İnsan hakları üzerine çekilmiş 5 film

HAKAN KARA
Abone Ol

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi‘nin ilk maddesi “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.” ifadelerine yer verir. Dünyaca ünlü evrensel beyannamenin daha ilk maddesi günümüzde onlarca kez ihlal ediliyor. Bu mevzuda sinema endüstrisi üzerinde birçok film çekildi. Bunlardan kalite olan 5 tanesini sizler için derledik.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ilk maddesi günümüzde onlarca kez ihlal edildi: haksızlığa uğrayan birçok insan var. İnsan hakları üzerine düşünen, düşündüren onlarca film çekildi. Sizin de önerebileceğiniz filmler varsa bize gönderebilirsiniz. İnsan hakları üzerine çekilmiş kaliteli 5 yapımı sizler için derledik.
1. Schindler’in Listesi – 1993 - Schindler’s List - IMDb puanı 8.9
1993 ABD yapımı Schindler'in Listesi (İngilizce: Schindler's List), yönetmenliğini Steven Spielberg'in yaptığ önemli filmlerden biridir. II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'in uygulamış olduğu soykırımdan binin üzerinde Polonya yahudisinin kurtarılmasında rolü olan Oskar Schindler'i ve bu kurtarmayı konu edinen film, 321 milyon dolar gişe hasılatı elde etmiş ve Akademi, Altın Küre, BAFTA ve Grammy ödülleri kazanmıştı. "Tüm zamanların en iyi filmleri" konulu çeşitli listelerde üst sıralarda bulunan film, Amerikan Film Enstitüsü'nün güncel listesinde 9. sırada yer almaktadır. "Schindler'in Listesi", 2004 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir.

Film, soykırım zamanında bin 100'den fazla yahudinin hayatını kurtaran Nazi partisine üye, çapkın ve savaş yanlısı bir adam olan esrarengiz Oscar Schindler'in tarihten hiçbir zaman silinmeyecek olan gerçek hikayesini “bazı gerçekleri yansıtmayarak” anlatıyor. İnsanlık tarihin kara dönemlerinden biri olarak anılacak bir zamanda yaptığıyla farklılık oluşturan bir adam ve bu soykırımdan kurtulmayı başarabilmek bir zafer hikayesi midir?

II. Dünya Savaşı, Nazi Almanyası. Oskar Schindler Almanya'ya iş kurmak amacı ile gelir. Fakat beş kuruşu yoktur. Kendi deyişiyle sunum yeteneği sayesinde birçok üst düzey Alman SS subayı ile dost olur. Bu sırada Yahudi Soykırımı başlamıştır. Schindler'in fabrikası artık getto kamplarındakilerin cennet kapısı olmaya başlamıştır. Schindler´in yardımcısı Itzhak Stern de bir Yahudidir. Stern, Schindler'in fabrikasının idaresini yürütürken, bir yandan da belgelerde yaptığı değişikliklerle birçok Yahudi'yi Alman savaş gücü için gerekli göstererek, fabrikaya alır ve toplama kamplarına gönderilmekten kurtarır. Almanya'nın teslim olması ile beraber, halen bir Nazi partisi üyesi ve kendi deyişiyle köle işçilerden kazanç sağlayan bir kimse olduğu için Schindler, Sovyet askerlerinden kaçmak zorundadır. SS korumalarına, evlerine bir katil veya insan olarak dönmenin ellerinde olduğunu söyler ve askerler esirlere dokunmadan fabrikayı terk ederler. Gece, işçileri ile vedalaşması esnasında, işçiler Schindler'e gerekirse delil olrak sunması için her birinin imzaladığı ve onlar için bir katil olmadığını izah ettikleri bir mektup ile üzerine Talmud'dan "Kim ki bir insanın hayatını kurtarır, o tüm Dünya'yı kurtarır" sözünün işli olduğu, bir işçinin altın dişinden dövdükleri bir yüzük verirler. Schindler, duygulanır ve ağlayarak tüm bunların yeterli olmadığını, elinden gelenden daha fazlasını yapmış, daha fazla insan kurtarmış olabileceğini söyler. Ertesi sabah, Schindler Yahudileri, doğan güneş ile uyanırlar ve gelen bir Sovyet askeri tarafından artık özgür oldukları söylenir. Birlikte, yiyecek bulmak adına yürüyen işçiler, sahnenin değişmesi ile birlikte, Oskar Schindler'in Kudüs'de bulunan mezarına doğru yürüyen, günümüz Schindler Yahudileri'ne dönüşür. Filmde son olarak, Schindler'in kurtardığı yaklaşık 1100 kişinin soyundan gelenlerin, filmin çekildiği tarihte yaklaşık 6000 kişi olduğu ve bir zamanlar milyonlarla ifade edilen Polonya Yahudileri'nin artık 4000'den daha az bir sayıyla ifade edildiği seyirciye yansıtılır.

