Açık denizlerin fatihleri: Ummanlılar

MEHMED MAZLUM ÇELİK
Abone Ol

Umman; Osmanlı’nın hiçbir zaman fethetmediği, Portekizli işgalcilere kök söktüren ve bir şekilde tarihin hep doğru tarafında durmayı başarmış Arap ülkelerinin başında geliyor.

2020 senesinde vefat eden Sultan Kabûs b. Sid, Umman’da bir cennet yaratmış ve Körfezin en müreffeh insanlarından oluşan bir devlet inşa etmişti.

Ummanlıların Türklere olan muhabbeti ve ünsiyeti de her zaman özel bir durum ihtiva etmişti. Hakeza Türkler de eskiden beri Ummanlıları diğer tüm Arap halklarından ayrı bir yere konumlandırmış ve bunu siyasetlerine de yansıtmıştı.

Basra Körfezi'nin ucunda, sınır içinde sınır
Mecra

İnsanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olan Körfez ülkesi Umman Sultanlığı, Arap Yarımadası'nın güneydoğu kıyısında stratejik bir bölgede bulunan bir Arap ülkesidir.

Kadirşinas karakterini bu asırda da koruyan Umman, başta Filistin meselesi olmak üzere pek çok konuda net bir tavır ortaya koyuyor.

İsrail’i bir devlet olarak dahi tanımayan Umman, sahip olduğu serveti müsrifçe harcayan ülkelerden değil.

Meseleyi daha iyi anlamak adına buyurun insanlığın en kadim coğrafyalardan birisi olan Umman’ın tarihi serüvenine ve Türklerle olan münasebetlerine yakından bakalım.

Portekizlilere nefes aldırmadılar

1508 senesinde Portekizliler, Arap körfezindeki birçok stratejik nokta gibi Umman coğrafyasını da işgal etmişlerdi.

Yaklaşık 150 senelik bu işgal sürecinden sonra, diğer bölgelerin aksine Osmanlı yardımı gelmeden bağımsızlığını elde etmeyi başaran nadir ülkelerden birisi Umman olacaktı.

1508-1656 yılları arasında Umman, Portekiz egemenliği altındaydı.

Osmanlı Devleti, Ummanlıların bu çabasına saygı göstererek Umman’ın bağımsızlığını tanımış ve Ya’rubîlerin kendi yönetimlerini kurmalarına karışmamıştır.

Ayrıca savaşçı bir halkın Portekizlilerle arasında güçlü bir tampon oluşturması, İstanbul’u memnun etmişti.

Sonraları Sultan İkinci Abdülhamid, İngilizlere karşı benzer bir politikayı Yemen’de deneyecek ve Umman tipi devlet modeli Osmanlı için makul bir siyasal sistem olarak ele alınacaktı.

Başka bir deyişle Anadolu’dan asker getirip işgalcileri durdurmak yerine bölgede savaşçı halkları eğit-donat projesiyle Portekiz, İngiliz ve Hollandalıların karşısına çıkarma yaklaşımı Umman örneği ile bir politikaya dönüşecekti.

Osmanlı’dan da daha uzaklara erişiyorlardı

Ummanlılar, Portekizlileri yalnız kendi topraklarından değil; tüm coğrafyadan söküp atmayı aklına koymuştu. Bû Saîd hanedanı bu bağlamda harekete geçti kısa sürede öyle bir imparatorluk kurdu ki 1750 yılında sınırları Pakistan’dan Zangibar’a uzanıyordu.

Bû Saîd hanedanı; Umman'ın şu anki hükümdar ailesi ve Umman İmparatorluğu'nun (1744–1856), Maskat ve Umman Sultanlığı'nın (1856–1970) ve Zanzibar Sultanlığı'nın (1856–1964) eski hükümdar hanedanıdır.

Osmanlı ile aralarında yazılı olmayan bir anlaşma var gibiydi: Osmanlı’nın doğal hinterlandının dışındaki her nokta Ummanlılara helal sayılıyordu.

Maskat İmamlığı denilen Umman idaresi, Osmanlı ne zaman talep ederse asker göndermesi sebebiyle İstanbul ile hiç karşı karşıya gelmemiş ve çok ciddi bir siyasî kriz yaşanmamıştı.

Hatta Portekizlilerin elinden kurtardığı bazı stratejik noktaları Osmanlı’ya bırakması İstanbul’un Maskat’a olan müspet bakışını güçlendirmişti.

Portekizler bölgeden sökülmüşse de yerlerine İngilizler gelmiş ve Umman’da iktidar kavgası bu denize dayalı bu ihtişamlı imparatorluğun bir sömürgeye dönüşmesine neden olmuştu.

Kuruluşunda Türk istihbaratı

Umman’da Sultan Kâbus, devlet felsefesini Süleyman el-Bârûnî isimli Libyalı eski bir devlet adamın görüşleri üzerine inşa etmişti.

Sultan Kâbus, 1940 senesinde doğdu. Süleyman el-Bârûnî ise 1940 senesinde öldü. Başka bir deyişle ikisi hiç tanışmadılar; ama fikirleri bir noktada buluşmuştu.

İbâdiyye Mezhebi
Mecra

Süleyman el Barunî; 1908 yılından itibaren Osmanlı devletinin siyasi hayatında yer almış, Libya adına Meclis’te bulunmuş, İtalyanlara karşı savaşmış; Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Bingazi cephesini teşkilatlandırmış ve nihayetinde Trablus Cumhuriyeti’ni kurmuş; Millî Mücadele’yi desteklemiş ve İtalyanların takibatına uğramış olan son Osmanlı Meclis-i Ayan ve Teşkilat-i Mahsusa üyesi bir Osmanlı Paşasıdır.

Peki, Umman’da başta bakanlık olmak üzere olan birçok önemli görev üstlenen Süleyman el-Bârûnî kimdi ve biz Türklerle bağı neydi?

Bârûnî, her şeyden önce Taşkilat-ı Mahsusa’nın bir üyesiydi. Başka bir deyişle Türk istihbaratının bir üyesiydi. Osmanlı paşasıydı. Yani resmen bir Türk devlet memuruydu.

Enver Paşa’nın en önemli adamlarından birisiydi. Libya’dan Umman’a geçişi de elbette tesadüf değildi.

Millî Mücadele’nin içindeydi. Yani Bârûnî için vatan sathı sadece Libya ve Umman’dan değil; Anadolu’dan başlıyordu.

Onun fikirleri genç bir Ummanlı, ki sonraları Sultan olarak tanınacak Kâbus bin Sid’i fazlasıyla etkileyecekti.

Eski Umman’da kısa bir gezi
Mecra

Kuzey Afrika’daki İbâdiyye mezhebinin önde gelen ailelerinden birine mensup olan Süleyman el-Bârûnî, 1926 yılında Umman Başbakanı tayin edilirken, Sultanın yayımladığı beyanda; ondan ülkeyi yeniden tanzim etmesi talep edilmiş ve böylece o da, daha önceki Osmanlı tecrübeleriyle devletin yeniden kurucusu olmuştur.

Libya’dan Anadolu’ya ve Umman’a varıncaya dek Müslümanların bağımsızlığını, birliğini savunan ruh olan Bârûnî, 1970 senesinde Umman Sultanlığının ideolojik arka planının da esasen mimarı sayılırdı.

Haritada yerini aradığımız ülke, tarihte Türklerin hafızasında çoktan yerini almıştı oysa. Sadece hatırlamaya ihtiyacımız var.