Yahudi aklı büyük oyunu İran’da kurdu

ADEM BİLAL
Abone Ol

İran, Ortadoğu’daki Şii potansiyeli harekete geçirip dengeleri yerinden oynatabilecek güce sahip tek ülkeydi. ABD siyasetine yön veren Yahudi aklı, coğrafyaya doğrudan müdahale yerine ‘Bırakalım Şiiler ve Sünniler birbirlerini tüketsinler’ aşamasına geçiş yaptı. Rejim değişikliği kaçınılmazdı. Şah, Kissinger’a ‘Niçin bana sırt çevirdiniz’ diyerek yalvar yakar olsa da büyük oyun piyonun feda edilmesini şart koşuyordu.

Bu yıl hem Ortadoğu coğrafyası hem de American Crusade / Amerikan Haçlı Seferleri açısından bir dönüm noktası olan 11 Eylül’ün yıldönümünde Washington’da sıradan bir ölüm hâdisesi vuku buldu. Sıradan diyoruz çünkü kimsenin pek de umurunda olmayan bir ölümdü bu. Ortadoğu açısından belki manşetlik bir haber olabilirdi ama gazetecilik mesleği çoktandır ayağa düştüğü için magazin ve hır-gür haberleriyle boğulan gündemin içinde kendine yer bulamadı.

Sahi, Henry Precht ismini duymuş muydunuz? 1979 İran devrimini bilhassa çalışmadıysanız bu isme denk gelme ihtimaliniz neredeyse imkânsız gibi. İran devrimi hakkında kalem oynatanların birçoğu bile bu isimden habersiz, öyle görünüyor. Bu bir eksiklik mi? Yazıyı okuduğunuzda kararı siz vereceksiniz.

Kim bu Henry Precht?15 Haziran 1932 yılında Georgia eyaletinin Savannah kasabasında doğan, baba tarafından Alman, sıradan bir Amerikan ailesinin çocuğu. 1953 yılında Emory Üniversitesi’nden mezun olur olmaz teğmen rütbesiyle ABD donanmasında göreve başlıyor. İlk görev yeri İtalya’nın Napoli şehrindeki Amerikan üssü. 1957 yılına değin Napoli’de kalıyor ve burada Amerikalı bir öğretmen ile tanışıp evleniyor. 1958 yılında Çalışma Bakanlığı’na giriyor, üç buçuk yıllık görevden sonra 1961 Ekim’inde ABD hariciyesine adım atıyor.

İran uzmanı Precht ne diyor?

Henry Kissinger.

25 yıllık hariciye görevinde daha ziyade İran, Mısır ve İsrail-Arap ilişkileri konusunda yoğunlaşan Precht, hem İran’ı hem de Arap dünyasını iyi bilen bir isim. Tescilli bir Ortadoğu uzmanı yani. Nitekim Precht’i 1972’den 1976 yılına değin ABD Tahran Büyükelçiliği’nde görev yaparken görüyoruz. Bu yıllarda İran’ı iyi çalışmış olmalı ki, 1978’de ABD hariciyesi tarafından İran Masası’nın başına getiriliyor ve 1980 yılına dek bu görevde kalıyor. Tam da bu yüzden İran’da yaşanan devrim sürecini anlamak açısından kulak kabartılması gereken biri.

Emekli olduktan sonra da zaman zaman Amerikan yönetimlerine akıl ve yön veren, tavsiyelerde bulunan Precht’in 2005 yılında Foreign Service Journal’da neşredilen “İran ile Savaşmak mı, Gerçeklerle Savaşmak mı?” başlıklı yazısında söyledikleri, zamanın ABD Başkanı oğul Bush’un kulağına küpe mahiyetinde.

“Savaş davulları bu kez İran için mi çalıyor? Irak işgalinin bir benzeri mi olacak? Evet, biz buna aşinayız ama şahsen böyle olacağını sanmıyorum. Bush yönetimi ideolojik açıdan buna motive olabilir fakat aptal da değil. Çünkü Irak savaşı ABD’ye pahalıya mal olduysa, İran'a karşı düşmanca tavırların maliyeti çok daha ağır olacak. Hatta Irak meselesi bedavaya gelmiş bile dedirtebilir.”

ABD’nin muhtemel bir İran işgaline karşı kaleme alınmış bir yazı bu. Nitekim böyle bir işgal teşebbüsünün çılgınlık olacağını söyleyip sebeplerini de tek tek sıralıyor.

İran’ı işgal etme fikri aptalca

- İran’ı Irak sanıp işgal etmeye kalkarsanız karşınızda 4 misli daha büyük bir ülke bulacaksanız. Ayrıca İran şehirleri geniş bir çöl alanına yayılmış durumda. 1979 Rehine Krizi’ndeki Desert One Operasyonu’nda ABD helikopterlerinin başına neler geldiği malum. Biri hidrolik sorunlarla karşılaşmış, diğeri kum fırtınasına yakalanmış, bir diğerinin ise motor kanadı çatlamıştı. Bunun üzerine operasyon iptal edilince daha büyük bir facia yaşanmış, geri çekilen helikopterlerden biri jet yakıtı taşıyan ABD nakliye uçağıyla çarpışınca 8 ABD askeri ölmüştü.

