. Bu kurumlar ülkenin dijital altyapısını, veri güvenliğini ve bilişim operasyonlarını yönetiyordu. FETÖ üyeleri bu pozisyonları kullanarak sahte delil üretimi, yasa dışı dinlemeler ve sistem manipülasyonları gerçekleştirdi. Örneğin TİB, FETÖ’nün devlette kurduğu en önemli kurumlar arasındaydı; bilişim altyapısının büyük kısmı burada yönetiliyordu ve örgüt bu sayede devlet sırlarına erişim sağladı.

SETA’nın 2018 raporuna göre, FETÖ için stratejik kurumlar “mahrem alanlar” olarak görülüyordu ve bilişim teknolojileri bu alanların başındaydı. Örgüt, TÜBİTAK’ta ilmi ve teknolojik projeleri manipüle ederken, ÖSYM’de imtihan sorularını çalarak kendi üyelerini üst pozisyonlara yerleştirdi.Bu hâkimiyet, sahte belge ve diploma operasyonlarının temelini oluşturdu. Mesela 2010 KPSS kopya skandalı gibi hâdiseler, FETÖ’nün bilişim altyapısını kullanarak gerçekleştirdiği bilinen eylemler arasında. Bazı iddialara göre, bilişim sistemlerini yöneten kurumdaki FETÖ kalıntıları hâlâ sistem açıklarını kullanıyor.

Bu geçmiş, günümüzdeki sahte e-imza ve diploma skandalını daha da düşündürücü kılıyor. Çete, devletin dijital sistemlerine sızarak sahte belgeler üretirken, FETÖ’nün kurduğu altyapıdaki zayıflıklar da işlerini kolaylaştırmış olabilir. Ancak resmi soruşturmalar bu bağlantıları doğrudan suçlamıyor; bunun yerine sistemsel ihmaller ve organize suç vurgulanılıyor. Yine de FETÖ’nün bilişimdeki izleri, dijital güvenliğin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor ve reform ihtiyacını artırıyor.

Adâletin sulandırılmasında FETÖ etkisi

Türkiye’nin yakın yargı tarihine baktığımızda hafızalara kazınan büyük davaların çoğunun ortak bir yarası var: Adâletin sulandırılması. Ergenekon, Balyoz ve Şike gibi davalar, FETÖ’nün sahte deliller, yasa dışı dinlemeler ve uydurma tanıklarla kurguladığı operasyonlar nedeniyle gerçeğe ulaşamadan kapandı. Bu süreçte suçlularla suçsuzlar aynı potada eritildi, halkın adâlet duygusu ağır yara aldı.

Bu travma, bugün bile yargıya duyulan güvenin kırılgan olmasının başlıca sebeplerinden biri. Ve belki de en tehlikelisi, o dönem yaratılan bu güven boşluğunun, bazı sanıklar tarafından bir savunma kalkanı olarak kullanılmaya başlanması.

2016’da benzer suçlamalar nedeniyle gözaltına alınan Kadiroğlu, adliyeye sevk edilmeden önce adli tıp biriminde sağlık kontrolünden geçirilirken kendisini görüntüleyen basın mensuplarına, “Devletimiz var olsun. Buradaki insanlar sıradan insanlar, hepsi gariban insanlar. Bu olayı cemaat yapıyor. Cemaatin komplosuyla karşı karşıyayız” demişti.

‘FETÖ yaptı’ kalkanı

FETÖ’nün gerçek yüzü ortaya çıktıktan sonra bazı davalarda suçluların kendi eylemlerini örtmek için “FETÖ yaptı” söylemine sarıldığına sıkça şahit olduk. Bu savunma, hem gerçek mağdurları gölgede bırakıyor hem de kamuoyunun davalara olan ilgisini sulandırıyor.

2016’da bugün Türkiye’yi sarsan e-imza ve sahte diploma davasının baş şüphelilerinden Ziya Kadiroğlu, 16 kişilik sahte diploma şebekesinin başında yer aldığı gerekçesiyle tutuklanmış; hakkında ‘Suç örgütü kurmak’, ‘Resmi belgede sahtecilik’ ve ‘Nitelikli dolandırıcılık’ suçlarından toplam 354 yıl hapis cezası istemiyle dava açılmıştı.

