Fas Suriye Camii ve Abdurrahman Gürses Hoca

BURAK YETİMOĞLU
Abone Ol

Ramazan ayı, Müslümanlar için Allah’a yakınlaşma, kendini arındırma, kardeşlik duygusunu güçlendirme ve Kur’ân-ı Kerîm’in rehberliğini takip etme fırsatı sunan mübarek bir aydır. Bu mübarek ayda Müslümanlar, Allah’ın rahmetine nail olmak için oruç tutarlar. Oruç ibadeti de Müslümanları birbirine yakınlaştırıp Müslümanlar arasında kardeşlik duygusunu güçlendirir. Yine bu kardeşlik duygusu içinde Müslümanlar; ırk, dil, kültür ve coğrafya farklılıklarını bir kenara bırakıp aynı saflarda omuz omuza namaz kılarlar.

Ramazan ayına mahsus kılınan terâvîh namazı da Müslümanları birbirine bağlayan toplu ibadetlerden bir diğeridir. Bu deneyimi, 2023 senesinin Ramazan ayını geçirdiğim Belçika’da, terâvîh namazı kıldığım ve Faslı Müslümanların inşa edip yönetimiyle ilgilendiği Mosquée Al Amal’da (Al Amal Camii) yaşadım. Namaz bittikten sonra yanına gidip, selam verdiğim cami imamı Şeyh Hamdani, benim Türk olduğumu duyunca büyük bir heyecan yaşadı. Bu heyecanın nedeni, kendisini Fas’ın Tanca şehrinde bulunan Suriye Camii’nde yetiştiren, ona hafızlık ve kıraat dersleri veren hocasının Türk olmasında ve uzun zamandır hocasının kabrini ziyaret etmek istemesinde yatmaktaydı.

Hocasının kim olduğunu ve tam olarak nereye gitmek istediğini sordum. Hocasından Şeyh diye bahseden Şeyh Hamdani, Hendek’e benzer bir şehir ismi söyledi. Şeyh Hamdani’nin bu anlatımından yola çıkarak sadece hocasının Hendek’te medfûn olduğunu anlamıştım çünkü telaffuz ettiği ismi tam olarak anlamıyordum. Gorses ya da Güreş gibi bir soy ismini söylemeye çalışmasına dayanarak “Hendek”, “meşhur hoca” ve “hafız kıraat âlimi” gibi terimleri arama motoruna yazdığımda Şeyh Hamdani’nin bahsettiği hocasının Abdurrahman Gürses olduğunu bulmuştum. Gürses hocanın bulduğum resmini cami imamına gösterince; “Evet bu benim hocam, inşallah kabrine gideceğim, çok istiyorum.” dedi. Bende fırsattan istifade uzun yıllardır Fas’ta yaşayan bir araştırmacı olarak merak ettiklerimi Şeyh’e sormak istedim. Abdurrahman Hoca Fas’a tam olarak ne zaman gitmişti? Türk bir kıraat âlimi Fas’ın Tanca şehrinde bir camide nasıl öğrenci yetiştirmişti? Bu hareketlilik, o yıllarda nasıl sağlanıyordu? Bu soruları sorarken aynı zamanda şunu da düşünüyordum: Belçika’ya kısa bir süre araştırma için gelmiş bir doktora öğrencisi olarak Belçika’da terâvîh namazı kılarken tanıştığım Faslı bir cami imam, 40 yıl önce, din eğitimini Fas’a gelen bir Türk hocadan almış.

Abdurrahman Gürses Hoca'nın talebesi Şeyh Hamdani ile derin ve faydalı bir sohbetten...

Tam da yazımın başında bahsettiğim gibi Müslümanlar; ırk, din ve dil ayrımlarını bir kenara bırakmış, ihtiyaç halinde, mesafe ve şart gözetmeksizin hizmet etmiş ve eğitim vermişti. Ancak bu yapılan hizmetlerin ve vesile olanların tecrübelerini yaşatmak ve tarihe geçmesi için kayıt altına alınmasının çok önemli olduğu kanaatindeyim. Bu sebeple Şeyh Hamdani hocamızın hikâyesinden yola çıkarak yazımızda, Şeyh Hamdani’nin Abdurrahman Gürses Hoca’dan ders aldığı Suriye Camii’nden ve Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın kendi yazdığı hatıratında Abdurrahman Gürses Hoca hakkında yazdığı anekdotları aktaracağım.

