Tataristan Türk dünyasından ilgi bekliyor

AYSHA GARAEVA
Abone Ol

Sovyetler, Tatarlara sadece siyasi bir savaş ilan etmedi. Sovyetler öncesi Tatar milleti aktif, ilme düşkün, dinine bağlı, eğitimle, edebiyatla iç içe yaşayan bir toplumdu. Bunun temelinde her zaman Kur'an ve Sünnet, medreseler, mektepler, ulema vardı. Bu yüzden Bolşevikler ana hedef olarak Tatarların temel dayanak noktalarını hedef aldılar.

Yüzyıllar boyunca Rus sömürgesi altında yaşayan İdil Ural, Kafkasya ve Türkistan Türkleri hem Çarlık rejimi, hem de Rus Ortodoks kilisesi tarafından dînî ve kültürel mânâda ciddi baskıya uğradı. 19. yüzyılın ortasında bu baskı öyle bir dereceye vardı ki, Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırma yöntemi artık bir devlet politikasına dönüşmüş oldu.

Kırımlı eğitimci, fikir adamı ve gazeteci İsmail Gaspıralı, Rusya Türkleri arasında Cedidcilik hareketinin yaygınlaşmasında öncü rol oynadı.

Amaç, Türk halklarının hayat tarzını ve millî benlik şuurunu tamamen Ruslaştırıp asimile etmekti. Türk birliği fİkrİ bu sebeplerden dolayı kısmen Rusya’da yaygın olan Panslavizm politikalarına karşı bir tepki olarak doğdu. Rusya'daki Türk halkları arasında Türkçülük fikriyatının oluşmasında 19-20 yüzyıllar arasında yaşanan sosyo politik hayatın canlanmasının da önemli etkisi oldu. İdil ve Kırım Tatarları ile Azerbaycan Türkleri başta olmak üzere diğer Türk halkları arasında millî farkındalık daha da görünür hâle geldi.

Genel olarak Rusya’da yaşayan Türk halklarının kültürel ve politik dirilişi 18-19.yüzyıllar arasında başladı. İdil Tatarları arasında ilk ıslahatçılar Abdünnasır Kursavi, Şahabeddin Mercani ve Kayyüm Nasırî gibi alimler oldu. Bu âlimler, Türk milletlerinin kökten bir ıslahata ihtiyacı olduğunu belirterek, özellikle eğitim ve öğretim usullerinin değişmesi gerektiğini vurguluyorlardı. İslahatçılar veya diğer bir adıyla Cedidcilik hareketi sadece eğitim reformuyla sınırlı kalmadı, halk arasında geniş bir yankı buldu ve Türkî milletlerin Rus toplumundaki konumu hakkında tartışmalara neden oldu.

Usûl-i cedîd mektepleri kuruldu

Kırımlı eğitimci, fikir adamı ve gazeteci İsmail Gaspıralı, Rusya Türkleri arasında Cedidcilik hareketinin yaygınlaşmasında öncü rol oynadı. Gaspıralı 1884 yılında Kırım’ın Bahçesaray kentinde yeni usûlün (usûl-i cedid) kullanıldığı ilk deneme okulunu açtı. Eski usûle (usûl-i kadim) göre okullarda Kur'an-ı Kerim ve dînî metinlerin ezberlenmesi yeterli görülüyordu. ‘Usûl-i cedid’e göre ise Kur'an öğretimi ana dilde okuma yazma öğretiminden sonra başlanmalıydı. Ayrıca, müfredata coğrafya, tarih, pedagoji, Rus dili gibi dersler de eklenmişti.

Eski usûle (usûl-i kadim) göre okullarda Kur'an-ı Kerim ve dînî metinlerin ezberlenmesi yeterli görülüyordu.