Film her ne kadar “bir film” olsa da gerçekleri tam olarak aktarmamış, Yahudilerin yaşadıklarını “birazcık” değiştirerek beyazperdeye aktarılmıştır. Filmde Oskar Schindler'in Çekoslovakya'da Almanya adına casusluk yaptığından bahsedilmez. Ayrıca savaş sonuna kadar Nazi Partisi üyesidir. Savaştan sonra kurtardığı insanların finansal desteğiyle ayakta kalması, hatta masraflarını geri istemesi gibi konulara değinilmemiştir. Film karakteri Stern adlı sadık muhasebeci de birkaç kişinin özleştirilmiş halidir ve fabrikayı muhasebecilerinin yahudi bağlantılarından çok ucuz bir fiyata almıştır. Schindler'in fakirlik ve yokluk içinde öldüğü de betimlenmeyen gerçeklerdendir.
2. Açlık - 2008 - Hunger - IMDb puanı 7.6
'Battaniye protestosu' ile tarihe geçen ve hapishanede açlık grevindeyken milletvekili seçilen Bobby Sands'ın hikayesi anlatılır.

9 Mart 1954, İrlanda doğumlu Bobby Sands, İrlanda Cumhuriyet Ordusu'na katılır. 1972 yılında, evini 'cephane' olarak kullandığı için (4 silah bulundu) 4 yıl hapse mahkum edilir. Hapisten çıkan Sands, 'normal' bir hayat sürdürmeye başlar. Bir patlama esnasında üç arkadaşıyla birlikte sadece orada olduğu için suçlu bulunan Sands'ın, arama sonucunda aracından çıkan bir silah, 'mahkumiyet delili' olarak gösterilir ve 14 yıl hapis cezasına çarptırılır. Sands'ın tarihe “battaniye protestosu” olarak geçen 'tek tip üniforma giymeyi reddetmesi' (tek tip üniformanın amacı, mahkumları kendilerine 'kişiliksiz' olarak gösterip, buna inanmalarını sağlamak ve psikolojik baskı yapmaktı) ve siyasi suçlu olması, günlerce işkence görmesine sebep olur. Üniforma giymeyi reddeden mahkumlar, İngiltere'nin direncini kıramamıştı. Üşümemeleri için battaniye verilen 'mahkumların soğuktan donmalarını engelleme' bahanesiyle havalandırma da yasaklanınca, ülkenin 'suçlu' görünmemek için mahkumları öldürmemesi gerektiği iyice açığa çıkar. Dayanılmaz işkencelere maruz kalan mahkumlar, isteklerini yerine getirmeyen görevlilere ve İngiltere'ye karşı direnişe devam ederek 'yıkanmama protestosu'nu başlatırlar. İrlanda Cumhuriyet Ordusu'ndan, İngiltere Parlamentosu'na 'milletvekili' seçilen Sands, açlık grevinin 66. günündedir. Adına eylemler düzenlenen Sands, milletvekili seçildikten 3 hafta sonra hayatını kaybetti
3. Özgürlük Yürüyüşü - 2014 - Selma - IMDB puanı 7.4
Bir Afrikalı-Amerikalı Baptist papaz ve Amerikan yurttaş hakları hareketi önderi olan Martin Luther King, Jr. Dünya genelinde şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınmaktadır ve 1964 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazanmıştır. Ayrıca, 1977 yılında, ölümünden 9 yıl sonra, eski ABD başkanı Jimmy Carter tarafından Başkanlık Özgürlük Ödülü'ne layık görülmüş ve onuruna Martin Luther King Günü kutlanmaya başlanmıştır. King'in en bilinen ve etkili konuşması "Bir Hayalim Var"'dır. Hakkında onlarca film çekilmiştir. Bunlardan bir tanesi de Özgürlük Yürüyüşü adlı filmdir. King, 4 Nisan günü öğleden sonra saat 6'da Memphis'teki Lorraine Motel'in balkonunda uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. Hayatini siyahi insanların haklarına adamıştır ve öldüğünde 39 yaşında olmasına rağmen otopsi doktorunun ifadesiyle “60 yaşında bir insanın kalbine sahipti”

