Ahmed Deedat: Hakikatin İngilizce terennümü

ALİ YEKTA BEY
Abone Ol

Karşılaştırmalı dinler alanındaki çalışmalarıyla tanınan ve Hristiyanlarla yaptığı uzun soluklu ve ateşli münazalarla dünya çapında şöhrete kavuşan Hint asıllı vaiz Ahmed Deedat’ın öyküsü.

Ahmed Deedat’ın İslâm’ı savunma biçiminin, 20. yüzyılın en etkili davet örneklerinden biri olduğu sık sık dile getiriliyor.

Ahmed Hoosen Deedat, 1 Temmuz 1918’de Güney Afrika’nın Natal bölgesine bağlı Tadkeshwar kasabasında doğmuştu. Ailesi Hint kökenliydi ve o daha küçük yaşlardayken babası iş bulmak için Güney Afrika’ya göç etmişti. Deedat, on yaşına geldiğinde annesini kaybetmiş, ardından babasının yanına Durban’a gitmişti. Hayatının erken dönemleri yoksulluk içinde geçmiş, eğitimini tamamlayamadan okuldan ayrılmak zorunda kalmıştı. Ancak bu zor şartlar, onun öğrenme isteğini hiç azaltmamıştı. Küçük yaşlardan itibaren İngilizceyi geliştirmiş, Hristiyan misyonerlerin faaliyetlerine karşı bilinçlenmeye başlamıştı.

Deedat, Durban’daki bir mağazada satış elemanı olarak çalışmaya başlamıştı. O dönemde bölgede görev yapan Hristiyan misyonerler, Müslümanlara yönelik yoğun propaganda yürütüyorlardı.

  • Misyonerlerin, Hz. Peygamber’e ve Kur’ân’a karşı yönelttiği ithamlar, Deedat’ın hayatını değiştiren bir kırılma noktası olmuştu. O, bu iddialara cevap verebilmek için Kitâb-ı Mukaddes’i incelemeye başlamış, kendi kendine derin bir İncil bilgisi geliştirmişti.

Bu süreçte İzhâru’l-Hak (Hakkın İspatı) adlı bir kitap eline geçmiş, Hindistanlı âlim Rahmetullah el-Hindî’nin bu eseri, onun düşünce dünyasında kalıcı bir etki bırakmıştı.

Deedat, zamanla sadece savunma yapmaktan çıkıp, aktif biçimde Hristiyanlık ile İslâm arasındaki farkları açıklamaya başlamıştı. 1940’lı yıllarda Durban İslâm Propaganda Merkezi’nde görev aldı. Burada halka açık konuşmalar yapıyor, “Hz. İsa Tanrı mıydı?”, “Kur’ân ve İncil: Hangisi Allah’ın Sözü?”, “Hz. Muhammed İncil’de Geçiyor mu?” gibi başlıklarda konferanslar düzenliyordu. Onun sade ama güçlü hitabeti, kısa sürede geniş kitlelerin dikkatini çekmişti.

Önceleri, İslâm hakkında seminerler veren Deedat, davet çalışmalarını kurumsallaştırarak tebliğe odaklandı. Zaman içinde, uluslararası seminer ve münazaralara başlayan Deedat, aralarında İsviçre, İsveç, Danimarka, İngiltere, Pakistan, ABD, Kanada ve Avustralya’nın da bulunduğu çok sayıda ülkede konuşmalar yaptı, milyonlarca dinleyiciye ulaştı.

  • Deedat’ın en belirgin özelliği, konuşmalarında sert ama mantıklı bir üslup kullanmasıydı. Hristiyan misyonerlerle yaptığı tartışmalar, hem Müslüman dünyasında hem de Batı’da büyük yankı uyandırmıştı. Özellikle 1980’lerde televizyon programları, video kayıtları ve basılı kitaplarla ünü Güney Afrika’nın sınırlarını aşmıştı.

The Choice: Islam and Christianity (Tercih: İslâm ve Hristiyanlık) adlı kitabı, milyonlarca kopya satmış, birçok dile çevrilmişti.

Zakir Naik gibi çağdaş hatipler, kendi yollarını çizerken Deedat’ı ilham kaynağı olarak göstermişlerdi.

