İlim tahsili için yola düşenler

YUSUF SAMİ KAMADAN
Abone Ol

Klasik dönemde ilim kitaptan değil, bizzat ehlinin kendisinden öğrenilirdi. Bundan dolayı her kim ki ilim öğrenmeyi talep ederse ehlinin bulundukları yerlere seyahatler düzenlerdi.

Klasik dönemde ilim kitaptan değil, bizzat ehlinin kendisinden öğrenilir; ilim ehlinin kitapları da ya bizzat kendisinden ya da bunu kendisinden okumuş talebelerinden dinlemek sûretiyle idrak edilirdi. Bundan dolayı ilim talipleri ilim ehlinin bulundukları yerlere seyahatler düzenler; onlardan aldıkları birikim ile hem ilimlerinin hem de ufuklarının gelişmesini sağlarlardı.

Yapılacak ilmî seyahatlerin metoduyla alakalı yazılan eserlerde bilgiler de verilmekteydi. Faslı Mâlikî âlimi Yûsî’nin el-Kânûn fî ahkâmi’l-ʿilm ve’l-ʿâlim ve’l-müteʿallim isimli eseri bunlardan biridir.

  • Bu seyahatler özellikle hadis ilmi için öylesine hayatî idi ki ilim tahsili için seyahate çıkmayanlar tenkid edilebiliyordu. Çokça seyahat ettiği için “rahhâl” olarak nitelendirilen İbn Kurkûl (ö. 1174)’un veya İbn Hürrem (ö. 913)’in aksine Bağdat’taki âlimlerle yetinerek hadis tahsili için seyahate çıkmayan Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî (ö. 1201) bu tenkitlere uğrayan bir isim olmuştu.

İlim yolculukları kimi zaman münferid olurken kimi zaman da gruplarla yapılabiliyordu. Nîşâbûr’a bağlı Cevzak köyünde dünyaya gelen ve bu nisbeyle bilinen Cevzakî (ö. 998), ilim yolculuğuna kendisi gibi muhaddis olan dayısı ile çıkmış; Mekke, Bağdat, Hemedan, Serahs ve Rey gibi şehirlere yolculuklar yapmıştı. Yazdığı kıymetli eserlerle bilinen Cevzakî, sahip olduğu birikimi şüphesiz bir yerde de yaptığı seyahatler esnasında kendisinden dersler aldığı âlimlere borçluydu.

Edip, şair, Şâfiî fakihi ve kâdılkudât gibi sıfatlara sahip olan Ebü’l-Hasen el-Cürcânî (ö. 1002) doğduğu yerde ilk tahsilini tamamlamasının ardından İran, Irak ve Suriye topraklarına seyahatler düzenlemiş, bilgi birikimini arttırmayı hedeflemişti.

Cürcânî ilim tahsili için o kadar çok seyahat etmişti ki kaynaklar onun bu özelliğini “Hızır gibi olmak”la açıklamışlardı.

Tâcü’l-luga adlı sözlüğüyle tanınan ve aslen Türk olan Cevherî (ö. 1009’dan önce) de ilim tahsili için yola çıkan isimlerden bir diğeriydi. İlk tahsilini doğduğu Fârâb’ta tamamlayan Cevherî, döneminin önemli âlimlerinden istifade etmek maksadıyla Bağdat’a gitmişti. Onun asıl büyük seyahati ise sözlüğüne malzeme toplamak için başta Arap Yarımadası olmak üzere yaptığı yolculuklar olmuştu. O, Arapçanın inceliklerine vâkıf olmak için Rebîa ve Mudar kabileleri arasında zaman geçirmişti.