Gaspıralı'nın geliştirdiği bu usûlde eğitim gören Cedidciler Rusya İmparatorluğu'nda yaşayan Müslüman-Türk millî görüşünün sözcüleri oldular. Bu kurumlarda eğitimlerini bitiren öğrenciler tüm Rusya’da okullar açarak yeni metodu yaymaya başladılar. 1919 yılında Rusya imparatorluğunda yeni usûlü kullanan 5000'den fazla cedidci okul mevcuttu. Müslüman okullarında yapılan bu yenilikler Rus hükumetinin ilgisini çekti. Bu okulların dînî derslerle sınırlı kalmayıp genel eğitim vermesi şüphe ile karşılandı ve yeni metod kullanan okullara denetlemeler yapılmaya başlandı.

Hayatını Cedidci usûlü yaymaya adayan İsmail Gaspıralı, birinci Rus devrimi sırasında Müslümanların siyasî hareketine de aktif olarak iştirak ediyordu. 1905-1906 yılları arasında üç Müslüman kongresine katılan Gaspıralı, Rusya Müslümanlarının ilk partisi İttifak-i Müslimin’in kurucularından idi. Tatar aydın faaliyetlerinin bir diğer parlak sayfası, 1883'de Rusya’nın ilk Türk neşriyatı "Tercüman" gazetesinin yayınlanmasıyla oldu. Kısa zamanda büyük üne kavuşan "Tercüman" gazetesi Rusya’nın yanısıra, Türkiye, Mısır, İran ve Hindistan'da da birçok okura sahipti. Gaspıralı, gazetenin tüm Türk milletleri tarafından anlaşılması için âdeta yeni bir dil geliştirmişti. Sade ve anlaşılır olan bu dil, mümkün olduğu kadar ağır, ağdalı kelimelerden arındırılmış, daha pratik hale getirilmişti.

Gaspıralı ne diyordu?

  • Gaspıralı’nın ana görüşleri üç yönden incelenebilir:
  • 1. Müslüman toplumun eğitim usûlünün yenilenmesi yoluyla zamanın şartlarına intibakı.
  • 2. Rusya’da yaşayan Türk halkların mânevî ve siyasî mânâda birleşmesi.
  • 3. Rusya Müslümanlarının içine kapanmayıp diğer topluluklarla iletişime geçmesi.

Ünlü Fransız şarkiyatçı Aleksandr Benningsen’e göre, Gaspıralı, Rusya Türklerinin Rus asimilisyonundan kurtuluşunu sadece Türk ve Müslüman Birliği yolu ile mümkün görüyordu.

Gaspıralı’nın görüşlerinin başka bir ilginç yönü Rusya’ya ve Avrupa’ya karşı tutumuydu. Gaspıralı hiçbir zaman Avrupalaşarak kurtuluş fikrini benimsememişti ve her zaman İslâmî bir kalkınmaya inanmıştı. Rusya ile çatışmanın eldeki imkanlar açısından coğrafyada yaşayan Müslümanları felakete götüreceğine inanan Gaspıralı, karşılıklı anlayış içerisinde işbirliği ve uzlaşma taraftarıydı. Gaspıralı'ya göre, Ruslar Müslümanlara daha yakındı. Fransızlar ve İngilizler kadar tehlikeli değildiler. Fakat Gaspıralı'nın bu fikri hiçbir zaman Rus hükümet çevresinde destek görmedi.

Türkçülük Gaspıralı için hem İslâmî hem millî faktörlerden oluşuyordu ve ikisi de Ruslaşma tehlikesine karşı direniş için önemliydi. Kırımlı âlimin ortaya koyduğu bu görüşler İdil'li Tatar tarihçi ve siyasetçi, Yusuf Akçura tarafından benimsenip geliştirildi.

Yusuf Akçura ve üç tarz-i siyaset

Eğitimini Türkiye ve Fransa’da alan Akçura, Gaspıralı gibi, Rusya Müslümanlarının siyasi hareketlerinin ve kongrelerinin aktif bir katılımcısı ve İttifak-ı Müslimin Partisi'nin kurucularından biriydi. 1919-1935 yılları arasında Türkiye’de yaşayan Akçura, cumhuriyetin kurulması için büyük destek sağladı. Türkiye’nin siyasi ve kültürel hayatında oldukça aktif yer alan Akçura, Türkiye’de en popüler dergilerden biri haline gelen, Türk okuyucuyu diğer Türkî milletlerin hayatını tanıtan "Türk Yurdu" dergisini yayınlamaya başladı. Memleketi ile de bağlantılarını koparmadı, Rusya’da basılan Tatar dergisi "Vakit"e Türkiye’deki sosyal ve siyasi hayatla ilgili analiz yazıları gönderiyordu.