Gözaltındaki Kadiroğlu, adliyeye sevk edilmeden önce adli tıp biriminde sağlık kontrolünden geçirilirken kendisini görüntüleyen basın mensuplarına, “Devletimiz var olsun. Buradaki insanlar sıradan insanlar, hepsi gariban insanlar. Bu olayı cemaat yapıyor. Cemaatin komplosuyla karşı karşıyayız” demişti. Kadiroğlu’nun sözleri, geçmişte birçok davada görülen “suçu örgüte yık, sıyrıl” stratejisini hatırlatıyor. Oysa ne FETÖ ile gerçek mücadelenin değersizleştirilmesine, ne de suçluların kolayca sıyrılmasına izin verilmeli.

Sahte e-imza ve diploma bir FETÖ operasyonu mu?

2025’in başında patlak veren sahte e-imza ve diploma skandalı, Türkiye’nin dijital kamu altyapısını hedef alan en büyük sahtecilik vakalarından biri. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada 57 sahte diploma, 108 sahte sürücü belgesi ve dört sahte lise diploması tespit edildi. Toplamda 270 sahte e-imza üretildiği öne sürülüyor. 199 şüpheli hakkında dava açılırken, 37 kişi tutuklandı. Çetenin elebaşı Ziya Kadiroğlu, geçmişte de benzer suçlarla anılan bir isim. 1999’dan beri sahte belge üretiminde yer alan Kadiroğlu, 2016’da 354 yıl hapis istemiyle yargılanmış, beş yıl hapis yatıp tahliye olmuştu.Yıllar boyunca yargılandığı 13 davanın 10’unda da beraat etmişti.

Kadiroğlu’nun 2016’daki “cemaat komplosu” açıklaması, bugünkü skandalın FETÖ bağlantılarını tartışmaya açıyor. Kadiroğlu’nun çete üyesi olan iki kardeşinin, FETÖ soruşturmaları nedeniyle kamudan ihracı dikkat çekiyor. Ziya Kadiroğlu’nun bir kardeşi ise 2010 KPSS’deki kopya soruşturması kapsamında FETÖ ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle kamudan ihraç edilmiş. Diğer bir kardeşi de FETÖ’nün kapatılan sendikası Aktif-Sen üyeliği nedeniyle kamudan ihraç edilmiş. Aktif-Sen, FETÖ’nün kamu personeli arasında örgütlenmek için kullandığı yapılardan biri olarak kabul ediliyor. Anlaşılacağı üzere ailenin neredeyse pek çok ferdi FETÖ mensubu. Ancak savcılık iddianameleri, skandalı organize bir sahtecilik ve dolandırıcılık olarak tanımlıyor; doğrudan FETÖ suçlaması yer almıyor. En azından durum şimdilik böyle. Bu durum, Kadiroğlu’nun açıklamasını iki şekilde okumaya imkân tanıyor: Ya suçunu örtmek için FETÖ’yü hedef gösterdi ya da geçmişte örgütle bir bağı vardı ve bunu gizlemek için suçu “cemaate” attı.

“Gizli el” iddiası

Bazı kaynaklar skandalın arkasında FETÖ’nün “kripto” üyeleri ve KHK ile göreve dönen memurların olduğunu belirtiyor. Türkiye Gazetesinde yer alan bir haberde, eski Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Gür, elebaşı Kadiroğlu’nun “piyon” olduğunu ve “gizli bir el” tarafından korunduğunu öne sürdü. Haberde, FETÖ’nün bilgi teknolojilerindeki gücünü koruduğu, devlet altyapısına sızdığı ve kaos yaratmayı hedeflediği belirtildi. Ancak bu iddialar, müşahhas delilden mahrum olsa da mâkul şüpheler uyandırıyor.