1957 yılında, Ahmed Deedat “Islamic Propagation Centre International” (Uluslararası İslâm Davet Merkezi - IPCI) adlı kuruluşu kurmuştu. Bu merkez, İslâm’ı anlatmak için binlerce broşür, kitap ve video hazırlamış, özellikle Batı dünyasında yoğun bir tanıtım faaliyeti yürütmüştü. Deedat, bu merkez aracılığıyla yüz binlerce İncil dağıtarak, Müslümanların Hristiyan misyonerlerle bilgi temelli bir şekilde tartışabilmesini hedeflemişti.

1980’li yıllar, Deedat’ın uluslararası alanda zirveye ulaştığı dönem olmuştu. Özellikle Amerikalı Evanjelik Rahip Jimmy Swaggart ile 1986 yılında Louisiana’da yaptığı tartışma, onu küresel ölçekte tanınan bir isim haline getirmişti. Bu tartışma, “İncil Tanrı’nın Sözü mü?” başlığını taşıyordu. Swaggart’ın hitabet gücüne rağmen Deedat’ın bilgi dolu, hızlı ve esprili cevapları izleyicileri etkilemişti. Bu tartışmadan şu cümlesi en çok hatırlanmıştı:

“Eğer Tanrı bir kitap gönderseydi, bu kitap çelişkilerle dolu olabilir miydi? Allah’ın kitabı mükemmeldir. O kitap Kur’ân’dır.”

Ahmed Deedat'ın Rahip Jimmy Swaggart'la yaptığı ve Swaggart'ın zaaflarını ortaya koyan tartışmayı 100'den fazla televizyon kanalı yayınlamıştı.

Deedat, başka Hristiyan din adamlarıyla da birçok tartışma yapmıştı. Bunlardan biri, “İsa Çarmıha Gerildi mi?” başlıklı münazaraydı. Deedat bu tartışmada İncil’deki çelişkileri ortaya koymuş, Hz. İsa’nın gerçekten çarmıha gerilmediğini, aksine Allah tarafından kurtarıldığını savunmuştu. Bir başka meşhur sözü, o tartışmadan sonra hafızalara kazınmıştı:

“İncil’in hakikati arayanlara söylediği tek şey şudur: Gerçek sizi özgür kılacaktır. Ancak önce, o gerçeği aramaya cesaret edin.”

Ahmed Deedat’ın Hristiyan misyonerlerle yaptığı tartışmalar, hem Müslüman dünyasında hem de Batı’da büyük yankı uyandırmıştı.

Deedat’ın bu faaliyetleri her zaman destek görmemişti. Güney Afrika’da bazı Hristiyan kuruluşlar, onun konuşmalarını “dinî kışkırtma” olarak nitelendirmişti. Bazı ülkelerde konferansları yasaklanmış, Amerika ve İngiltere’deki bazı Hristiyan lobileri onun faaliyetlerini sınırlandırmak istemişti. Ancak Deedat hiçbir zaman geri adım atmamıştı. Ona göre hakikat, her türlü engelden güçlüydü.

İslâm'a yaptığı hizmetlerden dolayı, 1986 yılında Deedat'a saygın Kral Faysal Ödülü verildi.

Deedat, Hristiyanlığı kötülemek için değil, İslâm’ın mesajını savunmak için konuştuğunu sık sık vurgulamıştı. 1983’teki bir konferansında şöyle demişti:

“Ben, Hristiyanlara düşman değilim. Benim mücadelem, yanlış bilgilere karşıdır. Hz. İsa’yı seven, onun gerçek mesajına inanan herkes benim kardeşimdir.”

Zamanla Ahmed Deedat, sadece bir vaiz değil, bir sembol haline gelmişti. Onun kitapları dünyanın dört bir yanında okundu. Konferansları Pakistan, Suudi Arabistan, Mısır, İngiltere, ABD ve Avustralya’da on binlerce kişiyi toplamıştı. Bazı Müslümanlar onu “zamanımızın Davud’u” olarak görmüş, onun bilgiyle dolu cesur tavrını bir kahramanlık örneği olarak kabul etmişti.

1996 yılında geçirdiği felç, Deedat’ın hayatında büyük bir dönüm noktası olmuştu. Beyin damarlarında oluşan tıkanıklık nedeniyle felç geçirmiş ve konuşma yetisini kaybetmişti. Ancak bu durum bile onun kararlılığını sarsmamıştı. Tam 9 yıl boyunca yatağa bağlı yaşamasına rağmen, el hareketleriyle iletişim kurarak çalışmalarını sürdürmüştü. Onu ziyaret edenler, yüzündeki huzuru ve gözlerindeki ışığı her zaman fark etmişlerdi. O yıllarda, “Bu beden konuşamıyor olabilir ama kalbim hâlâ İslâm’ı anlatıyor” demişti.

