"AB’nin ülkemize yönelik yaklaşımının hakkaniyetli bir zemine oturacağına dair bir işaret göremedik"

SUAT YAHYAOĞLU
Abone Ol

AK Parti Grup Toplantısı'nda konuşan Başbakan Binali Yıldırım, Varna'daki AB zirvesi ile ilgili olarak, "Zirvede AB’nin Türkiye’ye hakkaniyetli bir yaklaşım sergileyeceğine dair bir işaret göremedik" dedi.

Başbakan ve AK Parti Genel Başkan Vekili Binali Yıldırım, AK Parti Grup Toplantısı'nda konuşuyor. Yıldırım dün Varna'da gerçekleşen AB ile Türkiye arasındaki toplantıya ilişikin, "AB’nin ülkemize yönelik yaklaşımının hakkaniyetli bir zemine oturacağına dair bir işaret göremedik" açıklamasını yaptı.

Başbakan Binali Yıldırım'ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:

Türkiye’nin AB karnesi tüm taahhütlerin yerine getirildiği, sadece AB tarafından kaynaklanan sıkıntılar ve siyasi engellemeler sebebiyle beklemeye alınan hususlardan oluşuyor. Buna karşılık AB’nin karnesi en başından beri ciddi kırıklarla, tutarsızlıklarla ve yalpalamalarla doludur. Yunanistan’la eş zamanlı olarak başlayan tam üyelik serüvenimiz, bir süre sonra bilinçli olarak ayrıştırılmış, burada ilk güven kaybı yaşanmıştır. Ardından ülkemizin tutarlı hiçbir sebep olmadan çok uzun süreli beklemeye alındığı dönemi gördük.

Daha sonra 1996’da gümrük Birliği süreci başladı. Türkiye ekonomisinin küresel rekabet gücünün gelişmesine önemli sayılabilecek katkı sağlayan Gümrük Birliği’nden esasen Avrupa ülkeleri bizden daha az bir fayda görmemiştir.

AK Parti olarak hükümete geldiğimiz dönemde AB meselesine çok önem verdik ve tam üyelik müzakerelerinin bir an önce başlaması için adımları süratle ve kararlılıkla attık.

AK Parti’nin iktidara geldiği ilk günlerini, sayın Cumhurbaşkanımız daha başbakan değilken bütün Avrupa başkentlerini dolaşarak bu konudaki samimi düşüncelerimizi onlarla paylaştık.

Brüksel’de 17 Aralık 2004’te yapılan AB zirvesi ilişkilerimiz bakımından önemli bir tarihtir. AB’nin ikircikli tavrına tepki olarak ortaya koyduğumuz kararlılık karşısında 3 Ekim 2005 tarihini tam üyelik müzakere takvimi olarak belirlediler.

Ancak bu tarihten sonra Avrupa Birliği geçmişte ve daha sonra da örneği görülmeyen bir takım uygulamalarla ülkemizin tam üyeliğini tabiri caizse tekrar bir belirsizlik sürecine sokmuşlardır.

Kıbrıs Rum Kesimi’nin birliğe tek taraflı kabulü ile başlayan, önümüze o kadar çok engeller çıkmıştır ki, konu artık üzüm yemek değil bağcıyı dövme noktasına kadar gelmiştir.

Nitekim 2006 yılı aralık ayındaki zirvede açılmış olan fasıllarla ilgili müzakerelerin askıya alınmasına, yeni fasılların açılmamasına karar verilmiş ve görüşmeler çıkmaza girmiştir.

Daha sonraki yıllarda müzakereye açılan fasıllar açılmış olsa da müzakeresi süren kritik fasıllar bloke edildiği için bu görüşmelerinde fazla bir anlamı olmamıştır. Halihazırda tam üyelik için 35 fasıldan 16’sı açılabilmiş, bunlardan bir tanesi kapanırken diğerleri beklemeye alınmış ve 14 fasıl da bloke haldedir.

Bu arada Suriye ve Irak’ta karışıklıklar var. Yönetim boşluğu, iç savaş nedeniyle Avrupa’ya yönelik bir mülteci akını ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine AB ile Türkiye arasında 2016 18 Mart’ında bir anlaşma imzalanmıştır.

Bu anlaşma, vize serbestisini, geri kabul anlaşmasını içeren bir sürecin başlangıcıdır. Haziran ayı sonunda o anlaşmaya göre vize serbestisi sağlanacak ve bu konuda da Türkiye’nin yapması gereken bir takım yasal düzenlemeler vardı.

Bizim bakımımızdan taahhütlerimizi yerine getirmemize rağmen. Avrupa’ya bir günde 7 bine kadar mülteci geçişini 50’nin altına düşürmemize rağmen bu anlaşmada yine muhatabımız AB üzerine düşen vecibeyi yerine getirmemiş, sözünü tutmamıştır.

Aynı şekilde mülteci akınının önüne geçmesi karşılığında ülkemizdeki Suriyeliler için taahhüt edilen 3,3 milyar euroluk maddi desteğin kullanılmasında da birçok bürokratik zorluklar ve engellemeler nedeniyle ilerleme sağlanamamıştır.

