Sultanahmet’te görülecek 10 yer

HABER MASASI
Abone Ol

İstanbul surları, camileri, sarayları, müzeleriyle adeta yaşayan bir tarihtir. Bu tarihe tanıklık etmek hatta dokunmak, nostaljiyi hissedebilmek için çok uzaklara gitmeye gerek yok. Çünkü İstanbul her köşesinde tarihi olaylardan kesit taşır. İşte İstanbul'da turistlerin ilgi odağı olan, görülmesi gereken yerler...

0. Ayasofya
Sınırsızlığı ve görkemiyle yerli yabancı çoğu turisti şaşırtan ve görmek için mutlaka vakit ayrılması gereken mekanlardan biri de Ayasofya Müzesi'dir. Bizans İmparatoru 1. Jüstinyen tarafından yaptırılmış daha sonra ise Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüş olan Ayasofya tarihi hissetmek, şahit olmak isteyen bir çok turisti ağırlamaktadır.
0. Topkapı Sarayı
Topkapı Sarayı, 1459 – 1465 yılları arasında Fatih Sultan Mehmet tarafından ikametgah olarak yaptırılan saraydır ve Osmanlı'nın en köklü saraylarından biridir.

Topkapı Sarayı tek bir bina olarak değil Osmanlı'nın göçebe ve çadır kültürünü yansıtır şekilde dört büyük avlu ve köşkler olarak yapılmıştır. Saray, 4 yüzyıl boyunca yönetim merkezi olarak kullanılmasının yanı sıra asker ve memur yetiştiren Enderun Mektebi'ne ev sahipliği yapması nedeniyle de önemlidir. Saray, 18. yüzyılda saray ailesinin Dolmabahçe Sarayı'na taşınması ile boşaltılmıştır. 1924 yılında müzeye dönüştürülerek ziyarete açılmıştır.
0. Yılanlı Sütun
Diğerli adı ile Burmalı Sütun, İstanbul'un Sultanahmet semtinde yer alan Hipodrom'dan kalan, birbirine dolaşmış üç piton yılanının tasvir edildiği bronzdan yapılmış Antik Yunan anıtıdır.
MÖ 479 yılında Platea Savaşında Persleri yenen birleşmiş 31 Yunan şehri, savaşta elde ettikleri bronz ganimetleri eriterek bu eseri yaptırtmış ve Delfi'deki Apollo mabedinin karşısına dikmişlerdi. Apollon'un üç başlı bir yılanı öldürdüğüne dair mitolojik anlatı nedeniyle sütunun yapımında birbirine dolanmış üç yılandan figürü seçilmişti…
Sütun, çan biçimli bir kaidenin üzerinde yer almaktaydı. Sütunu oluşturan yılanların kafaları üzerine ise altın veya altın kaplama olduğu düşünülen kazan yerleştirilmişti. Kazanda hiç söndürülmeyen bir ateş yanmaktaydı. Yekpare döküm tekniği ile içi boş olarak yapılmış olan sütun 6,5m. yüksekliğindeydi; yüksekliği kazanla birlikte 8metreyi buluyordu.
Savaşın kahramanı Sparta kralı Pausanias, anıtın kaidesi üzerine kendisini zaferin tek kahramanı gibi gösteren bir yazıt yazdırmıştı. Fakat kısa bir süre sonra yazıt Spartalıların isteği üzerine silinerek, Perslerin yenilmesinde rol oynayan 31 Helen şehir devletinin adları doğrudan doğruya sütun üzerine kazınmıştır. Sütuna kazınmış isimler, bugün Kuzeydoğu yönüne rastlayan (Sultanahmet Camisi'ne bakan) yüzünde halen görülebilmektedir. Lakonya alfabesine göre yazılmış olan yazıtlar 13. kıvrımda başlamakta, alt alta gelmek suretiyle 2. kıvrıma kadar devam etmektedir. 3. ve 13. kıvrımlar arasındaki 11 kıvrımın üzerinde yazı bulunmaktadır. Bu listede yalnız Plataia Savaşı'na değil, tüm Pers savaşlarına katılan Helen şehir devletlerinin zikredildiği anlaşılmıştır.
Sütun'un sanatçısı ve yapım yeri bilinmemekle birlikte dönemi itibarı ile bronz döküm tekniği ile ünlü Yunanistan'daki Aigina Adası'nda yapılmış olmasının muhtemel olduğu ifade edilmektedir.
Sütunun üstüne yerleştirildiği düşünülen altın kazan, MÖ 357-346 yılları arasında savaş masraflarını karşılamak için eritilmiştir. Bu tarihten sonra, anıtın sadece üç yılan sarmalından oluşan ve bugün Yılanlı Sütun olarak adlandırdığımız sütun kısmı kalmıştır. Sütunun Delfi tapınağına dikildikten sonra tapınağı ve şehri yılan, akrep gibi zararlı sürüngen ve böceklere karşı koruması için güçlü büyüler yapıldığına inanılmaktaydı.
İstanbul'un Klasik döneminden günümüze kadar ulaşmış en eski büyük boyutlu anıttır. 29 boğumu günümüze ulaşan bronz sütun, MÖ 479'da Pers ordusu karşısında birleşen Yunan şehirlerinin kazandığı zafer anısına yapılmış ve Delfi'deki Apollo mabedine dikilmişti. Eserin İstanbul'a İmparator Konstantin tarafından 324 yılında getirildiği kabul edilir. Şehri böceklere ve sürüngenlere karşı korumak için büyülü güçlere sahip olduğuna inanılırdı. Günümüze 5metrelik bölümü gelebilmiştir; alt ve üst kısmı kırıktır. Yılanlı Sütuna ait yılan kafalarından ikisi kayıptır; üçüncü kafa İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir.