21 Mart 1965 günü, Martin Luther King'in önderliğindeki on binlerce insan Selma ve Montgomery şehirleri arasında yürüyüş gerçekleştirerek, Siyah nüfusun haklarını çiğneyen Alabama eyaletine karşı başkaldırıyordu. Tarihe geçen olayların ellinci yılında, 'Özgürlük Yürüyüşü - Selma' filmi Siyahi halkın sivil hakları için yılmadan mücadele eden Martin Luther King'in hikayesini anlatıyor.

1965'te Alabama eyaletinin Selma kentinden eyalet başkentine giden 87 km'lik bir yol vardı. Bu yolda o dönem ABD tarihine geçen üç protesto yürüyüşü gerçekleştirildi. Martin Luther King'in öncülük ettiği bu yürüyüşler, kamuoyunu harekete geçirdi ve dönemin ABD Başkanı Johnson Oy Hakkı Kanunu konusunda köşeye sıkıştı. Nihayetinde protestolar etkili oldu ve kanun çıktı. Değişen Amerika'nın hikayesini anlatan filmin yönetmenliğini Ava DuVernay'ın üstlenirken filmin senaryosu Paul Webb'e ait.

1965 yılının 7 Mart günü bir grup aktivist siyah nüfusun hakları için toplanarak Edmund Pettus Bridge köprüsünün önüne geldi. Şerif Jim Clark'ın emirleriyle, barışçıl biçimde yürüyüş yapan gruba güvenlik güçleri daha önce görülmemiş bir şiddetle müdahale etti; tarihe geçecek üç 'Selma' yürüyüşünün ilki kanlar içinde sonuçlandı. Olayların akşamı şerif Clark, ulusal bir ayaklanmanın fitilini ateşlediğinden habersiz, Ku Klux Klan'dan dostlarıyla müdahaleyi ve beyaz ırkın üstünlüğünü kutluyordu.

Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en kanlı müdahalelerinden birine sahne olan köprü bugün hala dimdik ayakta ve ayrımcılığın sembollerini yaşatmaya çalışırcasına sahibinin ismini taşıyor: Edmund Pettus Bridge. Selma şehrinin çıkışında, Alabama nehrini geçmeye yarayan köprüyü yaptıran Senatör Edmund Pettus, aynı zamanda Ku Klux Klan'in eyalet sorumlusuydu. Başkan Barack Obama, geçtiğimiz 7 Mart tarihinde yapılan anma töreninde, bundan elli yıl önce polis müdahalesi nedeniyle karşıya geçemeyenlerle el ele vererek köprüyü geçmişti.