Cevherî’nin Kitâbü ʿArûzi’l-varaka adlı eserinin ilk iki sayfası (Âtıf Efendi Ktp., nr. 1991)


Yapılan ilim yolculukları Endülüs topraklarında yaşayanlar için de geçerliydi

Kurtuba’da öğrenim gören Endülüs’ün tanınmış âlimlerinden Beyyânî (ö. 890), sonrasında ilmini genişletmek maksadıyla Doğu’ya seyahat etmişti. Burada İmam Şâfiî’nin önde gelen talebesi Müzenî ile İmam Mâlik’in önde gelen talebelerinden İbn Abdülhakem’den dersler okumuştu. Mâlikî mezhebinin oluşumunda ve Kuzey Afrika’ya yayılmasında önemli katkıları olan fakih Sahnûn da onun hocalarından diğeri olmuştu.

  • Derin fıkıh ve hadis bilgisiyle döneminin otorite ismi haline gelen Beyyânî, sahip olduğu bu birikime hiç şüphesiz ilim merkezlerine yaptığı seyahatler neticesinde kavuşmuştu.

Beyyânî, ilim maksadıyla Endülüs’ten Doğu’ya seyahat eden tek kişi değildi. Müsned’iyle meşhur Endülüslü muhaddis Bakî b. Mahled (ö. 889) de Doğu’ya uzun süren yolculuklarda bulunmuştu. Yirmi dört yaşında iken ilk Doğu seyahatine çıkan Bakî b. Mahled’in İfrîkıye’de, Mısır’da, Kûfe’de, Basra’da, Medine’de ve Bağdat’ta devam eden tahsili 20 yıl sürmüştü. Sonrasında döndüğü Endülüs’ten bir müddet sonra tekrar seyahate çıkmış ve bu ikinci yolculuğu da 14 yıl sürmüştü.

Filozof Ebû Zeyd el-Belhî (ö. 934), hayatının erken dönemlerinde ileride yapacağı seyahatin hayalini kuruyordu. Günümüzde Afganistan sınırları içerisinde yer alan Belh’ten bir hac kafilesiyle Irak’a giden Belhî, burada 8 yıl kalmıştı. Meşhur İslâm filozofu Kindî’nin öğrencisi olmak ise Belhî’nin hissesine düşen pay olmuştu. Kindî’ye iyi bir talebe olan Belhî, sahip olduğu birikimi sonrasında döndüğü Belh’te talebelerine iletme konusunda cömert davranmıştı. Bir diğer meşhur İslam filozofu olan Ebü’l-Hasen el-Âmirî, İslam tarihçisi Makdisî, coğrafyacı İstahrî onun rahle-i tedrîsinden geçmişti.

Kübreviyye tarikatının Bâharziyye kolunun kurucusu olan Seyfüddîn el-Bâharzî (ö. 1261), ilim tahsili maksadıyla küçük yaşta çıktığı seyahatlerinde çok sayıda âlime mülâkî olmuştu.

Endülüslü sûfî, hadis hâfızı ve kıraat âlimi olan Atıyye b. Saîd (ö. 1016), uzun seyahatler yapan isimlerden bir diğeri olmuş; Şam, Irak, Mısır, Horasan ve Buhara gibi ilim merkezlerinde bulunmuştu.

  • Bu seyahatler Saîd için öylesine bereketli geçiyordu ki istinsah ederek veya satın alarak biriktirdiği kitapların ancak develerle taşınabilecek kadar çok olduğu rivayet edilmişti.


Moğollar tarafından 1221 yılında ileri bir yaşta şehit edilen meşhur mutasavvıf Ferîdüddîn Attâr, doğum yeri Nîşâbûr’da inzivaya çekilmeden önce Irak, Şam, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Türkistan’a seyahatlerde bulunmuş, bilgi ve birikimini arttırmıştı.

Ebû Zeyd el-Belhî’nin Mesâlihu’l-ebdân ve’l-enfüs adlı eserinin unvan sayfasıyla ilk sayfası (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3740-3741)

780 yılında Bağdat’ta dünyaya gelen Hanbelî mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel (ö. 855), doğduğu yer olan Bağdat itibarıyla zaten kendisini bir ilim havzasının içerisinde bulmuştu. Ne var ki o, Bağdat’ta kendilerinden istifade ettiği âlimlerle yetinmemiş; Kûfe’ye, Basra’ya, ayrıca Mekke, Medine, Dımaşk, Halep ve Cezîre’ye seyahatler yapmıştı.