Bu arada bildiğiniz gibi hain 15 Temmuz darbe girişimiyle ülkemiz yüz yüze gelmiştir. Demokrasinin, özgürlüklerin, insan haklarının sürekli müdafisi olduğunu iddia eden AB, darbe girişimi ile birlikte, cılız açıklamalar dışında Türkiye’ye ciddi bir destek vermemiştir.

Tam tersi darbe girişimine karşı aldığımız tedbirleri fırsat bilerek işi yokuşa sarmaya başlamışlardır. Hatta Avrupa Konseyi, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından denetim sürecine sokularak 2014 öncesi duruma getirilmiştir.

Diğer taraftan her iki tarafında menfaatine olan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi çalışması da anlamsız bir şekilde beklemeye alınmıştır. Ülkemizin sınırlarının güvenliğini sağlamak, topraklarımız üzerinde yaşayan sığınmacıların huzur içerisinde evlerine, yurtlarına dönüşü için yürüttüğümüz operasyonlar da AB tarafından sürekli eleştiriye tabi tutulmuştur.

İşte öyle bir iklimde Varna’da bir toplantı gerçekleştirildi. Biz herkese olduğu gibi AB’ye karşı da hep açık ve dürüst davrandık. Varna’da da aynısını yaptık.

Tüm gerçekleri Cumhurbaşkanımız muhataplarımızın yüzüne bir kez daha söyledi, belgeleri, bilgileri kendilerine takdim etti. Bütün bunlara rağmen zirvede AB’nin ülkemize yönelik yaklaşımının hakkaniyetli bir zemine oturacağına dair bir işaret göremedik.

Avrupa Komisyonu 17 Nisan’da Türkiye ilerleme raporunu yayımlayacak. Bu raporda herhalde Türkiye’nin hayrına fazla bir şey olmayacağını tahmin etmek bir sır değil. Özellikle OHAL’den tutun, Afrin operasyonuna kadar bütün terör örgütlerinde mücadelede kullandığımız yöntemleri eleştireceklerinden tereddüdüm yok.

Buradan bir kez daha Avrupalı dostlarımıza sesleniyorum: Türkiye AB’ye olan bütün yükümlülüklerini yerine getirmiştir ve arkasındadır. Tam üyelik perspektifimizi muhafaza ediyoruz. Burada sorulması gereken soru, AB’nin Türkiye konusundaki kararı nedir? Avrupa yeni bir vizyonla, genişleme vizyonuyla, kucaklama vizyonuyla yoluna devam mı edecek? Yoksa kendi içine kapanarak bir yol mu yürüyecek? Neredeyse her konuda ülkemizin karşısında yer alan, müttefik ortaklık hukukuyla bağdaşmayacak açıklamalar yapan bazı Avrupa ülkelerinden istediğimiz şey, samimiyet. Başları sıkıştığında ülkemize koşan, tekerleri düze çıkınca yan çizen bir ülkeler topluluğu sadece bize değil, hiç kimseye güven vermez.

Bazı Avrupa ülkeleri liderleriyle yaptığımız temaslarda, Türkiye’nin çok hayati sorunlarına olna yaklaşımlarını gördükçe nasıl bu derece konulara ilgisiz, konulara uzak düşebildiklerini anlamakta zorlanıyoruz. Suriye’de insani hassasiyetle operasyon yürüten ülke konumundaki Türkiye’yi, bazen insan haklarını ihlal etmekle, hatta daha da ileri gidip işgal gibi söylemlerle suçlayan ülkeler maalesef kendi tarihlerini, kendi geçmişlerini unutmuş gözüküyorlar. Biz, tek bir masumun burnu kanamasın diye kılı kırk yararak ilerlerken terör örgütünün evlerden hastanelere, oyuncaklardan kutsal kitaplara kadar her şeyi bombalarla tuzakladıklarını görmeyenlere söyleyecek söz bulamıyoruz.

Terör örgütlerinin yerlerinden etti. Milyonlarca insana yıllar boyu ev sahipliği yapan, onların geleceğe, hayata tutunmalarını sağlayan Türkiye’yi takdir etmek yerine, bu insanlara güvenli gelecek sağlamak için Türkiye’nin yaptığı operasyonları eleştirmek asla iyi niyetle bağdaşmıyor. Fırat Kalkanı bölgesine dönen mülteci sayısı 160 bini buldu. Zeytin Dalı Harekatı bölgesinden teröristlerden ve patlayıcılardan arındırdığımız yerlerde yüzbinlerce kardeşimizin döneceğini biliyoruz.

Avrupa’nın güvenliğinin, Türkiye’nin güvenliğinden, Türkiye’nin güvenliğinin de Suriye ve Irak’tan geçtiğini de biz bu Avrupalı dostlarımıza da nedense anlatamadık. Onlar anlasa da anlamasa da bizim önceliğimiz, ülkemizin, milletimizin güvenliği, bekası olmaya devam edecek. Diğer her şey bunun arkasından gelir.