Antik dönemden günümüze: İki farklı imparatorluk iki farklı yönetim biçimi

SERDAR CÜLÜK
Abone Ol

İmparatorluklar yönettikleri topraklardaki farklı kültür ve inançtaki insan topluluklarını kontrol etmek için farklı stratejiler geliştirmişlerdir. İşte bu yazımızda birbirinden çok farklı iki yönetim biçimini ele alacağız: Ahameniş İmparatorluğu ve Makedon (İskender) İmparatorluğu.

Ahameniş İmparatorluğu Büyük Kiros tarafından MÖ 550 yılında kurulmuş ilk Pers İmparatorluğu'dur. MÖ 330 yılına kadar içerisinde Anadolu, İran, Mezopotamya, Mısır ve İndus Vadisi'nin de bulunduğu 5,5 milyon kilometre karelik bir alanı kontrol etmişlerdir. Bu geniş imparatorluğun başkenti ise Persepolis’tir. Fetihlerle geniş coğrafyalara yayılmışta olsa imparatorluğun ekonomisi temelde tarıma dayalıdır.

Şekil 1: Ahameniş İmparatorluğu.

Makedon İmparatorluğu ise Büyük İskender'in MÖ 336 yılında başa geçmesi ile yükselen ve MÖ 30 tarihinde son bulan devlettir. Bu süreçte Büyük İskender tüm Pers topraklarını kısa sürede fetih ederek Hindistan'a kadar dayanmıştır. Kendisi genç yaşta hayatını kaybedince imparatorluk 4 parçaya ayrılarak varlığını sürdürebiiştir. Tarihte Büyük İskender ile başlayan bu döneme Helenistik Dönem denir.

Mısır Piramitleri nasıl yapıldı?
Hayat

Şekil 2: Büyük İskender İmparatorluğu.

Kendi dönemleri için oldukça gelişmiş ve etkili olan Pers ve Yunan kültürleri aynı topraklar üzerinde hüküm sürmüş bile olsalar yaptıkları kültürel etki birbirinden çok farklı olmuştur. Bilindiği üzere Helenistik kültürün etkisi sadece fetih edilen topraklarda değil fetihlerin ötesindeki kültürlerde de görülmüştür. Bunu hem Helenistik sanat tarzı olarak çanak çömleklerde, hem de kültürel ve dini bağlamında Mısır’dan, İran’a oradan da Hindistan’a kadar yaptığı etkinin izlerinden anlıyoruz. Bu iki zengin kültürün yönettikleri yerler üzerinde yaptıkları etki farklılığı, temel de yönetim tarzlarından kaynaklanmaktaydı.

BüyükKiros ile başlayan Ahameniş İmparatorluğu vergilerini verdikleri takdirde tüm ulusların eşit bir şekilde yaşabileceklerini belirtmişlerdir. Yani, yönettiği milletlerin inançlarına, kültürüne ve yerel yönetim haklarına karışmamışlardır. Persler, yönettikleri topraklarda yaşayan milletlere tanıdıkları bu haklarla onların isyan etmelerinin önüne geçmek istemişlerdir. Hatta kendinden önceki imparatorlukların yaptığı gibi sürgünlerle halkı parçalamak yerine onları asıl topraklarına göndererek kendilerine bağlılıklarını sağlamışlardır. Yönetimin halk ile teması ise toprak ağaları ve yerel yöneticisınıflarıylaydı. Halka karşı bir yakınlık ve kültürel empoze durumu söz konusu olmadığı gibi yönettikleri yerlerde geniş mimari faaliyetlere girme gereğinde de bulunmamışlardı. Yani şatafatlı Antik Pers kültürü bir ‘’üst sınıf kültürü’’ olarak kalmıştı.

Şekil 3: Günümüzde Shiraz kenti yakınlarında bulunan Persopolis Kentin'de bulunan Darius Sarayı.

Antik Yunanlılarda ise durum oldukça farklıydı. Onların ekonomisinin daha çok ticarete dayanıyor olması, kültürel etkileşimleri ve sonuçlarını iyi bilmelerine neden olmuştu. Bu bilgiden dolayı İskender, Helenleştirme adı verilen bir yöntemi uygulamaya başladı. Helenleştirme, Antik Yunan yaşam tarzı ve inancının, Yunanlılar tarafından barbar olarak görülen -aslında hiçte öyle değildir- doğu halklarına empoze edilerek melez bir kültürün oluşturulmasıdır. Büyük İskender için bu politikanın temel amacı fetih ettiği topraklardaki halkları daha kolay kontrol edebilmektir. Kendisi fetih ettiği yerlerde şehirler kurdurdu, yunanlıları o şehirlere yolladı ve yönetici sınıfı ile halk arasında evlilikler yaptırdı. Şehirlerin kurulmasıyla birlikte başlayan Helenleştirme süreci bir baskı altında gerçekleşmiştir. Yunan kültürü o şehirlerde yaşanacak ve yayılacaktı. Yapılan bu politika sayesinde fetih edilen topraklarda melez bir kültür oluşmuş oldu.

Şekil 4: Herkül ile birlikte tasvir edilen Buda. Ghandara, MS 2. yüzyıl. Eser günümüzde Britanya Müzesi’ndedir.

Antik dönemlerde karşımıza çıkan bu iki farklı sistemi yakın tarihimizde de görmekteyiz. Osmanlı İmparatorluğu, Perslerin yönetim biçimine benzer bir sistem uygulamışken, batı dünyası ise Büyük İskender’in yolundan gitmiştir. Asırlar boyunca Osmanlı’nın kontrolü altında kalan halkların kendi dil ve kültürlerini koruyabildiği görülürken, aynı milletlerin batılı emperyalist devletlerin kontrolünde kısa zamanlarda kültürel deformasyona uğradıklarını görüyoruz. Bunun en büyük kanıtı ise sömürgelerin resmi dilleri olarak konuştukları batılı dilleridir.

Bu iki sistemin siyasi ve etik değerlendirmesi elbette olacaktır. Bunun değerlendirmesi okuyucuya bırakılarak, bu değerlendirmeyi yaparken bunları uygulayan ulusların; düşünce yapılarına, siyasi ülkülerine ve dönemin koşullarına bakmanın gerekliliğini de unutmamak gerekir.