Çöl şeytanı Lawrence’ın sıra dışı hayatı

MEHMED MAZLUM ÇELİK
Abone Ol

Arabistanlı Lawrence adıyla bilinen, tarihteki en sıra dışı casuslardan biri olarak tanınan Thomas Edward Lawrence İngiliz istihbaratına, kendisine casuslukla ilgili bildiği neredeyse her şeyi öğreten Gertrude Bell tarafından önerilmişti.

Tarihteki en sıra dışı casuslardan biri Arabistanlı Lawrence olarak tanınan Thomas Edward Lawrence'tır. 16 Ağustos 1888 yılında dünyaya gelen Lawrence, İngiliz asili olan babasının karmaşık aile ilişkileri yüzünden gayrimeşru çocuk konumuna düşmüştür. Babası Baron Edward Robert Chapman, o daha doğmadan önce ilk eşini terk ederek, dört kızına da dadılık yapan Sare ile Dublin’e yerleşti. İlk eşi boşanma işlemlerinde zorluk çıkarttı, Baron Chapman bu yüzden soyadını değiştirmek zorunda kaldı. Böylece, Baba Robert’in Chapman soyadı Lawrence oldu. Edward Lawrence da Robert Lawrence’ın ikinci eşi olan Sare’den dünyaya geldi.

Bu karmaşık ilişki durumu ünlü casusu hayatı boyunca derinden sarsacaktı. Uzun yıllar babası ile yaşadığı sorunlar sebebiyle psikolojik rahatsızlıklar ile uğraşacaktı. Arap coğrafyasına karşı ilgisinin altında da bu sorun kendisini zaman zaman gösterecekti.

Lawrence kendisini Araplar için "baba figürü" olarak konumlandırmıştı.

Öte yandan babasıyla yaşadığı sorunlar sebebiyle evden kaçtığında henüz küçük bir çocuktu. Babası onu orduya yerleştirmiş; ama Lawrence burada da tutunamamıştı. Hayatı boyunca babasıyla bir çatışma halindeydi. Casus Lawrence bir defasında ünlü İngiliz edebiyatçı Bernard Shaw’ı ziyaret ettiğinde orada bulunanlar kendisini Shaw’ın oğlu zannetti. Bundan büyük bir gurur duyan Lawrence'ın hayatı boyunca en çok kullandığı tabir "Shaw’ın Oğlu" oldu.

İngiliz edebiyatçı Bernard Shaw. Lawrence'ın hayatı boyunca en çok kullandığı tabir ''Shaw’ın Oğlu'' oldu.

Babasının aksine Lawrence'ın üzerinde büyük bir etkisi bulunan annesi Sare’nin anlattığı tarihi öyküler hayatında belirleyici olmuştu. Annesinin öyküleri Lawrence’ın çocukluğundan beri tarihe karşı büyük bir ilgi duymasını sağlamıştı. Annesinin bu geniş tarih birikimi ise Hristiyan bir Kalvinist olması sebebiyleydi. Genç Lawrence, özellikle Haçlı Seferleri ve şövalyelere karşı içinde büyük bir hayranlık duyuyordu. Ortadoğu ve ‘Kutsal Topraklar’ çocukluğundan beri hayallerini süslüyordu. Bu hayaller Oxford Üniversitesi’nin açtığı sınavı kazanmasıyla ona bambaşka dünyaların kapısını aralayacaktı.

Ortadoğu neresi?
Mecra

Üniversitede casusluk öğrenimi başladı

Lawrence üniversite yıllarında David George Hogarth ile tanıştı. Ashmolean Müzesi Müdürü görevini yürüten Hogart’ın tek ilgi alanı tarih değildi, Hogarth aynı zamanda İngiliz Gizli Servisi için Ortadoğuda istihbarat çalışmaları yapıyordu. Osmanlı topraklarında yaptığı birçok çalışma için genç arkeolog Thomas Lawrence’ı da yanında götürdü.

Hogarth (ortada), T. E. Lawrence (solda) ve Lt Col. Dawnay, Kahire'deki Arap Bürosu'nun önünde, Mayıs 1918.

Bu çalışmalar sırasında Lawrence kendisine casusluk konusunda neredeyse bildiği her şeyi öğreten Gertrude Bell ile tanıştı. İkili o kadar iyi anlaşıyordu ki anne oğul gibi olmuşlardı.


T.E. Lawrence ve Gertrude Bell, 1921. Lawrence'a casusluk konusunda bildiği neredeyse her şeyi Gertrude Bell öğretti.

Lawrence, üstadı Bell’den yerli halkla nasıl kaynaşacağını ve çöle dair birçok hayati konuyu öğrendi.

