Acı hâlâ taze

HABER MASASI
Abone Ol

Yakın tarihe “Kara Eylül Olayları” adıyla geçen sürecin sonunda, Yaser Arafat’ın liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), merkezini Ürdün’ün başkenti Amman’dan Lübnan’ın başkenti Beyrut’a taşımıştı. 1970’ler boyunca Lübnan sınırından İsrail içlerine saldırılar düzenleyen FKÖ mensupları, İsrail ordusuyla çatışmaya girmekten de geri durmuyordu.

Ariel Şaron, katliamlar sırasında İsrail Savunma Bakanı'ydı.

Tarihler 6 Haziran 1982’yi gösterirken, İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron’un emriyle Lübnan’a kapsamlı bir saldırı başlatıldı. Şaron, FKÖ’yü tamamen yok etmek niyetiyle yola çıkmıştı. Şaron’un diğer amacıysa, İsrail’in müttefiki olan Lübnanlı Hristiyan Falanjistlerin üyesi bir ismi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtarak, komşuyu hizaya getirmekti. İspanyol faşist lider Jose Antonio Primo de Rivera’nın 1933’te kurduğu otoriter yapılanma Falanjizm’i örnek alan Falanjistler, Filistinlilere karşı İsrail’le birlikte savaşıyordu.

Yaser Arafat liderliğindeki FKÖ'nün merkez karargâhı Beyrut'ta bulunuyordu.

İsrail ordu birlikleri, kısa süre içinde başkent Beyrut’un kapılarına dayandılar. Şehrin özellikle batı kesimi ağır ateş altında kaldı. FKÖ’nün merkez karargâhına ev sahipliği yapan bu bölgede aynı zamanda Sabra ve Şatilla isimli iki Filistinli mülteci kampı da yer alıyordu. İsrail’in yaklaşık bir hafta süren bombardımanı dünyanın büyük tepkisini çekse de, Şaron ve diğer yetkililer, ABD Başkanı Donald Reagan’dan onay ve müsaade almış olmanın rahatlığı içinde hareket ediyordu. Ağustos ayının sonunda, FKÖ Başkanı Yaser Arafat’ın şehri ve ülkeyi terk etmesi karşılığında, yazılı anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre ayrıca, Filistinli sivillerin hayatını garantiye almak ve güvenliği sağlamak üzere ABD askerlerinin Beyrut’a konuşlandırılmasına da karar verildi.

Lübnan Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel, İsrail tarafından destekleniyordu.

10 Eylül’de durumun sakinleştiğini gören ABD askerlerinin Beyrut’tan çekilmesinin ardından, 14 Eylül’de İsrail’in desteklediği Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel, bombalı saldırıyla öldürüldü. Cemayel, henüz üç hafta önce, İsrail işgalinin devam ettiği sırada ve Ariel Şaron’un açık desteğiyle seçilmişti. Lübnan için hazırladığı siyasî senaryonun çöktüğünü gören Şaron’un emriyle, suikasttan sonra İsrail askerleri hızlı bir şekilde Batı Beyrut’u işgal etmeye başladı.

Filistinli bir kadın, katliamın ardından girebildiği evine ağıt yakarken...

15 Eylül 1982 Çarşamba günü, İsrail ordusu Sabra ve Şatilla kamplarını kuşatma altına aldı. Kampa giriş ve çıkışların tamamen engellendiği kuşatma sırasında, 16 Eylül günü silahlı Falanjist militanlar, Ariel Şaron’un göz yummasıyla kamplara girerek 3 bin 500’e yakın Filistinli mülteciyi ve Lübnanlı sivili katletti. Falanjistler, Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel’in Filistinliler tarafından öldürüldüğünü düşünse de, daha sonra katillerin Suriye Devlet Başkanı Hâfız Esed’in emriyle hareket eden Baas istihbaratçıları olduğu anlaşılacaktı. Katliam boyunca kamplarda yaşananlardan haberdar olan İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron, kuşatmayı kaldırmadığı gibi, Falanjistlerin durdurmaya da girişmedi.

