Buhârî Ordusu

METE GEZER
Abone Ol

Fas tarihinin en mühim askerî yapı taşlarından biri olan ve “Ceyşu’l-Buhârî” (Buhârî Ordusu) yahut “Abîdu’l-Buhârî” (Buhârî’nin Köleleri) adıyla maruf olan Buhârî Ordusu, 17. yüzyılın ikinci yarısında Alevî Sultanı Mevlây İsmâil b. Şerîf (ö. 1039) tarafından tesis edilen, doğrudan sultana bağlılığı esas alan ve sayısı 150.000 askere ulaşan disiplini yüksek bir askerî teşkilattır. Bu ordunun temelini, büyük kısmı siyahîlerden oluşan köleler ve azat edilmiş eski köleler (harâtîn) teşkil etmiştir. Söz konusu yapılanma, sadece bir askerî düzenlemeden ibaret kalmamış; siyasî, sosyal, ekonomik ve hatta fıkhî alanlarda da derin etkiler doğurmuş; dönemin Fas’ında merkezî otoritenin tahkimi, kabilelerin itaate zorlanması ve işgalci güçlere karşı savunmanın inşası gibi birçok fonksiyonu ifa etmiştir.

Fas’ta Alevî hanedanının iktidara gelişiyle birlikte, hadis ilminin itibarı ve toplumsal konumu büyük ölçüde yükselmiştir. Bu ilgi yalnızca sultanların muhaddisleri himaye etmeleriyle ya da bizzat hadis meclislerine katılıp fıkhî meselelerde ulemâ ile ilmî tartışmalarda bulunmalarıyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda Sahîh-i Buhârî’nin, Alevî Devleti’nin mânevî temelini teşkil eden aslî kaynak olarak görülmesine kadar varmıştır.

Hüseyin Vakkâk, “Devru’l-Hadîs fi’l-Âlemi’l-İslâmî” adlı çalışmasında şu hususa dikkat çeker:

“Fas’ta yapılan resmî alaylar ve kutlama merasimlerinde Sahîh-i Buhârî nüshası, özenle süslenmiş bir sanduka içinde, süslenmiş bir ata bindirilerek halkın önünde teşhir edilirdi. Bu husus, devletin hadis ilmine gösterdiği hürmeti temsil etmekle beraber, halk nezdinde kitabın kutsiyetini temin amacı taşır.”

  • Buhârî Ordusu'nun kurucusu Sultan Mevlây İsmâil’in temel hedefi, kabile idiyetlerine dayalı ve itaat noktasında zaafa uğrayan askerî yapılardan sıyrılarak, doğrudan kendisine sadakat gösterecek bir gücü tesis etmekti.

Buhârî Ordusu’nu savaşa giderken tasvir eden bir çizim.

Bu çerçevede, Osmanlı Yeniçeri Ocağı ve Sultan Ahmed el-Mansûr’un teşkilat yapısı ona ilham kaynağı olmuş, benzer şekilde sadece sultana bağlı ve merkeziyetçi bir ordu kurma arzusu doğmuştur. Sultan’ın bu doğrultuda ilk adımı, babasının kâtibi olan el-Mansûr es-Saʿdî’nin kaleme aldığı ve Saʿdî ordusunda görev yapan kölelerin isimlerini içeren deftere (el-Künnâş el-Abîdî) başvurmak olmuştur. Bu defteri, “Alîliş” lakabıyla bilinen kâtibi Ömer b. Kâsım el-Merakeşî’den elde eden Mevlây İsmâil, adı geçen köleleri ve onların neslinden gelenleri orduya dahil etme emri vermiştir. Ardından, çeşitli şehirlerden on dinar karşılığında kölelerin toplanması emredilmiş, ilk yıl içinde yaklaşık üç bin kişi devlet tarafından satın alınmıştır. Bu sayı, sonraki yıllarda gittikçe artmış; yalnızca esir ve azatlı köleler değil, hür siyahîler de orduya ilhak edilmiştir. Ardından Alîliş, bu askerler üzerine kumandanlar tayin etmiş, onları yerleşim yerlerine göre bölüştürmüş ve içlerinden birini de kadı olarak tayin etmiştir. Bu görevle ilk tayin edilen, Miknâs fukahasından Muhammed b. el-Ayyaşî olup, "kâdî’l-kudât" unvanıyla askerler arasında doğabilecek ihtilaf ve davalarda hüküm vermekle görevlendirilmiştir.