Bu çalışmalar sonrasında Lawrence’ın Arapçaya olan ilgisi arttı. İngiltere’ye döndüğünde bu konuda bilgisini ilerletti.

Lawrence’ı İngiliz istihbaratına Gertrude Bell önerdi

Birinci Dünya Savaşı başladığında İngiliz politikacı Churchill’in himayesinde Kahire Ofisi kuruldu. Bu ofisin başlıca görevi; Osmanlı coğrafyasında istihbarat çalışmaları yapmaktı.

  • Ofisin önemli elemanlarından biri Gertrude Bell’di. Bell, arkeoloji çalışmaları adı altında Osmanlı coğrafyasında yürüttüğü faaliyetler sayesinde İngiliz İstihbaratının güvenini kazanmış biriydi. Özellikle çektiği fotoğraflarla topoğrafyanın ve insan gücünün İngilizler lehine haritalandırılmasını sağlamıştı.

Viktoria İngiltere'sinden kendi Irak'ına: Gertrude Bell
Ortadoğu'yu tabir-i caizse ilmek ilmek işleyen, Arap diyarında “Çölün kızı' ve de “Hatun' olarak nam salan, devlet yıkıp devlet kuran, sınırlar belirleyen, hedeflerine bir bir ulaşan Gertrude Bell'in sıradışı hikâyesi.


Bell’in İngiliz istihbaratına en kritik katkılarından biri Lawrence’ın Kahire ofisine atanmasını sağlamaktı.

Ortadaki üçlü soldan sağa: Churchill, ''Arabistanlı Lawrence'' ve Gertrude Bell Mısır'da sfenksin önünde poz veriyor, 15 Şubat 1921.

Lawrence buraya atandıktan sonra Haşimi sülalesiyle yakın ilişkiler kurmayı başararak milis kuvvetleri Osmanlı Devleti aleyhine örgütleyecekti.

Haşimi sülalesi ve Lawrence

Şerif Hüseyin, 1853 yılında dünyaya gelmişti. Uzun süre ailesi ile beraber İstanbul’da himaye ve göz altında tutuldu. Sultan Abdülhamid, Devlet-i Şura üyesi yaptığı Şerif Hüseyin’in bölgede güçlenmesine izin vermiyordu; ama onu diğer aşiretlere karşı da denge unsuru olarak kullanmaktaydı.

1908 yılında, 31 Mart Vakası sonrası İstanbul’da kontrolü ele geçiren Hareket Ordusu, Sultan Abdülhamid’i tahttan indirdi.

Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılmaya başlandı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti ardı ardına üç kritik hataya imza attı: İlk hata, Meşrutiyetle beraber bölge için yanlış milletvekili tercihlerinin yapılmasıydı. Üstelik radikal Arap vekilleri mecliste yer bulurken sınırlı sayıda olmaları ve İttihatçıların Türkçü yaklaşımları onları mecliste hizipleştirmişti. İkinci hata, Şerif Hüseyin’in Hicaz bölgesine emir atandıktan sonra Medine yönetiminin Haşimi yönetiminden ayrılması oldu. Üçüncü ve en önemli hata, tecrübesiz ve liyakatsiz devlet adamlarının bölgeye yönetici olarak gönderilmesi oldu.

Şerif Hüseyin (en sağda), 1920'ler. Şerif Hüseyin, başta açık bir Osmanlı karşıtlığı yürütmüyordu.

Bütün bu gelişmeler coğrafyayı yakından tanıyan Lawrence’ın, Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah ile yakın bir ilişki kurmasını sağladı.

Şerif Hüseyin, başta açık bir Osmanlı karşıtlığı yürütmüyordu; ama Lawrence’ın ve oğlu Abdullah’ın telkinleriyle fikir değiştirdi.

Jön Türkler’in Araplardaki izdüşümü
Mecra

Medine'nin doğrudan hükümete bağlanması hacıların güvenliğini sağlamakla sorumlu olan Haşimi ailesi için büyük bir ekonomik kayıptı. Ayrıca diğer aşiretlere karşı savaşırken zayıf bir merkezi yönetime sahip Osmanlı ile yan yana mücadele etmek pek kârlı bir plan değildi. Bu süreçte bağımsız bir devlet vaadine kendisini kaptıran oğlu Abdullah’ın aksine Şerif Hüseyin, İngiliz toplarına sahip olmak arzusuyla bu ittifaka yanaştı.

1948'de Doğu Kudüs'ü kontrolü altına alan Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah, Kudüs'teki Hristiyanlarla.

  • Sonuç olarak, oğul Abdullah ve Lawrence, Şerif Hüseyin’i ikna ettikten sonra kurdukları milis güçleriyle Osmanlı askerine karşı bombalı eylemler, su kuyularını tahrip ve tren raylarını kullanılmaz hale getirmek gibi eylemlere girişti.