- İran’ın nüfusu da büyük, Irak’ın üç katı. Ayrıca komşularından farklı olarak yüzde 90’ı Şii olan bir nüfustan bahsediyoruz. İran, ciddi gerginlik zamanlarında kenetlenen bir halka sahip.

- Evet, İran halkının büyük çoğunluğu molla rejiminin gidişatından memnun değil, reform istiyor. Fakat bu halkın aynı zamanda ülkesiyle gurur duyan milliyetçi/vatansever kimliği göz ardı edilmemeli. Uzun yıllar süren İngiliz, Rus ve ABD nüfuzu, İran halkında; petrollerini çalıp bağımsızlıklarını zayıflatmak isteyenlere karşı tepki oluşturmuş vaziyette.

- İran'da savaş konusunda tecrübeli fanatik bir kitle söz konusu ve bir işgal durumunda küçük hücreler halinde örgütlenerek savunmaya geçeceklerdir. Böyle bir savunma hareketinin İran halkının sempatisini kazanacağına şüphe yok. Halktan da epey bir katılım olacaktır.

- İran ile savaşmaya kalkarsanız bu savaş sadece İran ile sınırlı kalmaz, bütün Ortadoğu’ya yayılma riski söz konusu.

- Bütün bu sebeplerle İran ile savaşmak hem çok kanlı olur hem de sonu gelmez. Bu vaziyette petrol fiyatları rekor seviyede fırlar, ABD’nin borcu artar ve dolar dibe vurur. Ayrıca böyle bir işgalde ABD’nin yanında duracak başka bir ülkeyi bulmak da zor. Irak işgalinde olduğu gibi bir koalisyon söz konusu olmayacaktır.

Molla rejimini kim ayakta tutuyor?

Aynı yazıdaki şu tespite ne dersiniz?

“Washington'un İran üzerinde devam eden baskısı molla rejimini destekliyor ve sıradan İranlıların ABD'ye karşı öfkelenmesine sebep oluyor. İranlılar, Amerika'ya karşı dostane duygular besleyen az sayıdaki Ortadoğu halklarından biri olduğu için bu durum büyük bir kayıp.”

Şimdi gelelim meselenin bam teline. İran devrimini anlamak açısından Precht’in ABD hariciyesi sözlü tarih projesi kapsamında kendisiyle yapılan mülâkatta söyledikleri ezber bozan cinsten. Baştan sona bütün hayatını anlattığı bu mülâkattan İran ile ilgili bölümü, Middle East Journal dergisi 2004 yılının ilk sayısında özel izinle neşretmişti.

Yahudi’den al haberi!

Precht, İran Masası’nın başına getirildiğinde Humeyni taraftarları ülkenin dört bir yanında Şah karşıtı gösteriler düzenliyordu, ortam hayli gergindi. Precht’in o günlere ve devrimin arka planına dair söylediklerine kulak verelim şimdi.

“İran Masası’na geldiğimde ilk ziyaretçilerimden biri Ortadoğu'yu avucunda tutan, İsrail büyükelçiliği görevlisi David Tourgamen'di. İran'da doğmuştu. Beni görmeye geldiğinde ‘Biz zaten Şah sonrası dönemdeyiz’ dedi. Şah'ın başının büyük belada olduğu belliydi ama bu sözü daha önce işitmemiştim. Sanırım bunu İran hakkında bildiklerine ve Tahran'daki gayrı resmî İsrail elçiliğinden aldığı bilgilere dayandırıyordu. Ben göreve geldikten kısa süre sonra başka bir hadise meydana geldi. Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın İran'dan yeni döndüğü ve Şah'la yaptığı görüşmeyi rapor etmek için Dışişleri Bakanlığı ile temasa geçtiği söylendi.

Şah bu görüşmede Kissinger’a bir avuç cahil mollanın bu kadar net organize edilmiş, bu denli etkili gösterilere liderlik etmesinin nasıl mümkün olduğunu anlayamadığını söylemiş. Onları yönlendiren başka bir güç olmalıymış. Bu işin arkasında CIA’in olduğu neticesine varmış. Kissinger’a CIA'in bunu kendisine niçin yaptığını sormuş. Niçin ona sırt çevirmişler ki?”

Bu bir kehânet değil

Şunu bilhassa zikredelim. Middle East Journal dergisi, 2000 yılında yapılan mülâkatı dört yıl sonra özel izinle neşrediyor ama bu nüshada İsrail büyükelçiliği görevlisinin adını göremiyoruz, isim sansüre uğramış. Şahsın David Tourgamen olduğu daha sonra kamuoyuna açıklanan tam metinde yer alıyor.

Precht’in bu mühim itirafında iki aktör söz konusu. İlki “İran'da doğmuş ve Ortadoğu’yu avucunda tutan” İsrail hariciyesinden David Tourgamen. İkinci aktör ise herkesin yakından bildiği, ABD’nin dış politikasına damgasını vurmuş Henry Kissinger.