  • Zamanla Buhârî kölelerinden müteşekkil bu ordunun gücü artmış, öyle ki Sultan Mevlây İsmâil diğer kuvvetlere ihtiyaç duymadan bu orduya dayanmış, savaş ve fetihlerinde ona istinad etmiş, hatta devlet idaresinde ve siyasetinde de bu orduya bel bağlamıştır.

Buhârî’nin Köleleri, Sultân’ın ardında.

Bu uygulama, dönemin ulemâsı arasında ciddi tartışmalara yol açmış; özellikle hür oldukları halde sırf fizikî yapı ve ten renkleri sebebiyle orduya dâhil edilen harâtînlerin durumu, fıkhî tartışmaların merkezini teşkil etmiştir. Mevlây İsmâil, başlangıçta halkın köleler üzerindeki mülkiyet hakkını ortadan kaldırmış, köleleri devletin malı hâline getirmiştir. Daha sonra bu kişilerin devlet hizmetinde istihdamı esas alınmış, hatta hür olanların bile zorla orduya ilhak edilmesi meşru görülmüştür.

Alîliş hakkında, Şeyh İbn Acîbe “fâsık fakih”, Ali Misbâh ise “Allah düşmanı” demiştir. Bu şahıs, Fas’ta kalan son harâtînleri orduya kaydettirmek isteyince, bazı âlimler toplumun maslahatını gözeterek câiz görse de Fas halkının büyük kısmı buna karşı çıkmıştır. Bunun üzerine Sultan onlara şöyle hitap etmiştir:"Bu, sizin harâtînleriniz üzerindeki rekabetinizden ibarettir."

Bu durum karşısında Sultan, bir fetva elde etmeye yöneldi. O sırada, Sultan’ın Miknâs’ı başkent yapmasından dolayı Fas halkı kendisine zaten tepkiliydi. Hatta Aknasûs, Sultan’ın Fas halkını orduya asker temininde ihmalkârlıkla itham ettiğini, bunun da Buhârî Ordusu'nu kurmasının gerekçelerinden biri olduğunu ifade eder.

Bu konuda, Muhammed b. Abdülkâdir el-Fâsî, Sultan’a nazik bir şekilde itiraz etmiş ve “İnsanlar hakkındaki asıl hüküm hürriyettir.” demiştir. Bu örtülü karşı duruş, daha da sert bir hal alarak açık itaatsizlik boyutuna ulaşmıştır. Fas kadısı Şeyh el-Arabî Bürdülle, devletin “Müslüman hür insanları köleleştirdiğini” ileri sürerek yönetimi suçlamıştır. Bunun üzerine Sultan, onu görevden almış, ehliyetiyle alay etmiş, ardından Fas ulemâsını ilmî yetersizlik ve tembellikle itham etmiştir.

  • 18 Temmuz 1698 sabahı Fas ileri gelenleri, şehrin valisi Abdullâh er-Rûsî’nin yanında, Karaviyyîn Camii’nde toplanarak bu meseleleri görüşmüş, aralarından bir şeyhi Sultan’a gönderip, zorunlu askerlik kararının iptali için bir dilekçe sunmuşlardır. Sultan başlangıçta buna olumlu cevap verse de daha sonra Alîliş’in etkisiyle kararından vazgeçmiştir.

Buhârî Ordusu’nda görev yapan bir kölenin tasviri.

Dört aydan fazla bir süre sonra, Sultan’ın emri kesin şekilde gelmiştir: Fas’taki tüm harâtînler kaydedilecek, bu kayıt defterlerini kadı, fakihler ve âdil şahitler imzalayacaktır. Bu emir şehirde kargaşaya yol açmış, çok sayıda harâtîn şehri terk etmiş, bazı ulemâ ise imzalamayı reddettikleri için şehirden ayrılmış, kalanlar ise zorla imzaya mecbur bırakılmıştır.