Nîşâbûr’da dünyaya gelen Ahmed b. Seleme’nin (ö. 899) seyahate çıkmadan önce kendisini çok seven babasını ikna etmesi gerekiyordu. Ahmed b. Seleme dönemin ünlü muhaddislerinden Kuteybe b. Saîd’in yanına gidip ondan hadis okumak istediği zaman, çok sevdiği oğlundan ayrılmak istemeyen babası, bu seyahatin gerekli olup olmadığı hususunu da Ahmed b. Seleme’nin hocalarından İshak b. Râhûye ile istişare etmişti. İshak b. Râhûye’nin, Ahmed’in kendisinden çok şey öğrendiğini, ancak Kuteybe’nin de farklı kişilerden elde ettiği bilgileri bizzat ondan öğrenmesinin isabetli olacağını söylemesi üzerine, memleketi dışında hadis tahsil etmesi için babası ona izin vermişti.

Sahasında otorite bir isim olan Kuteybe b. Saîd de ilim tahsili maksadıyla Bağdat, Şam, Mısır, Mekke ve Medine’de bulunmuştu.

Zehebî (ö. 1348) de pek çok ilmî seyahatlerde bulunmuştu. Ne var ki ailesinin tek çocuğu olması, babasının ona bu seyahatlerde 4 aydan fazla kalmasına izin vermemesine sebep olmuş, dolayısıyla Zehebî’nin ilmî seyahatleri çok da uzun sürmemişti.

İlmî seyahatlere Kâsım b. Fazl es-Sekafî (ö. 1096) gibi babasıyla birlikte çıkanlar da vardı. Birlikte Horasan, Irak ve Hicaz gibi merkezlerde bulunmuşlardı.


Ebü’l-Hasan el-Âmirî’nin el-İʿlâm bi-menâkıbi’l-İslâm adlı eserinin unvan sayfasıyla ilk sayfası (Râgıb Paşa Ktp., nr. 1463)


İstifade edilen âlimler sadece Müslümanlarla sınırlı kalmamıştı

Hikmet, Müslümanın yitik malıydı ve onu nerede bulursa almalıydı. Abdüllatîf el-Bağdâdî (ö. 1231) Bağdat’tan kalkıp Musul, Şam, Kudüs’ten sonra gittiği Mısır’da meşhur Yahudi filozof İbn Meymûn ile tanışmış, kendisinden istifade etmişti.

Tebeu’t-tâbiînin ileri gelenlerinden Abdullah bin Mübârek (ö. 797), ilim tahsili için ilk seyahatine çıktığında yirmili yaşlarında idi. Sonrasında devam ettirdiği bu seyahatler kapsamında Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam ve Irak’ta bulunmuştu.

Moğol istilası öncesi dönemde İslam dünyasının çok sayıda ilim merkezi bulunuyordu

1059 yılında Nîşâbûr’da dünyaya gelen muhaddis, Şâfiî fakihi ve tarihçi Abdülgâfir el-Fârisî (ö. 1135) ilmini geliştirmek üzere Batı’ya değil de Doğu’ya yönelmiş; Gazne, Hindistan ve Hârizm’e seyahatler yapmıştı.

Meşhur İslam âlimi Zehebî’nin hadis hâfızlarına dair Tezkiretü’l-huffâz eserinde yer alan Abdülkerîm b. Muhammed es-Sem‘ânî ile alakalı bir detay, onun ilmî maksadlarla ne kadar da çok seyahatte bulunduğunu gösteriyordu.

  • Zehebî, es-Sem’ânî’nin 100 civarında ilim merkezine uğradığını ve görüştüğü hoca sayısının 7000 civarında olduğunu söylüyordu.