0. Dikilitaş
Theodosius Dikilitaşı, veya yalnızca Dikilitaş, Sultanahmet Meydanı'nın güney tarafında, Yılanlı Sütun'un yanında bulunan bir Antik Mısır dikilitaşıdır. Dikilitaş ilk olarak Mısır firavunu III. Tutmosis tarafından MÖ 15. yüzyılda yaptırılmış ve Karnak tapınağının yedinci pilonunun güneyine dikilmişti. Roma imparatoru II. Constantius MS 357 yılında dikilitaşı tahtta bulunuşunun 20. yılı onuruna Nil ırmağı üzerinden İskenderiye şehrine getirtti. Daha sonra, MS 390 yılında imparator I. Theodosius dikilitaşı gemi ile İstanbul'a getirterek Hipodrom'da şimdiki yerine diktirdi. Ağırlığı yaklaşık olarak 200 ton'dur.

Şark Mektupları kitabının sahibi Lady Montagu, 1718 tarihindeki mektupların birinde şunları yazmıştır: Bu taş, murabba şeklinde yontma taştan bir ayak üzerine mevzu dört sütun üzerinde duruyor. Taşın iki ayağında Kabartma olarak bir muharebe ve bir meclis resmi var. Diğer ikisinde ise Rumca ve Latince şunlar yazmaktadır:
Kuzeybatı cephesi
“18. sülaleden Yukari ve Asagi Mısır'ın sahibi 3. Tutmosis, Tanrı Amon'a kurbanını sunduktan sonra Horus'un yardımıyla bütün denizleri ve nehirleri hükmü altına alarak hükümdarlığının otuzuncu yılı bayramında bu sütunu daha nice zamanların getireceği bayramlar için yaptırdı ve dikti.”
Kuzey cephesi
“Gizli ve kutsal ismin her tecellisine mazhar olan tanrı Amon'a kurbanını büyük bir acz içinde sunduktan sonra, ondan yardımlar dilenerek güneyin dostu, dinin nuru iki tacın (Aşağı ve Yukarı Mısır) sahibi, kudretli hükümdar ülkesinin sınırlarını Mezopotamya'ya kadar götürmeye azmetti.”
Güneydoğu cephesi
“Güneşin doğduğu sırada sahip olduğu altın renkleri dünyaya yayan Horus'un verdiği kuvveti, serveti, kuvvetli sevgi, saygıyı taşıyan ve Aşağı ve Yukarı Mısır'ın tacına sahip olan ve bizzat Güneş tarafından seçilmiş olan firavun, bu eseri babası Ra için yaptırdı.”
Güney Cephesi
"Tanrı Horus'un lütfuna mazhar olan ve Güneş'in oğlu unvanını taşıyan Aşağı ve Yukarı Mısır'ın hükümdarı olan firavun, kudret ve adaletle bütün ufuklara nur saçtı. Ordusunun önüne geçti. Akdeniz'de dolaştı, bütün dünyayı mağlup etti. Sınırlarını Naharin'e kadar yaydı. Mezopotamya'ya azimle gitti, büyük savaşlar yaptı".
Dikilitaşın kaidesinde yer alan yazılarsa Doğu Roma İmparatorluğunda adet olduğu üzere Grekçe ve Latince yazılmış.
0. Soğuk Çeşme Sokağı
Sultanahmet semti içerisinde bulunan, eski türk filmlerinin unutulmaz mekanları arasında yer alır Soğuk Çeşme Sokağı. Nostaljik haliyle, tarihi yapısıyla görülesi mekanların başında gelir. Ayasofya Müzesi ve Topkapı Sarayı arasında yer alan sokak, trafiğe kapalı olma özelliğiyle fotoğraf çekmek ve İstanbul'dan güzel bir hatırayla ayrılmak isteyen turistlerin ilgisini çekmektedir
0. Sultanahmet Caferağa Medresesi
İstanbul Sultanahmet'te, Ayasofya ile Alemdar Caddesi arasında yer alan Mimar Sinan yapıtı medrese.