Ve tesadüfe bakınız ki, her iki isim de Yahudi. İsrailli hariciyeci David Tourgamen’in ABD hariciyesi İran Masası Şefi’ni bile şaşırtan, âdeta bir kehanet gibi söylediği o cümleye ne demeli? “Biz zaten Şah sonrası dönemdeyiz.” Hemen peşinden İran’a giden Kissinger’e Şah’ın “CIA destek vermese mollalar bu gösterileri organize edemez. Bana niçin sırt çevirdiniz” diyerek sitem etmesi de ilginç, öyle değil mi?

Düşünebiliyor musunuz, ülkesini batı çizgisine getirmek için ömrünü harcamış seküler zihniyetli İran Şahı’nın üzeri İsrail ve ABD tarafından çoktan çizilmiş, bunu Yahudiler biliyor, ama ABD’nin İran Masası Şefi Henry Precht bilmiyor. Önce İsrailli hariciye mensubundan, sonra da bir Yahudi olan eski ABD hariciye bakanından işitiyor olan biteni.


  • Şah kimin adamıydı?
  • Burada akla şöyle bir soru geliyor. Ortadoğu politikasını İsrail’in güvenliği ekseninde belirleyen, bu konuda zinhar taviz vermeyen ABD;
  • - İsrail devletini kurulduktan iki yıl sonra tanıyan,
  • - İran petrolünü Trans-İsrail boru hattı üzerinden dünyaya pazarlayan,
  • - İsrail ile ortak füze projeleri geliştirmeye kalkan,
  • - İsrail hava kuvvetlerine İran hava sahasında eğitim imkânı sağlayan,
  • - Ticaret ve daha pek çok konuda Yahudilere ciddi imtiyazlar temin eden İran Şahı’nı hangi menfaat karşılığında gözden çıkardı?
  • İran Şahı’nın İsrail lehine tutumu öylesine açıktı ki, Humeyni neredeyse bütün muhalefetini bunun üzerine kurmuştu. 1969 yılındaki bir konuşmasında şöyle diyordu:
  • “Bu herif, İsrail’i bundan yirmi yıl önce resmi olarak tanıdı. En başından beri bu adam onların uşağıydı.”
  • Başka bir konuşmasında İran Şahı’nı yine İsrail taraftarı olmakla suçlayıp şöyle demişti:
  • “Bütün Müslüman ülkelere ve dünya Müslümanlarına bildiriyorum ki aziz Şia milleti, İsrail ve uşaklarından, İsrail ile uzlaşan devletlerden nefret ediyor. İsrail ile uzlaşmakta olan İran milleti değildir, İran milleti bu büyük günahtan uzaktır. İsrail ile anlaşma yapan, kesinlikle milletin destek vermediği bu hükümetlerdir.”

Humeyni’nin farkı yok

Şah’ın petrol konusunda ülkeye İsrailli uzmanlar getireceğini öğrenen Humeyni bir fetva neşretmişti. Fetvada “Bir İsrailli İran’a ayak basacak olursa, onu ortadan kaldırmak İran halkına farzdır” diyordu.

Evet, Şah, İsrail-ABD ekseninde biriydi ve bu durum sır filan da değildi. Fakat muhalefette iken atıp tutan Humeyni’nin iktidara geldiğinde Şah’tan pek de farklı olmadığı görüldü. İran-Irak savaşı sırasında İsrail’den yıllık 500 milyon dolara gizlice silah aldığı, Batı medyası tarafından ifşa edildi.

Büyük oyun için piyon feda edilir

Ruhullah Humeyni.

Konuyu dağıtmadan gelelim meseleye... Satranç oyununda kideler bellidir. Büyük oyun kurmak, rakibini mat etmek isteyenler, piyonlarını gözden çıkarmakta tereddüt etmezler. İran Şahı, İsrail/ABD çizgisinde hareket eden bir piyondan ibaretti ve kendisine verilen rol artık bitmişti. Ortadoğu’da yeni bir oyun kuruluyordu ve bunun için öncelikle İran'a format atılması gerekiyordu.

Peki, niçin İran? Çünkü İran, Ortadoğu’daki Şii potansiyeli harekete geçirip dengeleri yerinden oynatabilecek güce sahip tek ülkeydi. ABD siyasetine yön veren Yahudi aklı, coğrafyaya doğrudan müdahale yerine “Bırakalım Şiiler ve Sünniler birbirlerini tüketsinler” aşamasına geçiş yapmıştı. Rejim değişikliği kaçınılmazdı. Şah, Kissinger’a “Bana niçin sırt çevirdiniz” diyerek yalvar yakar olsa da büyük oyun piyonun feda edilmesini şart koşuyordu.

İran'daki rejim değişikliğinin hemen ardından bölgenin ikinci büyük Şii nüfusuna sahip Irak’ın oyuna getirilmesi elbet tesadüf değildi. 8 yıl süren, yaklaşık 1 milyon insanın hayatına ve milyarlarca dolarlık zarara mâl olan İran-Irak savaşına dâir Kissinger’ın yorumu, bugüne dek coğrafyada yaşanan her şeyi özetliyordu:

İRAN VE IRAK’IN AYNI ANDA KAYBETMEYECEK OLUŞUNA ÇOK YAZIK!