Sem‘ânî, 1135 yılında başlayan ve altı yıl süren ilk seyahatinde Horasan, Irak, Suriye ve Hicaz bölgelerinde bulunmuş, 1138 yılında gittiği Bağdat’ta 4 sene kalmıştı. Kendisi gibi önemli bir âlim olan oğlu Abdürrahîm es-Sem‘ânî ile çıktığı ikinci seyahatinde ise Nîşâbur, Herat, Belh ve Nesâ gibi merkezlere gitmişti. 1154 yılında çıktığı üçüncü seyahatinde ise Hârizm ile Semerkant, Buhara ve Nesef başta olmak üzere Mâverâünnehir bölgesindeki ilim merkezlerini gezmiş, buradaki ulemâdan istifade etmişti.


Ferîdüddîn Attâr’a ait Pendnâme’nin ilk ve son sayfası (Köprülü Ktp., nr. 396)


Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya doğru işleyen muhteşem bir ağ vardı

1428 yılında Kâhire’de dünyaya gelen Şemsüddîn es-Sehâvî (ö. 1497), aynı mahallede oturduğu meşhur muhaddis İbn Hacer el-Askalânî’nin küçük yaşlarından itibaren talebesi olmuş, onun vefat ettiği 1449 yılına kadar Kâhire’den dışarıya ilim tahsili için çıkmamıştı. O, 1452 yılında hac yolculuğu için annesiyle birlikte çıktığı seyahatte uğradığı şehirlerdeki âlimlerden de istifade etmişti. Mekke ve Medine’de bulunan Sehâvî; Halep, Kudüs, Dımaşk ve Hama’daki âlimlerin halkasında da bulunmuştu.

Bugün Pakistan sınırları içerisinde yer alan Lahor’da dünyaya gelen lugat, dil, fıkıh ve hadis âlimi Radıyyüddîn es-Sâgânî, çıktığı ilmî seyahatler kapsamında uzun yıllar dersler almış; Mekke, Medine, Yemen, Bağdat ve Mogadişu gibi yerlerde bulunmuştu.

Taberânî (ö. 971) de ilim tahsili maksadıyla 887 yılından sonra çıktığı ve 25 yıl süren seyahatinde Kudüs, Remle, Akdeniz kıyısındaki Kaysâriye, Humus, Halep, Tarsus, Dımaşk, Mısır, Yemen, Mekke, Medine, Bağdat, Basra, Kûfe ve İsfahan gibi pek çok ilim merkezine uğramıştı.

Câmiʿu’l-beyân ve Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk adlı eserleriyle tanınan müfessir, tarihçi, muhaddis ve fakih Taberî (ö. 923) de ilim tahsili için uzun yolculuklar yapan bir diğer isimdi. 5 yıl sürecek ilk seyahatine 12 yaşındayken çıkan Taberî, çok sayıda âlimden ders almıştı. Ne var ki faydalanmak isteyip de kendisine yetişemediği isimler de olmuştu. Ahmed b. Hanbel’den istifade etmek maksadıyla Bağdat yoluna koyulan Taberî daha oraya varamadan Ahmed b. Hanbel’in vefat haberini almıştı. Ancak seyahatlerine yine devam etmiş, çeşitli âlimlerden dersler okumuştu.

Endülüslü Arap dili âlimi Şelevbîn’in (ö. 1247) Arap grameri ve lugatı konusunda zamanının önde gelen isimlerinden biri haline gelmesi de bir yerde onun yaptığı seyahatlerde karşılaştığı ve kendisinden ilim aldığı âlimler sayesinde olmuştu.