Fas’ın tanınmış fakihlerinden Şeyh Abdüsselâm b. Hamdûn Cessûs da bu uygulamaya açıkça karşı çıkmış; insanlara dair asıl hükmün hürriyet olduğuna işaret ederek bu zorlamaların gayrimeşru olduğunu savunmuştur. Cessûs’un bu itirazı, onun tutuklanmasına, mal varlığına el konulmasına ve nihayet boğularak idam edilmesine sebep olmuştur. Bu dramatik süreç, Buhârî Ordusu'nun sadece askerî bir unsur olmadığını, aynı zamanda bir toplumsal dönüşümün ve devletin ideolojik kimliğinin taşıyıcısı olduğunu da göstermektedir.

Ordunun adı, Sahîh-i Buhârî adlı meşhur hadis mecmuasına izafeten “Ceyşu Abîd el-Buhârî” olarak konulmuştur.

Tarihçi Ahmed b. Hâlid en-Nâsırî ve Abdülhâdi et-Tâzî’nin rivâyetine göre Sultan Mevlây İsmâil, ordunun teşkilatını tamamladığında, askerlerini topladı ve Sahîh-i Buhârî’nin bir yazma nüshasını getirtti. Ardından askerlerinden bu kitap üzerine yemin etmelerini isteyerek şöyle söyledi:

“Ey askerler! Siz de ben de bu kitapta toplanmış olan Resûlullah’ın sünnetinin köleleriyiz. O’nun emrettiği her şeyi yapacağız, yasakladığı her şeyi bırakacağız ve onun uğrunda savaşacağız.”

Böylece orduya dinî meşruiyet zemini kazandırılmış, bu sadakat yemini sayesinde ordu, yalnızca siyasî değil, aynı zamanda uhrevî bir bağlılık ile sultana raptedilmiştir.

  • Sahîh-i Buhârî nüshası, seferlerde özel semerli atlar üzerinde taşınmış, sancağın önünde götürülmüş, tıpkı Benî İsrail’in Tâbût’u gibi kutsiyet atfedilmiştir. Bu da hadis ilminin ve özellikle Buhârî’nin Fas toplumundaki merkeziyetini göstermesi bakımından oldukça dikkat çekicidir.
  • Bu doğrultuda muhaddisler, Sahîh-i Buhârî’nin küçük nüshalarını donanma gemilerinin sancaklarına bağlamayı ve saray kubbelerine yerleştirilerek yüceltilmesini telkin etmişlerdir. Bu kubbelere halk arasında “Kubbetü Seyyidî el-Buhârî” adı verilmiştir. Mevlây İsmâil de Sahîh-i Buhârî’ye gösterdiği derin tazim ile şöhret bulmuştur.

Sultan II. Abdülhamid Han'ın kendi nafakasından basımını üstlendiği en güvenilir Sahîh-i Buhârî nüshası: Sultâniye baskısı.

Buhârî Ordusu'nun eğitim süreci ise son derece sistemli ve uzun soluklu idi. Erkek çocuklar, 10 yaşından itibaren marangozluk, inşaatçılık, ziraat gibi zanaat dallarında eğitiliyor, ardından binicilik eğitimi alıyorlardı. 12 yaşına gelenler silahlandırılıp yaya birliklerine alıştırılıyor; 14 yaşlarında eyersiz, 15 yaşlarında ise eyerli atlara bindirilerek savaş oyunlarına tâbi tutuluyorlardı. Nihayet 16 yaşında orduya resmen kaydedilen gençlere maaş bağlanıyor, divana kaydediliyor ve câriyelerle evlendiriliyorlardı. Kız çocukları ise saray terbiyesine alınarak sultanın eşlerine yahut mürebbiye kadınlara teslim ediliyor, ev işleri, edep ve hizmet konularında eğitiliyorlardı. Bu çiftlerden doğan çocuklarla yeni nesil askerî nüfus oluşturuluyor, böylelikle ordu hem askerî hem de sosyal bir kurum kimliği kazanıyordu.

Miknâs civarındaki Meşraʿu’r-Ramle, bu ordunun askerî ve ideolojik merkez üssü olarak inşa edilmiştir. Bu merkezde askerî eğitimler yapılmakla kalmamış, aynı zamanda ordu mensuplarının siyasî ve dinî sadakati burada şekillendirilmiştir. Zamanla bu üs, Fas tarihinin en büyük askerî toplanma alanı hâline gelmiş, binlerce asker buradan farklı bölgelere dağıtılmıştır. Orduya alınanlara Avrupa’dan ithal edilen fitilli tüfekler, geniş kılıçlar ve ağır silahlar verilmiş; piyadeler uzun menzilli tüfeklerle ve yaylarla donatılmış; ayrıca topçuluk da bu orduya tahsis edilerek kabilelerin top sahibi olması yasaklanmıştır. Bu, orduya hem teknik üstünlük hem de devlet nezdinde ayrıcalıklı bir konum kazandırmıştır.