Katliamda hayatını kaybedenlerin kimlikleri aylar sonra belirlenebildi.

Katliam haberlerinin İsrail’e kadar ulaşması üzerine, 17 Eylül Cuma günü İsrailli gazeteci Ron Ben-Yishai, Savunma Bakanı Ariel Şaron’a telefon etti. Gerisini, Ron şöyle anlatıyor:

“Aradığımda, Şaron evinde uyuyordu. Telefonumla uyandı. Ona, “Dinle, Beyrut’taki kamplarda katliamların ve saldırıların olduğuna dair haberler dolaşıyor. Haberleri askerlerimizden de teyit ettim, bana anlattılar. Bunu durdurabilirsin! Bak, daha zamanımız var. Bir şeyler yap!” dedim. Doğrusu Şaron’u böyle ikna etmeye çalışırken, katliamların önceki gün olup bittiğini bilmiyordum. Olayların henüz devam ettiğini düşünüp, Şaron’u harekete geçirmeye çalışıyordum. Şaron, bana hiçbir cevap vermedi.”

Sabra ve Şatilla kurbanlarının çoğu kadın, çocuk ve yaşlılardı.

Aynı gün öğleden sonra, yani katliamların üzerinden tam 24 saat geçtiğinde, İsrail Genelkurmay Başkanı Rafael Eytan, Falanjistlerin temsilcileriyle buluştu. Eytan’ın Falanjistlere verdiği “Devam edin, yarın sabah saat 05.00’e kadar size süre” şeklindeki emri, katliamlarda İsrail’in açık sorumluluğunu gözler önüne seriyordu. Neyse ki bu sırada dünya ayağa kalktığı için, Amerikan yönetiminin İsrail’e baskısıyla, katliamlar devam etmedi.

Sabra ve Şatilla kamplarından bir görünüş...

18 Eylül Cumartesi sabahı, Falanjistler bölgeyi terk ettiklerinde arkalarında binlerce ceset, yüzlerce yaralı ve korkunç bir kan banyosu bırakmışlardı. Falanjistler tarafından yakınlardaki bir top sahasında toplanan Filistinli erkeklerden bazıları kurşuna dizildi.

Sıcak havanın da etkisiyle, cesetlerden yükselen koku çevreyi kaplamıştı.

Tüm bunlar sona erince, ilk basın mensupları Sabra ve Şatilla kamplarının içine girerek yaşananları görüntülemeye başladı. Hazırlanan farklı raporlar, katliamın bilançosu hakkında farklı sonuçlara ulaştı. İsrail’in kurduğu resmî Kahan Komisyonu kurban sayısını 800 olarak verirken, Filistin Kızılay’ında 2 binden fazla ölünün kaydı vardı. İsrailli gazeteci Amnon Kapeliouk ise, yaptığı ayrıntılı araştırmanın sonucunda ölü sayısının 3 bin ila 3 bin 500 arasında olduğunu belirlemiştir.

Katliamda hayatını kaybedenlerin yakınları, adalet arayışlarını sürdürüyor.

Katliamın dünyada uyandırdığı yankının ardından İsrail’de soruşturma geçirerek bakanlıktan alınan Ariel Şaron, resmen suçlanmış olsa da, komaya girdiği 2006 yılına kadar çok sayıda üst düzey görevde bulundu. Katliamı bizzat işleyen Falanjistlerden hiçbiri, herhangi bir şekilde yargılanmadı veya suçlanmadı. İsrail’in işgaliyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Filistinliler ise, komşu ülkede yine İsrail eliyle işlenen bu katliamın acısını hâlâ yaşamaya devam ediyor…

[Yayın politikamız gereği, katliamda hayatını kaybeden Filistinlilere ait cesetlerin net olarak göründüğü fotoğraflara yer verilmemiştir.]