Gönüllü seyahat: Özgürlük mü, sömürü mü?
Giderek daha fazla genç, dünyayı görmek için valizini toplayıp “gönüllü seyahat”e çıkıyor. Kulağa modern bir idealizm gibi geliyor: çalış, öğren, tanış, keşfet… Üstelik para harcamadan. Ama bu yeni gezginlik biçimi, “özgürlük” kadar “sömürü”nün de hikâyesini içinde taşıyor.
İnternette birkaç dakikalık aramayla binlerce gönüllülük ilanı bulunabiliyor: Tayland’da bir ekolojik çiftlik, Portekiz’de bir hostel, Kosta Rika’da bir sahil kafesi… “Doğayı seviyor musun?”, “Deniz kenarında yaşamak ister misin?” gibi başlıklarla açılan bu ilanlar, özellikle gençlere bir tür “düşler kontratı” sunuyor. Konaklama ve yemek bedava; karşılığında birkaç saatlik yardım. Gerçek bir kültür alışverişi gibi pazarlanıyor. Ama gerçekte ne kadar “karşılıklı” olduğu tartışmalı.
Bazıları için bu deneyim gerçekten dönüştürücü.
Yeni diller öğreniyorlar, insanlarla bağ kuruyorlar, idiyet hissi buluyorlar. Ancak azımsanmayacak bir kesim için tablo bu kadar idealist değil. Birçok gönüllü, varışta bambaşka bir manzarayla karşılaşıyor: tanıtımda gösterilen “cennet köy evi” yerine inşaat halindeki yapılar, hijyenik olmayan koşullar, plansız işler… “Kültürel deneyim” olarak başlayan süreç, kimi zaman ücretsiz işçiliğe dönüşüyor.
Sorun, bu platformların çoğunun kendini “sadece aracı” olarak tanımlaması. Yani işler kötü gittiğinde kimse sorumluluk almıyor. Ev sahibi “gönüllü zaten çalışmayı kabul etti” diyor, platform “biz sadece bağlantıyız” diyor, ve sonuçta genç bir gezgin, bilmediği bir ülkede tek başına kalıyor. Bu durum özellikle kadınlar için daha riskli.
Verilere göre gönüllülük platformlarının üyelerinin yaklaşık üçte ikisi kadın. Bu sistem onlara “güvenli seyahat” vaadi sunuyor ama aynı sistem, yanlış bir ev sahibiyle karşılaştıklarında onları savunmasız bırakabiliyor.
Gönüllülük seyahati, son yıllarda bir “romantizm ekonomisi”ne dönüştü. Instagram’da palmiyelerin önünde kahkaha atan, “hayatımı değiştirdi” diyen influencer’lar bu algıyı güçlendiriyor. Oysa çoğu paylaşım, arka plandaki belirsizliği gizliyor. İnternette gördüğümüz pastel filtreli bir kare, aslında 40 derece sıcakta sekiz saat temizlik yapan birinin hikâyesi olabilir.
Bütün bunlara rağmen kimse bu akımı tamamen kötüleyemiyor, çünkü özünde çok insani bir arayış var. Gençler artık sadece görmek değil, dokunmak, hissetmek, katkı sunmak istiyor. Fakat idealizm, planla ve hazırlıkla desteklenmediğinde, kolayca istismar edilebiliyor. “Keşfetmek” ile “kendini tehlikeye atmak” arasındaki çizgi, bazen bir e-posta kadar ince.
Seyahat etmek her zaman bir riskti. Ama dijital çağda riskin şekli değişti: Artık bizi kandıran şey, yabancılık değil; “ait olma” vaadi. Bir sahil kasabasındaki hostelin renkli fotoğrafları, “birlikte çalışalım, birlikte yaşayalım” cümleleri…Hepsi aynı şeyi söylüyor: Dünyayı gezmek istiyorsan, duygularını rehin vermen gerek.
Yine de çözüm pes etmek değil. Belki de asıl yapılması gereken, bu romantik dilin altındaki gerçekleri konuşmak. Çünkü bu sistemde kimse gerçekten “bedava” gezmiyor, herkes bir şeyini veriyor. Kimi zaman emeğini, kimi zaman güvenini, kimi zaman da hayal gücünü.
Ve işte bu yüzden, dünyayı keşfetmek artık sadece cesaret değil, farkındalık da istiyor. Bir pasaport yetmiyor; sınırları kadar, sözcükleri de okumayı bilmek gerekiyor.