  • Bu düzenli ordu sayesinde Fas’ta iç güvenlik sağlanmış, kabileler itaate mecbur edilmiş, vergi tahsilatı sistematik hâle getirilmiş, yol ve şehirlerin güvenliği sağlanmıştır. Tarihçi ez-Zeyyânî’nin ifadesiyle, bir Yahudi ve bir kadın dahi Ucdâ’dan Vâdî Nûn’a kadar rahatlıkla seyahat edebiliyordu.

Mevlây İsmâil döneminde 76 kale ve şehir tahkim edilerek Buhârî askerleriyle donatılmış, bunların eş ve çocukları da bölgelere iskân edilmiştir.

Bu ordu, sadece iç güvenlik değil, aynı zamanda dış tehditlere karşı da etkili bir savunma ve fetih gücü olmuştur. Mehdiyye, Tanca, Larache ve Asilah gibi şehirler bu ordu sayesinde işgalden kurtarılmış, Ceuta ve Melilla uzun süreli kuşatmalara tâbi tutulmuş, doğuda Tilimsân, güneyde ise Senegal Nehri’ne kadar ülkenin sınırları genişletilmiştir. Ayrıca Tekzâl Seferi neticesinde 150 deve yükü altın ve 5.000 köle ganimet alınmış; bu da orduya yeni insan kaynağı sağlamıştır.

Ancak Sultan Mevlây İsmâil’in vefatının ardından, ordu merkezî otoriteyi temsilden çıkarak fiilî bir siyasî aktöre dönüşmüştür. Ahmed ed-Zehebî’nin maaş artırımıyla şımartılan Buhârî kumandanları, kısa sürede sultanları atayan ve azleden bir erk hâline gelmişlerdir. Bu durum, yaklaşık 30 yıl süren bir iç karışıklık ve istikrarsızlık dönemine zemin hazırlamış, Mevlây İsmâil’in oğlu Abdülmelik’in orduyu feshetme teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanmış, kendisi tahttan indirilmiştir.

Sonra tahta geçen Muhammed es-Sâlis, babası Abdullah b. İsmâil’in hatalarından ders çıkararak, ülkede istikrar ve sükûneti sağlamıştır. Miknâs şehri Buhârîlerin, Fâs ise Vüdâye ordusunun denetiminde olduğu için bu iki merkezden uzak durmayı tercih etmiş, güneye Merakeş’e yerleşmiştir. Ancak Rehâmna kabilelerinin isyanları sebebiyle orayı da terk edip Sâfî şehrine geçmiş, burada ticareti canlandırmış ve Mağrib ülkesinin tamamında devlet otoritesini yeniden tesis etmiştir.

Bu süreçte bazı sultanlar, Buhârî Ordusu'nu dağıtma ve yerine yeni güçler oluşturma yoluna gitmiş; özellikle Sultan Muhammed b. Abdullâh, “topla-dağıt” esasına dayalı bir politika izlemiştir.

  • Ancak ordu tam anlamıyla ortadan kaldırılamamış; 19. yüzyılda Sultan Abdürrahmân tarafından, Cezayirli meşhur direnişçi Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî’ye destek vermek üzere tekrar toparlanmış ve Fransa ile girilen Isly Muharebesi’nde son kez etkin olarak sahneye çıkmıştır.

Emir Abdulkâdir Cezâirî
Mecra

Buhârî Ordusu.

