İnsanlığın öyküsü: Samsara
Samsara, doğa, maneviyat, din, üretim, tüketim, yaşam, ölüm, dünyanın birleşik bir hale geçmesi, tekdüze insanlar, robotlaşan işçiler, maddeleşen kadınlar, amaçsızca savaşan askerler, yıkılan dünya ve insanoğlu… Ron Fricke imzalı bir sıfır diyaloğu, bol müzikli bir görsel şölen…
Samsara, Sanskrit kökenli modern dillerde dünya anlamına gelirken, Budizm ve Hint mitolojisinde ise reenkarnasyon anlamına gelmekte.
Uzak Doğu Asya dinlerinde doğum, yaşam, ölüm, yeniden doğuş varoluş ve yok oluş, yani kısaca varlık şeklinde tasvir edilen Samsara, aynı zamanda Budizm’de de içinden çıkılıp sonsuz mekân ve zamanın yakalanmaya çalışıldığı döngüdür.
Samsara filminde kum taneleriyle ondan fazla kişinin bir araya getirdiği Mandala ismindeki, yani sessizlikle ulaşılan özgürlük, sanatın darmadağın edilişi, yok oluş kavramına bir göndermedir. Doğuyoruz, büyüyoruz ve ölüyoruz. Öleceğiz, çünkü ölmeye mahkûmuz. İki karanlık rahim arasında bir aydınlık olan dünyaya geldiğimizde öğrendiğimiz ilk kavramdır ölüm. Ama öldürmek bu döngünün dahlinde değil ve olmayacak. İçimizdeki yok etme güdüsünün bir karşılığı yok. Doğal değil, hiçbir kültürde, inanışta ve felsefede yok. Yıkıyoruz ve bize emanet edilen bütün değerleri doğayla beraber gömüyoruz ancak bunun da bir intikamı olacak. Bu intikam bütün âlemlerde hissedilecek ve biz Samsara’dan bu şekilde çıkacağız. Yanan ateşe attığımız her odun canımızı yakacak.
Samsara, 6 yıl önce 25 farklı ülkede, usta yönetmen Ron Fricke’in gözünden çekilmiş bir kültür ve dünya birleşmesi. Samsara’ya ilk bakışta, öğretilen kurallar ile dayatılan kurallar arasında sıkışmış insanlığın hikâyesi diyebiliriz. Anlatımın olmaması, yorumu seyirciye bırakıyor ve bu şekilde, film-belgesel kategorisinde olan yapımdan herkes kendi hikâyesini çıkarıyor.
Geri dönüşümü olmayan kaynakları tüketmek için birbiriyle yarışan milletlerin çağını yaşıyoruz. Düzeltmek için uydurduğumuz her yeni uyuşukluğumuz hayatımızı biraz daha bitiriyor. Yaşamın kendini yenilemesine izin vermeyecek her yeniliğin altına imza atmaya devam ediyoruz.
İnsanları, ahlak kavramının hangi kuramıyla yavrularını ezip tavuklarına yedirmeye ikna edebiliriz? Sütünüzden daha fazla tüketebilmek için memelerinize demir bağlasalar bu durumdan memnun kalır mıydınız? Başımıza bu kadar bela açmamız pişkinliğimize asla engel olmuyor. Obezite ile mücadele yolunda midelerimize kelepçe taktırıyoruz ancak bunun bir musibet olabileceğini aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz.
Zihinlerimizi insanlığın bakiyesi üzerine yorup; biraz varoluş hesaplaşması, biraz vicdan ve özveri gösterdiğimizde çok şeyi değiştirebiliriz. Şikâyetlerimin hepsi dünyayı maruz bıraktığımız tahribat üzerine. Dolaylı yollarla canımıza kast ediyoruz. Kendimizi ve çevremizi sevip, bu bitmez tüketim rüyasından uyanmamıza yardımcı olacağını düşündüğüm için size Samsara’yı anlatmak istedim, şimdiden iyi seyirler…