X platformunda da tartışmalar ikiye bölünmüş durumda. Bazı kullanıcılar, skandalın FETÖ’nün dijital altyapıdaki kalıntılarından kaynaklandığını savunurken, diğerleri bunun devlet kurumlarındaki güvenlik açıklarının bir sonucu olduğunu ve FETÖ suçlamalarının dikkat dağıtmak için kullanıldığını düşünüyor.

Dijital güvenlik meselesi

Skandal, Türkiye’nin e-devlet sistemindeki ciddi açıkları gözler önüne serdi. Sahte e-imzaların üretilmesi, log kayıtlarının eksikliği ve BTK altyapısındaki zayıflıklar devletin dijital güvenliğini acilen güçlendirmesi gerektiğini gösteriyor. Uzmanlar, biyometrik doğrulama ve blokzincir tabanlı sistemler gibi çözümler öneriyor.

Skandal, Türkiye’nin e-devlet sistemindeki ciddi açıkları gözler önüne serdi. Sahte e-imzaların üretilmesi, log kayıtlarının eksikliği ve BTK altyapısındaki zayıflıklar, devletin dijital güvenliğini acilen güçlendirmesi gerektiğini gösteriyor. Uzmanlar, biyometrik doğrulama ve blokzincir tabanlı sistemler gibi çözümler öneriyor. Ancak bu teknik eksikliklerin ötesinde asıl mesele adâlet duygusunun yeniden inşası.

Kadiroğlu’nun “FETÖ yaptı” savunması geçmişteki Ergenekon ve Balyoz gibi davaların gölgesinde, halkın yargıya güvenini sarsan bir taktik olarak değerlendirilmeli. Gerçek FETÖ mağdurlarının sesini bastırmamak ve suçluların bu söylemi istismar etmesine engel olmak için soruşturmalar şeffaf, delil odaklı ve siyasi etkilerden uzak yürütülmeli. Aksi takdirde “FETÖ yaptı” kalkanı, adâletin önüne yeni bir set çekebilir.

Ziya Kadiroğlu’nun 2016’daki sözleri belki de sadece bir sanığın kurtulma çabasıydı. Ancak bu sözler Türkiye’nin adâlet ve güvenlikle ilgili daha büyük bir imtihan parçası. Soruşturma derinleştikçe, Kadiroğlu’nun kardeşlerinin ifadeleri, çetenin para transferleri ve sistem açıklarının kökenleri aydınlatılmalı. Çünkü adâlet sadece suçluları bulmakla değil, gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koymakla sağlanır.

Türkiye’nin yapması gerekenler

Özellikle sahte diploma, soru hırsızlığı gibi toplumun adâlet duygusunu zedeleyen hususlarda soruşturmaların son derece detaylı ve şeffaf yürütülmesi ve neticelerinin en çıplak haliyle halka duyurulması

Elektronik imza taklidi ve bilişim ağlarındaki zayıflıklarla ilgili hiçbir yetkili ve sorumlunun gözünün yaşına bakmadan müeyyide uygulanması

Veri tabanı gibi hassas yazılımların varsa yerlisinin tercih edilmesi, yoksa devletin bu amaçla özel bir birim kurarak bu yazılımları ülkenin güvenliği için bizatihi kendinin geliştirmesi

Siber güvenlik konusunda ahbap çavuş ilişkilerinden bir an önce kurtularak bu alanın bir istihbarat sahası olduğu ve istihbaratın bu sahada daha da güçlendirilmesi, istihbaratta millî olmayan unsurlardan kurtulunması gerektiğini söylüyor uzmanlar.