Caferağa Medresesi Mimari Özellikleri
İstanbul Sultanahmet'te, Ayasofya ile Alemdar Caddesi arasında yer alan Mimar Sinan yapıtı medrese. Soğukkuyu adıyla da anılan medrese, Babüssade ağalarından Cafer Ağa tarafından yaptırılmaya başlandı; ancak kardeşi Gazanfer Ağa tarafından 1559/1560'ta tamamlanabildi.
Tuğla ve küfeki taşının kullanıldığı medrese, avluyu çevreleyen kubbeli revaklara açılan bir derslik ile 16 odadan oluşmaktadır. Odalardan 12'si kubbe. 2'si ayna tonoz örtülüdür. Medresenin üst örtüsü kurşun kaplıdır.
1845 ve 1947'de onarılan yapı son kez Türk Kültürüne Hizmet Vakfı'nca aslına uygun biçimde onarılıp 1989'da Kültür Merkezi olarak hizmete açıldı. Türk el sanatlarıyla ilgili kursların gerçekleştirildiği atölyelerin yer aldığı ve üretilenlerin satışa sunulduğu medresede çeşitli kültür ve sanat etkinlikleri düzenlenmektedir. Ebru, hat, tezhip, porselen, cam, bakır, deri, halı, kilim, çini Kültür Merkezi'nde öğretim yapılan el sanatlarıdır.
0. Yerebatan Sarnıcı
Yerebatan Sarnıcı İstanbul'daki en büyük kapalı sarnıçtır. Ayasofya binasının batısındaki küçük binadan girilir. Sütun ormanı görünümündeki mekanın tavanı tuğla örülü, çapraz tonozludur. Zamanında civardaki bir bazilikadan dolayı bu isimle anılmıştır.
Suların içinde yükselen sütunlarıyla, yaşandığı rivayet edilen ilginç efsaneleriyle Yerebatan Sarnıcı en çok merak edilen, görmek için can atılan mekanlar arasında. Bizans İmparatoru tarafından sarayın su ihtiyacını karşılamak için kullanılan Yerebatan Sarnıcı, Fatih Sultan Mehmet döneminde de bir süre aynı şekilde devam etmiştir. Sütunların üzerinde bulunan şekillerin gözyaşlarını andırması, Büyük Basilika yapılırken kaybedilen bir çok kölenin dramını temsil etmesi açısından önem taşıdığı ise efsane ve rivayetler arasındadır. Bu yüzden yapısıyla da bir çok turistin ilgi odağı olmakta, merakını cezbetmektedir.
0. Sultan Ahmet Binbirdirek Sarnıcı
Sarnıç, Büyük Konstantin döneminden günümüze kadar gelen, yaşayan tarihi mekanlar arasında turistlerin en çok merak ettiklerindendir. Şehrin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılmış, şu an ise turistik gezi listelerinin içinde mutlaka yer alan gizemli bir mekandır. Binbirdirek Sarnıcı, İstanbul'daki ikinci büyük sarnıçtır. Antik Bizans kaynaklarına göre 4. yüzyılda yapılmıştır. İçinde 224 sütun bulunan, 3584 m2 büyüklüğündeki sarnıç zamanla kurumuş ve 16. yüzyıldan itibaren atölye olarak kullanılmıştır.