Tanca Suriye Camii

Fas Krallığı'nın Tanca şehrinde bulunan Suriye Camii, Fas'ın İsrail'e karşı Golan savaşına katılımını anmak ve Suriyelilerin Fransa’ya karşı ayaklanmasını temsil etmek üzere inşa edilen bir camidir. Caminin yapım maliyetini Fas’a çok önceden hicret eden Halepli Tatari ailesi üstlenirken, uzun zamandır Fas’ta yaşayan Macaristanlı bir mimar da camiyi Halep-Şam mimarisine uygun şekilde tasarlamıştır.

  • Bu mimari sayesinde, Tanca şehrinin en güzel bahçeleri arasında sayılan geniş bir bahçeyle çevrili ve süslemeleri Suriye’yi hatırlatan bu cami, halk tarafından sevilen ve beldeyle özdeşleşen bir cami haline gelmiş. Cami ile ilgili diğer önemli bir nokta ise, tasarımının genel olarak Fas, Endülüs, Amazigh ve İslâm şehirciliği arasında bir tür senteze sahip olmasıdır.

Fas'taki Suriye Camii, Tanca'ya göç eden Suriyeli Tatari ailesinin yardımlarıyla inşa edilmiş.

Belçika’da namaz kıldığım caminin imamı ile yaptığım görüşme sonrasında Suriye Camii’nden haberdar olmam -Fas’ta uzun yıllar yaşamama rağmen- ise benim için de önemli bir ders oldu ancak cami hakkında yaptığım araştırma ve görüştüğüm kişiler cami hakkında çok fazla bilgi edinmemi sağladı.

Ne ilginçtir ki camiye ilişkin aktarılan anekdotların neredeyse tamamı Ramazan ayıyla ilgiliydi. Camiyi sorduğum kişiler de sadece Ramazan ayında yaşadıkları hatıralarını anlatıyorlardı.

Tanca şehri sakinleri ve Fas’ın birçok farklı şehrinden insanlar, terâvîh namazlarını kılmak için akın akın Suriye Camii’ne geliyor, namazlarını burada eda etmekten mutluluk duyuyorlardı. Bu ilginin kökeninde caminin mimarisi, avlusu ve bahçeleri tabii ki çok büyük rol oynamakta. Özellikle yaz dönemlerinde insanlar rahat bir terâvîh namazı için uzak bölgelerden buraya akın etmeye devam ediyor.

Suriye Camii, Fas'ın daha köşeli minarelerinden ayrışarak iğneye benzeyen minesiyle dikkat çekiyor.

Bu mimari ve dış özelliklerinin yanı sıra, Suriye Camii’ni önemli ve meşhur kılan diğer bir özellik ise cami imamlarıdır. Özel yetişmiş, uzun süre farklı hocalardan dersler almış kişiler tarafından yürütülen imamlık makamı, birçok Faslının bu camiyi tercih etmesine neden oluyor. Özellikle terâvîh namazlarının hatimle kılındığı Fas’ta güzel sesli hocaların olduğu camiler özellikle tercih ediliyor.

Biz de Belçika’da bu camiden yetişmiş ve eğitimini tamamlamış bir hocayı takip etmek amacıyla bir Fas camisine gitmiştik. İlerleyen yaşına rağmen hocanın kıraati çok özeldi. Tanca halkını ve Suriye Camii’nin sevenlerini şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Böylesine önemli bir tarihe sahip ve halk tarafından sevilen bir camide görev yapmış olan Hafız Abdurrahman Gürses Hoca, orada birçok faslı öğrencinin de yetişmesine vesile olmuştu. Ayrıca Abdurrahman Gürses Hoca’nın Belçika’da Ramazan ayında imamlık görevini ifa ederken karşısına çıkan Türklere “Ben Hendek’te hocamı ziyaret edeceğim” diyen öğrencisinden yola çıkarak talebeleriyle özel bir sevgi bağı kurduğunu anlıyoruz. Bu nedenle bu derece önemli bir hocayı tanımak bizim için de çok önemli bir hatıra olarak hayatımızda yer alacak.