Kaynaklar: Wikipedia.com, Sinefesto.com,
4. Cezayir Bağımsızlık Savaşı – 1966 - La battaglia di Algeri - IMDb puanı 8.1
Cezayir Bağımsızlık Savaşı 8 yıl sürerken, 2 milyon köylü toprağını terk etmek zorunda kaldı, 250 bin Müslüman Cezayirli yaşamını yitirdi. 1 Temmuz 1962'de yapılan referandumda 6 milyon kişi bağımsızlık lehinde, 16 bin kişi aleyhte oy kullandı.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Cezayirli Müslüman Araplar ile Avrupalı Cezayirlilerin arasındaki sürtüşmenin, 130 yıllık koloni yönetimine karşı bir isyana dönüşmesiyle başladı. Demokratik Özgürlüklerin Zaferi Hareketi (MTLD) adını alan Cezayir Halk Partisi 1950'de Fransız yönetimine karşı eylemlere başladı. 1952'de önemsiz bir suçtan yargılanan Ferhat Abbas'ın davası yönetimi hedef alan bir propaganda aracına dönüştü. MTLD ve Cezayir Ulema Cemiyeti yöneticileri de Arap devletlerinden destek sağlama çabalarını yoğunlaştırdı.

Bağımsızlığına yeni kavuşan Fas ve Tunus'un Cezayir sorununa bir çözüm bulmak amacıyla 1956'da görüşmeye çağırdığı Cezayirli önderlerin yakalanarak hapse atılması, ayaklanmanın daha da genişlemesine neden oldu. Ertesi yıl direnişçiler şiddet eylemlerine başladı. Cezayir'e gönderilen Fransız paraşütçü birlikleri bu girişimleri engelledi ve yoğun işkence uygulaması başladı. Direnişçilerin sızmalarını engellemek amacıyla Cezayir'in Tunus ve Fas sınırına dikenli tel örgüler çekildi. Bu engelin gerisinde kalan 30 bin kişilik Cezayir ordusunun saldırılarını sürdürmesi üzerine, Fransızlar Şubat 1958'de bir Tunus sınır köyünü bombaladı. Bu olay Fransa - Tunus ilişkilerinin gerginleşmesine ve Birleşik Krallık ile ABD'nin ara buluculuk girişimlerine yol açtı.

1950'lerin ikinci yarısında geçen film, Cezayir'in Fransa sömürgesi altından kurtuluşunun öyküsünü anlatıyor. Fransa tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Cezayir direniş örgütü FLN'nin dört yöneticisinin yakalanması etrafında dönen hikayede, işgal altındaki bir ulusun direnişi resmediliyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo bulunuyor. Oyuncu kadrosunda ise Brahim Hadjadj, Fusia El Kader, Jean Martin, Yacef Saadi, Samia Kerbash yer alıyor.
5. Babam İçin - 1993 - In the Name of the Father - IMDb puanı 8.1
Basit kaygıları olan saf İrlandalı genç Gerry Conlon, 70'li yıllarda Londra'ya gelir. Kendini hayatın akışına kaptıran delikanlı burada bir işgal evinde serbest bir hayat yaşayan gençlerle birlikte zaman geçirmeye başlar. Bir polis baskınında hiç ilgisi olmadığı 1974 Gyildford bombalamasından sorumlu tutularak tutuklanır. O dönemin İngiltere'sinde şimdikinden çok farklı olarak, terörle mücadele adına insan haklarının hiçe sayıldığı uygulamalar olmaktadır. Yoğun fiziksel ve manevi işkencelerin baskısı altındaki Gerry'nin ömrünün sonbaharındaki masum babası da, suç ortağı olarak hapse atılır. Kadın bir avukatın yıllar süren çabalarının da yardımıyla, Gerry maruz kaldığı adaletsizliğe direnmeye başlar. Dünyanın bir çok ülkesinde benzer şeylerin yaşanıyor olmasının politik gücü, Jim Sheridan'ın bu filmine 7 Oscar verilmesinde ne kadar etkili oldu bilemeyiz ama; Daniel Day-Lewis ve Emma Thompson gibi iki güçlü oyuncu yan yana geldiklerindeki etki azımsanamaz.