Türkiye’de yaşayan Akçura, cumhuriyetin kurulması için büyük destek sağladı. Türkiye’nin siyasi ve kültürel hayatında oldukça aktif yer alan Akçura, Türkiye’de en popüler dergilerden biri haline gelen, Türk okuyucuyu diğer Türkî milletlerin hayatını tanıtan

Yusuf Akçura’nın" Üç tarz-ı siyaset" makalesi Türkçülüğün manifestosu olarak kabul ediliyor. Bu çalışmasında Akçura, Osmanlı devletinin geleceğine yönelik arayışları sonucu oluşturduğu devlet politikası olarak Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türçülüğü kıyaslayarak incelenmişti. Akçura’ya göre, Osmanlı için geleceği en parlak olan görüş Türkçülüktü. Asya’nın büyük kısmında ve Doğu Avrupada yaşayan ve aynı dile, aynı köke, aynı geleneklere ve aynı dine mensup yaşayan milletleri birleştiren bu görüş büyük bir siyasi toplum oluşturma gücüne sahipti.

Türk toplumu bu geniş coğrafyada en güçlü toplum olduğundan dolayı Osmanlı devleti bu birliktelik oluşturma fikrinde büyük rol oynayacaktı. İlginç bir şekilde, Yusuf Akçura’ya göre, Osmanlı’nın yürüteceği Türk Birliği düşüncesi dış güçlerden çok fazla tepki görmeyecekti. Tepki gösterecek tek ülke Türk kökenli büyük nüfusa sahip olan Rusya İmparatorluğu olacaktı. Diğer Hristiyan ülkeler ise, Rusya’yı zayıflatmak için, bu birliğe destek bile verebilirlerdi.

Çalışmalarında Rusya Türkleri ile Osmanlı Türklerini bağımsız bir devlet içerisinde birleşmesini savunan Akçura’nın fikirleri, Türkçülükte yeni bir evreye yol açmış, Gaspıralı’nın kültürel-eğitim yaklaşımı yerine daha siyasi Türkçülük devresine geçilmişti.

1905 Devrimiyle gelen hareketlilik

1905 Rus Devrimi tüm Rusya’da büyük çalkantılara neden oldu. Milyonlarca Rusya Türkü de bu gelişmelerden uzak kalmadı. Bu devrimci ruh, Türk Müslümanları ilgilendiren dînî, siyasî ve kültürel hürriyet, eğitim ve kültür alanındaki sorunları bütün ciddiyetiyle ortaya koymalarına neden oldu. Devrim, Tatarca matbaanın ve siyasi partilerin oluşmasını da tetikledi. Türk dayanışması fikrinin Çarlığa karşı somut mücadeleye dönüşmesinin en iyi örneği 1905-1906 Müslüman kongreleriyle oldu.

Milyonlarca Rusya Türkü de bu gelişmelerden uzak kalmadı. Bu devrimci ruh, Türk Müslümanları ilgilendiren dînî, siyasî ve kültürel hürriyet, eğitim ve kültür alanındaki sorunları bütün ciddiyetiyle ortaya koymalarına neden oldu.

İlk kongre 15-28 Ağustos 1905 tarihlerinde yapıldı. Kongreye 100'den fazla delege katıldı ve ilk kongrenin başkanı İsmail Gaspıralı seçildi. Denetleyenler arasında ise Ali-Merdan Topçubaşev, Abdureşid İbrahimov ve Yusuf Akçura gibi ünlü Müslüman isimler vardı. Bu kongre aslında organize bir şekilde Rusya Müslümanlarının birleşmesine vesile oldu.