Ahmed Deedat’ın bazı eserleri Türkçeye de çevrilmiştir.

Ahmed Deedat, 8 Ağustos 2005’te Durban’da vefat etmişti. Cenazesi, İslâm dünyasının dört bir yanında büyük bir yankı uyandırmış, onu tanıyan milyonlarca insan dualarla anmıştı. Onun ardından yapılan yorumlarda, Deedat’ın İslâm’ı savunma biçiminin 20. yüzyılın en etkili davet örneklerinden biri olduğu sık sık dile getirilmişti.

1996’da geçirdiği, konuşmasını tamamen imkânsız hale getiren felce kadar, Ahmed Deedat hayatı boyunca sürekli aktifti. Tam 9 yıl boyunca yatağa bağlı yaşamasının ardından 8 Ağustos 2005’te Durban’da vefat eden Deedat’ın cenazesi, İslâm dünyasının dört bir yanında büyük bir yankı uyandırmıştı.

Ahmed Deedat, ardında sadece kitaplar ve videolar değil, aynı zamanda özgüven dolu bir miras bırakmıştı. O, Müslümanların kendilerine güvenmeleri gerektiğini, hiçbir inanca saldırmadan hakikati savunabileceklerini göstermişti. Onun yöntemleri, daha sonra gelen birçok İslâm davetçisine örnek olmuştu. Özellikle Zakir Naik gibi çağdaş hatipler, kendi yollarını çizerken Deedat’ı ilham kaynağı olarak göstermişlerdi.

Hayatı boyunca İslâm’ın mesajını anlatmak için mücadele eden Deedat, entelektüel bir özgüvenin temsilcisiydi. Bir sözünde şöyle demişti:

“İslâm, bir tepki dini değildir. O, insanlığın sorularına cevaptır. Bizi savunmaya zorlayanlar bilsin ki, biz sadece hakikati savunuyoruz.”

Deedat’ın etkisi, sadece Müslüman topluluklar arasında değil, Hristiyan dünyasında da hissedilmişti. Birçok Hristiyan teolog, onun İncil bilgisine duyduğu hayranlığı dile getirmiş, bazıları onu “Hristiyanlığı en iyi bilen Müslüman” olarak tanımlamıştı. Ancak bu takdirin yanında eleştiriler de eksik olmamıştı. Bazı çevreler, onun “aşırı polemikçi” olduğunu, dinler arası diyalogu zorlaştırdığını ileri sürmüştü. Fakat Deedat bu eleştirileri hiçbir zaman kişisel almamış, “Ben tartışmamı insanlarla değil, yanlış bilgilerle yapıyorum” demişti.

  • Onun en büyük miraslarından biri, İslâm’ın akla hitap eden yönünü ön plana çıkarmasıydı. Deedat, her konuşmasında “İnanç akılla çelişmez” fikrini vurgulamıştı. O, dinin sadece kalp meselesi değil, aynı zamanda bir bilgi meselesi olduğunu savunmuştu. Bu yaklaşımı, birçok genç Müslümanın inancını yeniden gözden geçirmesine, İslâm’ı sorgulamadan değil, bilinçle yaşamasına ilham vermişti.

Ahmed Deedat (1918 - 2005)

Ahmed Deedat’ın hikâyesi, bir yoksul göçmen çocuğunun bilgiyle dünyayı aydınlatma çabasıydı. O, İslâm’ı savunmanın sadece bir inanç değil, aynı zamanda bir sorumluluk olduğuna inanmıştı. Hayatının her döneminde bilgiye, dürüstlüğe ve mücadeleye bağlı kalmıştı.

Bugün hâlâ onun kitapları basılmaya, konferansları izlenmeye devam ediyor. Deedat, konuşmalarında sık sık şu cümleyi tekrar ederdi:

“Benim işim kazanmak değil, anlatmaktır. Hakikati duyanlar kararlarını zaten vereceklerdir.”

Bu cümle, onun yaşam felsefesini özetlemişti. Ahmed Deedat, hayatı boyunca kimseye boyun eğmeden, inancını savunarak yaşamış bir adamdı. O, sessizliğin bile bir davet olabileceğini, samimiyetin ise her kelimeden güçlü olduğunu kanıtlamıştı.