Bu eylemlerde Araplar Osmanlı’ya ihanet etti gibi bir yaklaşım söz konusuysa da Lawrence ve Kral Abdullah birliklerinin toplamı 25 bin kişiyi bulmuyordu.

Lawrence, Haziran 1917'de Akabe'nin ele geçirilmesinden sonra Faysal'ın kuzeni Şerif Nasır'ın kendisine hediye ettiği Jambiya hançeriyle Arap çöllerinde.

Soldan sağa: Lawrence, Ürdün Kralı Abdullah ve Filistin'i işgal eden İngiliz komutan Edmund Allenby.

Osmanlı ordusunda ise Çanakkale, Kafkasya ve Irak cephesinde savaşan yaklaşık 350 bin Arap asker bulunuyordu. Zaten İngiliz merkezi hükümeti de Lawrence’ın birliklerine gerçek anlamda değer vermiyor ve ilkel kabilelerden ibaret görüyordu.

Akabe’nin Lawrence tarafından Osmanlı’dan alınması meşhur İngiliz Komutan Allenby’in Lawrence’a destek vermesini sağladı.

Lawrence’ın Türk katliamı

Lawrence savaş boyunca Irak Cephesi komutanı Sakallı Nurettin Paşa’nın sınırlı kuvvetle düzenli İngiliz birliklerine karşı elde ettiği muazzam zaferler ve Fahrettin Paşa’nın Medine’de gösterdiği destansı direniş sebebiyle Türk askerine karşı büyük bir nefret hissine kapılmıştı.

  • Lawrence’ın beklediği fırsat, Şam kuşatmasıyla Eylül 1918 yılında eline geçecekti. Çoğu teslim olmak için ateş etmeyen binlerce Türk askerini “Esir almak yok” emri vererek katlettirmişti. Paralı askerlerden ve bedevilerden oluşan Lawrence birlikleri teslim olan 10 bin civarında Osmanlı askerinin kafasını kesmek suretiyle şehit etmişti.

Lawrence'ın “Bilgeliğin Yedi Sütunu'' adlı kitabı.

Bu barbarlık, daha sonrasında Lawrence’ın hayatının anlatıldığı bir filmde ünlü casusun bir Türk subayı tarafından tecavüze uğradığı bilgisi ile perdelenmeye çalışılmıştı. Oysa "Çölü Ateşe Vermek: T. E. Lawrence ve Britanya’nın Arabistan’daki 1916-1918 Gizli Savaşı" adlı kitabın yazarı James Barr, Lawrence’ın tecavüze uğradığını iddia ettiği mektuptaki 15 ve 21 Kasım tarihleri arasında Dera’da bulunmadığını kanıtlarıyla ortaya koyuyor.

Lawrence da bu iddiada ısrarcı değildi. Yıllar sonra yazacağı "Bilgeliğin Yedi Sütunu" isimli eserinde bu bilgiden bahsetmeyeceği gibi kendisinin böyle bir katliama rıza göstermediğini iddia edecekti.

Lawrence’a göre Şam’da olan, “Arapların barbarlığından” kaynaklanıyordu.

Lawrence kitabında tecavüze dair hiçbir imada bulunmuyor, hatta kendisi de bu katliamı kınıyordu.

Ölümü de kendisi gibi bir muamma

Lawrence savaştan sonra adını değiştirerek İngiliz Hava Kuvvetlerine katıldı. Anılarını yazmak istiyordu; ama ekonomik olarak bunu yayınlayacak parası yoktu. Zaten eserinin destekçi bulmak için yaptığı ilk neşri esrarengiz bir biçimde ortadan kayboldu. Yıllar sonra bu hatıraları "Bilgeliğin Yedi Sütunu" ismiyle yayınladı.

13 Mayıs 1935 yılında motoru ile yolda giderken önüne çıkan bir çocuk, bazı görgü tanıklarına göre siyah bir arabanın önüne çıkması sebebiyle kaza yapıp ağır yaralandı.

Lawrence motorunda, 1925.

Hastaneye kaldırılan Lawrence ağır beyin travması sebebiyle hayatını kaybetti. Yıllar sonra İtalya’da ortaya çıkan bir adam Lawrence olduğunu iddia etti. Bunun gibi çeşitli iddialar İngiliz gazetelerinde ve Türk medyasında sıkça işlenen konular oldu.

Kimilerine göre Lawrence başka bir görev için ölmüş gibi gösterildi, kimilerine göre ise İngiliz Gizli Servisi çok fazla şey bilen Lawrence’ı ortadan kaldırdı.