Abdurrahman Gürses Hoca

Abdurrahman Gürses Hoca 1909 yılında Hendek beldesine bağlı Soğuksu köyünde doğdu. Hafızlık eğitimini babası Sid Efendi'yle tamamladı. Çok erken yaşlarında İstanbul’a giderek Soğukkuyu Medresesi’ne devam etmiş, eğitimini orada tamamlamıştır. Daha sonra eğitimine 1934 yılında Üsküdar’da bulunan Selimiye Camii’nde devam eden Gürses Hoca, icazetini ise 1937 yılında almıştır. İlk resmî görev yeri 1939 yılında göreve başladığı Fatih Mihrimah Camii’dir. Ancak beş yıl gibi bir süre sonra kendisiyle özdeşleşen, meşhur Bayezid Camii’ne atanmış uzun yıllar orada hizmet etmiştir.

Peygamber Efendimiz'in ''Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.'' hadisine uygun bir hayat yaşayan ve sayısız hafız yetiştiren abide şahsiyetlerden Abdurrahman Gürses, mihrabın azametini en güzel şekilde temsil eden ve imâmet görevini layıkıyla icra eden bir hocaydı.

Abdurrahman Hoca Bayezid Camii’nde vazifeliyken sadece imamlık vazifesini yerine getirmekle kalmadı, aynı zamanda talebe yetiştirmeye de devam etti. Abdurrahman Hoca’nın özverili çalışmaları neticesinde çok önemli bir ders halkası oluşan Bayezid Camii’nde, çok sayıda hafız yetiştirmiştir. Bu hafızlar arasında günümüzde çok önemli kıraat âlimlerinden olan İsmail Biçer ve Fatih Çollak gibi önemli isimler de yer almaktadır.

  • Gürses Hoca, Beyazıt Camii’nden sonra o dönemde yeni kurulmuş olan İstanbul İmam-Hatip Okulu ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Haseki Eğitim Merkezi’nde de eğitimler vermiştir. Bu arada davet üzerine gittiği Fas’ta Verş rivayetini okutmuştur. Böylece sadece Türkiye’de değil, birçok Müslüman ülkede de çok değerli hafızlar yetiştirmiş, öğrencileri dünyanın ücra köşelerinde insanlara Kur’ân okumayı öğretmiş ve Müslümanlara imamlık yapmıştır.

13. Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın kendi hatıratlarını yazdığı “Zorlukları Aşarken” isimli çalışmasında birçok yerde Abdurrahman Gürses Hoca’dan bahsetmiştir. Kendisi de bir kıraat âlimi ve hafız olan Tayyar Altıkulaç, Diyanet’te Başkan yardımcısı görevindeyken, güzel kıraati olan Türk hocaların seslerini Kur’ân tilavetlerini kaydetmek gibi bir proje geliştirmek istemiştir. Bu projesini de özellikle yaşayan iki büyük kıraat âlimi Abdurrahman Gürses Hoca ve Ali Üsküdarlı ile gerçekleştirmeyi planlamıştır. Çünkü Tayyar Hoca’nın hatıratında belirttiği üzere, “bu iki zat, Kur’ân tilaveti konusunda bizden önceki nesillerin en önde gelen şahsiyetleri idi. Güzel ve ahenkli okuyuşları vardı. Üsküdarlı Hoca aynı zamanda Türk musikisini Kur’ân tilavetinde en mükemmel şekilde uygulayan emsalsiz bir zattı. Gürses Hoca da dik sesiyle ve disiplinli okuyuşuyla kubbeleri çınlatıyor, dinleyenlere heyecanlı anlar yaşatabiliyordu.”

13. Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yapan Tayyar Altıkulaç, hatıratlarını yazdığı “Zorlukları Aşarken” eserinde birçok kez Abdurrahman Gürses Hoca’dan bahsetmiştir.

Bu proje için gerekli çalışmalar yapıldı, Ali Üsküdarlı Hoca’nın kayıt çalışmaları yapıldı ancak Abdurrahman Gürses için bu çalışma tamamlanamadı. Bu süreçte Tayyar Hoca’nın görev değişiklikleri ve Abdurrahman Gürses Hoca’nın kayıt meselesine hiç sıcak bakmaması sürecin başarısız olmasını etkiledi.

Kıraatini dinlemek için binlerce insanın Anadolu'dan İstanbul'a geldiği Gürses Hoca'nın hayatı, imâmet ve hitâbetle geçmiştir.

Her ne kadar kayıt meselesi Gürses Hoca için başarılı olmamış olsa da Tayyar Hoca’nın aklında başka bir fikir daha vardı. Ülkemizde aşere-takrîb öğretimi ve bu fende icâzetnâme verme geleneği her ne kadar devam etmiş olsa da 1970’li yıllara gelindiğinde bu işin büyük bir sıkıntıya gireceği konusunda endişeler oluşmuştu. Tam da bu noktada, yapılan çalışmalar neticesinde yeni bir kurs açılmış bu geleneğin nesilden nesile aktarılması konusunda kendilerini sorumlu gören, sağlıkları elverdiği müddetçe talebelerine gece gündüz demeden bu ilmi öğretmeye çalışan Gürses gibi hocalar büyük bir sorumluluk aldı. Büyük bir sorumluluk diyorum çünkü Altıkulaç Hoca’nın hatıratında bahsettiği şu konuyu görünce sorumluluğun ne kadar büyük olduğu anlaşılıyor:

  • “Yaşı yetmişe yaklaşmış bulunan Gürses Hoca’nın evinde yaşlı ve rahatsız bir eşi ile bedensel engelli bir kızından başka kimsesi yoktu. Bu görevi (Ankara’da açılacak olan hafızlık kursu hocalığı) kabul ettiği takdirde onları yalnız bırakacak, kendisi ise Ankara’da bir otel köşesinde kalacak ve gelen talebeler ile bu ilmi tedris edecekti. Zaman zaman da İstanbul’a gidip gelerek yaşlı ve rahatsız eşi ile engelli kızının hizmetleriyle meşgul olacaktı. Bunu bizim neslimizden kaç kişinin göze alabileceği, doğrusu merak konusudur.”

Abdurrahman Gürses Hoca, Gönenli Mehmet Efendi ile birlikte.

Bu öğrendiklerimin ardından Brüksel’de Fas Camii’nde karşılaştığım 80 yaşına gelmiş Faslı Hafız Hamdani hocanın gözleri parlayarak 40 yıl önce ders aldığı hocasının mezarını aşkla ziyaret etme isteğini çok daha iyi anlıyorum. Yaklaşık 50 yıl önce, imkânlar çok daha kısıtlıyken yetmiş yaşlarına gelmiş bir hocanın Fas’a gidip, Suriye Camii’nde talebe yetiştirme aşkını ise iyi anlamak gerek.

Vakarı, tok gözlülüğü, temiz giyinişi, Kur’ân hizmetine gönül vermesiyle tanınan ve zihinlerde müstesna bir yer edinmiş olan Abdurrahman Gürses Hoca, 10 Ağustos 1999 tarihinde vefat etti ve Beyazıt Camii’nin hazîresine defnedildi.

Hamdani Hoca’yı arayıp hocanın Beyazıt’ta defnedildiğini ve Hendek’e gitmesi gerekmediğini söylediğimde nasıl hissedeceğini şimdiden merak ediyorum. Seyahatlerin sayısı ve tanıştığımız insanlar arttıkça biriktirdiğimiz hikâyeler de artarak güzelleşiyor. Avrupa’da İslâm’ı anlamak için çıktığımız bu yolda daha ne kadar güzel hikâyelere rast geleceğimizi merakla bekliyorum.