Şemseddin es-Sehâvî’nin el-Kavlü’l-bedîʿ fi’s-salâti ʿale’l-Habîbi’ş-şefîʿ adlı eserinin ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp., Çorlulu Ali Paşa, nr. 138)


İlim tahsili için seyahat edenler erkeklerle sınırlı değildi

Dımaşk’ta doğan Sittülvüzerâ (ö. 1316) gibi döneminin ilim merkezlerine seyahatte bulunan kadınlar da vardı. İlim tahsili maksadıyla ilim merkezlerine yolculuk yapan kadın âlimeler, ilim tahsili maksadıyla kendilerine gelen ilim taliplerine de ilimlerinden verebiliyordu.

1082 yılında Isfahan’da dünyaya gelen Silefî (ö. 1180), kadın hocası olan isimlerden biriydi. Zehebî’nin muhaddisler başta olmak üzere ünlü kişileri tabakalar halinde tanıttığı eseri olan Siyeru aʿlâmi’n-nübelâ’da kaydettiği kadarıyla Silefî’nin ilmî seyahatlere çıkmadan önce Isfahan’da 600 kadar hocadan ders aldığı, bunlardan 6 tanesinin kadın olduğu belirtiliyordu. 1100 yılında 18 yıl sürecek bir yolculuk için Isfahan’dan ayrılan Silefî’nin ilk durağı Bağdat olmuş, burada girdiği Nizâmiye Medresesi’nde çok sayıda âlimden çeşitli dallarda ilim tahsil etmişti. Onun Derbend’den Anadolu coğrafyasına kadar uzanan seyahatleri vefat ettiği İskenderiye’de son bulmuştu.

İlim tahsili maksadıyla kendisine gelen çok sayıda talebeye sahip olan Silefî’nin ders halkasında yer alan isimlerden biri de Selâhaddîn-i Eyyûbî olmuştu.

Taberânî’nin el-Ehâdîsü’t-tıvâl adlı eserinin ilk iki sayfası (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 470)

  • O dönemde seyahat yapmak meşakkatliydi. Kaynaklar el-Keşşâf tefsirinin sahibi Zemahşerî’nin (ö. 1144) bir ayağının takma olduğunu, bunun sebebinin de bir seyahat sırasında şiddetli soğuktan donması olarak gösteriyordu.

İlmî seyahatler belli bir maddî rahatlık isteyen vazifelerdi

Ne var ki maddî bakımdan rahat olan kimileri bunu rahatlıkla gerçekleştirebiliyordu. Hayatı boyunca ilimle meşgul olan ve otuzlu yaşlarına kadar seyahatlerini devam ettiren Yahyâ b. Maîn (ö. 848) bunu maddî durumu oldukça iyi olan babasının desteğiyle yapabilmişti.

Uklîşî gibi ilmî seyahatlerine hayatının ileri dönemlerine kadar devam eden isimler de olmuştu. Hatta onun 1155 yılındaki ölümü, son seyahatinden dönerken gerçekleşmişti.

Yapılan ilmî seyahatler sadece felsefî veya İslâmî ilimleri tahsil maksadıyla gerçekleşmiyordu

Endülüslü ziraat âlimi Tığnerî (ö. 1110’dan sonra), tarım yöntemleri ve tarım ürünleri konusunda bilgisini geliştirmek için doğu İslâm ülkelerine seyahate çıkmıştı. Seyahatini tamamlayıp Gırnata’ya döndüğünde beraberinde elde ettiği ciddi bir birikim götürmüştü.

İbnü’l-Kayserânî (ö. 1113) seyahat tecrübesiyle alakalı bir de eser kaleme almıştı. El-Mensûr isimli bu hâtırâtında, ilim talebi uğruna günde en az 20 fersah (yaklaşık 100 km) yürüdüğünü yazıyordu.

Yahyâ b. Ömer el-Kinânî (ö. 902) ilk seyahatine 12 yaşlarında çıktığında yanında kardeşi de bulunuyordu.

Yapılan ilmî maksatlı seyahatlerin nadir de olsa modern zamanda da örnekleriyle karşılaşılıyordu.

Son devir Osmanlı âlimlerinden Zâhid Kevserî 1928 yılında Şam’a ilmî maksatlar sebebiyle gitmişti.