İkinci kongre 1906 yılında gerçekleşti. Bu kongrede Rusya Müslümanları Birliği'nin kurulmasına kararı verildi. 16-20 Ağustos 1906'da yapılan üçüncü kongrede İttifak-ı Müslimin büyük ölçüde Türkçülük ideolojisine dayanan bir siyasi partiye dönüştürüldü.

Türkiye’ye hicret başladı

Devrimin bastırılması ile Rusya hükümeti her türlü muhalefete karşı daha sert bir tutum sergilemeye başladı ve bu dönemde birçok Müslüman siyasetçi ve aydın Türkiye'ye hicret etmek zorunda kaldı. Rusya’dan göçen Müslümanlar Türkiye’de Türkçülüğün canlanmasına ciddi şekilde katkıda bulundular. "Türk Derneği", "Türk Yurdu" ve "Türk Ocağı" gibi birçok dernek açtılar. Yoğun olarak dergi çıkarmaya da başlanıldı. Türkçü hareketin liderleri çalışmalarını kültür ve eğitim alanlarında yoğunlaştırmışlardı çünkü din ve kültür alanlarında karşılıklı anlayışın siyasi bir yakınlaşmaya da yol açacağına inanıyorlardı.

1917'deki Bolşevik Devrimi sırasında Rusya Müslümanları arasında tekrar canlanma yaşandı. 1-11 Mayıs’ta Moskova’da Bütün Rusya Müslümanları Birinci Kurultayı düzenlenledi. Kurultayda tartışılan konular çok çeşitliydi: eğitim, kadın hakları, dil reformu. Ancak kurultaya katılanları en çok ilgilendiren konu Rusya Müslüman halklarının siyasi durumuydu. Fakat sonuçta belli bir ideolojik platform oluşturulamadı.

Bolşevik rejimi Türk meselesini çok kurnaz bir şekilde ele aldı. "Sovyet özerkliklerin" oluşturulması, vaatler, siyasi liderlerin arasındaki çekişmeleri kullanma, sınırların tamamen rastgele bir şekilde çizilmesi küçük Türk cumhuriyetlerin oluşmasına neden oldu. Bu toplum mühendisliği Türk milletleri arasına koyulmuş bir saatli bomba gibiydi ve bu bomba çok daha sonralar - 1980-1990'lı yıllarda patladı. Tatarlar ve Başkurtlar, Özbekler ve Kırgızlar, Nogaylar ve Karaçaylar arasındaki yaşanan çatışmalar bu politikaların sonucuydu.

1920-1930'lu yıllar kriz dönemi

1920-1930'lu yıllar Türkçülük için ciddi kriz bir dönemi olarak tanımlanabilir. Cumhuriyet Türkiyesi artık Türkçülüğe aynı desteği vermiyordu. Sovyetler için ise Türkçülük düşman bir doktrin olmuştu. Sonuç olarak, SSCB’de Türkçülük hakkında birçok önyargı ve yalan oluştu. Bu görüşler 1930’larda trajik sonuçlara yol açtı. Pan-Türkizm ile suçlanan herkes "halk düşmanı" ilan edilerek hapsediledi, sürgüne gönderildi.

SSCB’de Türkçülük hakkında birçok önyargı ve yalan oluştu. Bu görüşler 1930’larda trajik sonuçlara yol açtı. Pan-Türkizm ile suçlanan herkes

Sovyetler, Tatarlara sadece siyasi bir savaş ilan etmedi. Sovyetler öncesi Tatar milleti aktif, ilme düşkün, dinine bağlı, eğitimle, edebiyatla iç içe yaşayan bir toplumdu. Bunun temelinde her zaman Kur'an ve Sünnet, medreseler, mektepler, ulema vardı. Bu yüzden Bolşevikler ana hedef olarak Tatarların temel dayanak noktalarını hedef aldılar.

SSCB ile Türkiye aynı safta

İkinci dünya savaşı sırasında, SSCB’de Türkçülük, faşizm ile aynı kefede tutuldu. Almanya’nın Pantürkizm hareketini kendi çıkarları için kullanma çabaları komünist rejimin tepkisini çekiyordu ve bu sebeple Türkçü ideolojiler ile mücadele İkinci Dünya Savaşı sonrasında da devam etti.

İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, Türkiye'deki Türkçülüğün kaderiyle SSCB'deki kaderi benzer şekilde devam etti. SSCB'de hiçbir ideolojik çalışmaya izin verilmiyor, Türk halkları arasındaki ilişkiler SSCB tarafında sıkı bir şekilde kontrol ediliyor, sadece

İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, Türkiye'deki Türkçülüğün kaderiyle SSCB'deki kaderi benzer şekilde devam etti. SSCB'de hiçbir ideolojik çalışmaya izin verilmiyor, Türk halkları arasındaki ilişkiler SSCB tarafında sıkı bir şekilde kontrol ediliyor, sadece "halkların dostluğu” ve komünist ideoloji bayrağı altında gerçekleşebiliyordu. Türkiye’de de Türkleri dayanışma fikri devlet tarafından desteklenmedi, hatta yasaklandı.

Sovyetler yıkılınca kısmî rahatlama

Günümüzün Tatar milliyetçi hareketi 1980'ler ile 1990'ların başlangıcına dek uzanıyor. Tatar milliyetçileri, önce Tataristan Cumhuriyeti'nin statüsünde bir değişiklik (Rusya içinde özerk olmaktan SSCB'nin içinde tam özerk cumhuriyet olmaya) ve ardından Rusya'dan tam bağımsızlık istediler. Aynı dönemlerde Tatar milliyetçi hareketleri de oluştu. Bunlardan en önemlisi Tatar bağımsızlık partisi "İttifak" oldu. Fauziya Bayramova önderliğindeki "İttifak",

  • • "Tatar milletinin yeniden canlanmasını"
  • • "Tatar devletinin yeniden kurulmasını"
  • • Tatarcanın tek devlet dili olmasını savunuyordu.
  • • Ayrıca, Moskova’nın arabuluculuğuna başvurulmadan, "doğrudan Tatar-Türk ilişkilerinin" kurulması fikrindeydi.

Bu proje yerel destek kazandıkça, Tataristan hükümeti yurtdışında yaşayan Tatarlara ve Türki milletlerle işbirliği kurmaya çalıştı. Bu bağlamda, Türkiye, Özbekistan, Azerbaycan ve Kazakistan ile ekonomi, siyaset ve kültür alanlarda anlaşmalar yapıldı. Bu anlaşmaların iki amacı vardı:Tataristan’ın de facto bağımsızlığını tanınmasını hızlandırmak ve yurtdışından bağımsızlık hareketi için destek almak.

İşler tersine dönüyor

Benzer bir tutum Ağustos 1990’da, Tataristan'ın Rusya içerisinde özerkliğinin ilanından sonra kurulan Azatlık hareketi tarafından da benimsenmişti. 1992'de milliyetçiler Millî Meclis kurultayını topladılar ve Meclisin başkanı Fauziya Bayramova seçildi. Tataristan yetkilileri Meclis'in kurulmasına itiraz etmedi ama 1994 yılında, Tataristan ile federal merkez arasındaki yetkilerin sınırlandırılmasına ilişkin bir anlaşmanın imzalanmasının ardından, Kazan'daki bir mahkeme, Kurultay tarafından Millî Meclis'in oluşturulmasıyla ilgili kabul edilen yasaları reddetti.

  • Fakat son yıllarda;
  • • Gittikçe azalan yetki alanları,
  • • Tatar dilinin zorunlu devlet dili olarak öğretimden çıkarılması,
  • • Tataristan’da Cumhurbaşkanı görevinin kaldırılmasına yönelik adımlar Tataristan'ın özerkliğinin tehdit altında olduğunun gösterdi.

Rus milliyetçiliği ile Ortodoks söylemin artması gelecek açısından ciddi sıkıntılar oluşturuyor. Bu durumda diğer Türk toplumlarıyla kültür, eğitim ve sanat alanlarında bağların güçlendirilmesi Tataristan Türkleri açısından önem kazanmaktadır.