Sarnıçtaki sütunlar, üst üste bindirilmiş iki gövdeden meydana gelmekte, üstlerinde hiçbir işleme bulunmayan kesik piramit biçiminde başlıklar bulunmaktadır. Sütun gövdelerine işlenmiş Yunan harflerinin, sarnıcın yapımında çalışan ve sütunları işleyen taşçıların işaretleri olduğu bilinir. Hipodromun batısında yer alır. Yakın yıllarda temizlenerek yanından geçen yola bir galeri ile bağlanmıştır. Kolay gezilen, enteresan ve güzel bir diğer ziyaret yerine dönüştürülen sarnıç 64 x 56 metre boyutundadır. Tarihte yaptırıcısının adı Philoksenos diye anılan eser 4. yüzyıl. Büyük Konstantin devrinden kalmadır. 224 Adet orijinal sütundan 212 adedi günümüze gelmiştir. Kalın duvarların çevrelediği mekanın tuğla tonozları, bunları taşıyan, bir ara bölme ile bindirilmiş çifte sütünlar ve işlemesiz başlıkları enteresan görüntüler sergilemektedir. Küçüksatış reyonları kafe ve sergi alanları ile sarnıcın ortasında yer alan, sütunların orijinal boyunun görülebildiği çukur bölüm, tadilat sırasında yapılmışlardır.


0. III. Ahmet Çeşmesi
III. Ahmet Çeşmesi, İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın giriş kapısı ile Ayasofya arasında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın önerisiyle III. Ahmed tarafından Perayton isimli bir Bizans çeşmesinin yerine inşa ettirilen çeşmedir. Türk rokoko tarzının en güzel örneklerinden olan çeşmenin yapım tarihi 1729'dur. Mimar Ahmet Ağa tarafından yapılmıştır.

Çeşme köşeleri yumuşatılmış dikdörtgen bir plandadır. Köşelerde sebiller bulunan çeşme üzeri ahşap saçaklı bir çatı ile kapatılmıştır. Üst örtüde dıştan görülebilen kubbeler sadece görünüm amacı ile yapılmıştır. On dört kıtalık Kayseri ve Halep kadısı şair Seyyit Hüseyin Vehbi bin Ahmet'e ait kaside, sebillerin ve her kenarda bulunan çeşmelerin üzerine ta'lik hatla yazılmıştır. Üstte mukarnaslı bir kuşak, onun üzerinde de çini bir kuşak yer alır. Bu çiniler hem klasik motifleri hem de lale ve akantüs yaprakları gibi Avrupai motifleri ihtiva eder. Vazo içindeki çiçek motifleri batılılaşma ile Osmanlı bezemesinde görülmeye başlamıştır. III. Ahmed kütüphanesinde de bu çeşmedekine benzer süslemeler yer almaktadır.
0. İbrahim Paşa Sarayı
İbrahim Paşa Sarayı, adını Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı ve ikinci veziri olan Pargalı Damat İbrahim Paşa'dan alan, İstanbul'un Sultanahmet Meydanı'nda bulunan saraydır. Daha önce "At Meydanı Sarayı" olarak bilinen yapı İbrahim Paşa'nın Kanuni'nin kız kardeşi ile evlenmesinden sonra İbrahim Paşa Sarayı olarak anılmaya başlanmıştır.
16. Yüzyıl Osmanlı sivil mimari örneklerinin en önemlilerinden olan İbrahim Paşa Sarayı, Roma dönemine uzanan tarihi hipodromun kademeleri üzerinde yükselir. 18 yy. Osmanlı tarihçisi Solakzade'ye göre sarayın yapım tarihi tam olarak bilinmemekle beraber II. Bayezid dönemine (1481-1512) denk gelir. Yapının Kanuni zamanında tamirat gördüğü (1521) de bilinmektedir.