  • Dünyada sahte diploma skandalları
  • Türkiye’deki e-imza ve dijital sahtecilik boyutuyla öne çıkan diploma skandalı, aslında dünyada yeni bir mesele değil. Farklı ülkelerde, farklı usûllerle ama benzer motivasyonlarla yaşanan sahte diploma vakaları, yalnızca kişilerin değil, devletlerin ve uluslararası kurumların güvenlik sistemlerini de zorladı.
  • Pakistan – Axact skandalı (2015)
  • Dünyanın en büyük sahte diploma operasyonlarından biri olarak tarihe geçen Axact vak’asında 370’ten fazla sahte üniversite sitesi kuruldu. Bu sahte kurumlar üzerinden, aralarında devlet memurları, doktorlar ve mühendislerin de bulunduğu binlerce kişiye sahte diploma satıldı. Operasyonun hacmi milyonlarca dolara ulaştı. Sahte belgelerin bazıları, dünyanın önde gelen akreditasyon kurumlarının logolarını bile içeriyordu.
  • Güney Kore – Yüksek profilli sahteciler (2007)
  • 2000’li yılların ortasında Güney Kore özellikle kültür-sanat dünyasını sarsan sahte diploma skandallarıyla gündeme geldi. Meşhur sanatçılar, televizyon sunucuları ve şirket yöneticilerinin yurt dışındaki hayali üniversitelerden aldıkları sahte diplomalarla kariyer basamaklarını hızla tırmandıkları ortaya çıktı. Skandal, “diploma kültürü”nün ve sosyal statü baskısının ülke genelindeki olumsuz etkilerini tartışmaya açtı.
  • ABD – Sahte diploma endüstrisi (2002 ve sonrası)
  • ABD’de sahte diploma satan yapılar, yalnızca bireysel kariyer fırsatçılığı için değil, aynı zamanda devlet kurumlarına ve hatta askeri alanlara sızmak amacıyla da kullanıldı. FBI, 2000’lerin başında yürüttüğü “Operation DipScam” ile yüzlerce sahte okulun faaliyetini durdurdu. Bazı vakalarda, kamu güvenliği açısından kritik görevlerde bulunan kişilerin sahte belgelerle işe girdiği belirlendi.
  • Avustralya, Hong Kong ve İngiltere – Sahte kolejler ve uluslararası ağlar
  • Bu ülkelerde tespit edilen vakalarda, sahte kolejler ve dil okulları üzerinden yabancı öğrencilere geçerli eğitim almış gibi belge düzenlendi. Özellikle göçmenlik süreçlerinde avantaj sağlamak amacıyla üretilen bu belgeler, yalnızca akademik sahteciliğe değil, aynı zamanda yasa dışı göçmenlik ağlarına da hizmet etti.
  • Hindistan – Tıp ve mühendislik alanında sahte belgeler (2010’lar)
  • Bazı eyaletlerde yapılan operasyonlarda yüzlerce sahte tıp diploması ve mühendislik belgesi ele geçirildi. Bu belgelerle hastanelerde çalışan sahte doktorlar, ciddi sağlık riskleri yarattı.
  • Kanada – Online Üniversite sahtekârları (2018)
  • Özellikle internet üzerinden faaliyet gösteren bazı sözde üniversiteler, kısa sürede “diploma” sağlayan sistemler kurarak on binlerce kişiyi ağına düşürdü. Kanada makamları, bu belgelerin profesyonel lisans başvurularında kullanılmasını önlemek için kapsamlı bir doğrulama mekanizması geliştirdi.
  • Nijerya – Kamuda sahte belge skandalı (2019)
  • Yapılan denetimlerde, kamu kurumlarında çalışan yüzlerce kişinin sahte lise ve üniversite diplomalarıyla görev yaptığı tespit edildi. Bu durum yalnızca liyakat sistemine zarar vermekle kalmadı, aynı zamanda devlet hizmetlerinde ciddi verimlilik kayıplarına neden oldu.
  • Bu örnekler sahte diploma skandallarının yalnızca az sayıda kişinin ahlâksızlığı olarak değerlendirilmemesi gerektiğini; sağlık, güvenlik, ekonomi ve kamu yönetimi gibi alanlarda zincirleme riskler yarattığını ortaya koyuyor. Türkiye’deki davanın bu bağlamda değerlendirilmesi, hem teknik önlemlerin hem de hukuki çerçevenin güçlendirilmesi gerektiğini açıkça gösteriyor.