Fas Sultanı, verdiği destek sebebiyle Fransa’nın hedefi hâline gelmiş, bunun sonucunda Fransız birlikleri Fas topraklarına saldırmış; Vecde yakınlarında bulunan Isly Meydan Muharebesi vuku bulmuştur. Bu savaş, Fas için ağır bir mağlubiyetle sonuçlanmış, ülke toprak kaybına uğramış ve Cezayir’e yardım etmeme sözü veren ağır bir antlaşma imzalamak zorunda kalmıştır. Ancak, bu savaş Buhârî Ordusu'nun askerî olarak son bir defa sahneye çıkmasına vesile olmuştur. Sultan Abdürrahmân, askerî zayıflığın farkına vararak, Buhârî askerlerini yeniden eğitip bir araya getirmiş ve savaşa katılmalarını emretmiştir. Behîce Simû’ya göre, Sultan her ne kadar bu birliğe karşı tarihî müdahaleciliklerinden dolayı ihtiyatlı davranmışsa da 1844 muharebelerinde en etkili savaşan unsurun Buhârî askerleri olduğunu, bu askerlerin cesaret, fedakârlık ve sadakatle öne çıktığını belirtmektedir.

Zamanla ordu yalnızca saray muhafızlığı, askerî eğitim ve iç hizmetlerde istihdam edilmiş; Batılı tarzda kurulan yeni ordu sistemlerinin gölgesinde erimiş ve tarih sahnesinden çekilmiştir.

  • Günümüzde Buhârî Ordusu'nun izleri, Kraliyet Muhafızları ve saray hizmetlerinde görev yapan siyahî ailelerin varlığında sürmektedir. Böylece bu orduya ve hâlâ Fas kralının etrafındaki muhâfızlara “el-Buhârîyyûn” veya “Abîdü’l-Buhârî” denilmektedir.

Ne var ki bu onurlu askerî geçmiş, bazı önyargıların gölgesinde "köle torunluğu" şeklinde küçültücü bir etiketle anılabilmekte; tarihin izzeti, zamanın cehaletine kurban edilmektedir.

Günümüzde Fas Kraliyet Muhafızları.

Tüm bu tarihsel bağlamda, Buhârî Ordusu yalnızca bir askerî yapılanma değil; aynı zamanda bir devlet politikası, bir dinî meşruiyet stratejisi ve bir siyasî iktidar inşasıdır. Onun mirası, günümüzde dahi Fas toplumu, dinî yapıları ve tarih literatürü üzerinde derin bir iz olarak yaşamaya devam etmektedir. Elbette Buhârî Ordusu’nun teşkili ve sonraki dönemlerde kazandığı siyasî nüfuz, dönemin bazı âlimleri tarafından şiddetle eleştirilmiş, özellikle hür siyahîlerin orduya dâhil edilmesi meselesi ciddi fıkhî tartışmalara konu olmuştur. Fakat bu tenkitlere rağmen, söz konusu yapının devletin bekası, merkezî otoritenin inşası ve dış tehditlere karşı mukavemet noktasında üstlendiği rol inkâr edilemez derecede hayatî olmuştur.

Sultan Mevlây İsmâil’in, bu orduyu Sahîh-i Buhârî’ye yemin ettirerek kurması ve ona sadece bir askerî kimlik değil, aynı zamanda dinî bir meşruiyet ve ruh kazandırması, onun ileri görüşlülüğünü ve devlet aklını ortaya koymaktadır. Buhârî adı, bu yapının sultana olan sadakatini yalnızca siyasî değil, uhrevî bir ahd ile pekiştirmiş; ordunun dinî mefhumlarla yoğrulmuş ideolojik temelini simgelemiştir. Sahîh-i Buhârî nüshasının seferlerde ordu önünde taşınması, devletin şer‘î değerlere olan bağlılığını ve sünnet-i seniyyeye gösterdiği hürmeti tüm dünyaya ilan eder mahiyette olmuştur.

Bütün polemiklere rağmen, Buhârî Ordusu’nun teşkili, Mevlây İsmâil’in Fas’ta sadece bir askerî düzen kurmakla kalmadığını, aynı zamanda siyasi, sosyal ve dinî anlamda bir reform gerçekleştirdiğini göstermektedir. Bu yapı, bir döneme mühür vurmuş, hem düşmanlara karşı zaferlerin kazanılmasında hem de iç düzenin tesisi ve şehirleşmenin yaygınlaştırılmasında önemli katkılar sağlamıştır. Dolayısıyla bu ordu, yalnızca kölelerden değil; sabır, sadakat, disiplin ve dirayetle inşa edilmiş bir medeniyet tasavvurundan meydana gelmiştir.