Neretva’nın ahenkli masalı: Mostar

BURAK ÇETİK
Abone Ol

Mostar her zaman gizemli gelmiştir bana. Ziyaret etmeden evvel de öyleydi. Bu gizemin sebebini çözemiyordum. Zira tipik bir Osmanlı şehrinden farklı değildi. Bu gizem Mostar yolunda çözülmeye başladı biraz. Öyle yerlerden geçiyorduk ki adeta masalın içinde hissediyorduk kendimizi. Yemyeşil dağlara eşlik eden yağmur hüzünlü bir hava oluştursa da hepimiz dünyanın en mutlu insanları olarak yolculuğa devam ediyorduk.

  • Mostar’a giderken Koniçe isminde bir şehirden geçtik. Koniçe yeşilliğiyle büyüledi adeta bizi. Neretva Nehri’nin ikiye böldüğü şehri, Koniçe Köprüsü birleştiriyor. Aklıma yine Âkif Emre geldi. Mealen şöyle söylemişti: “Osmanlı bir köprü uygarlığıdır.” Öyleydi gerçekten. Saraybosna’da, Mostar’da, Vişegrad’da, Prizren’de ve birçok şehirde köprüler ön plana çıkmıştı.

Koniçe’nin dağlarının yeşilliğiyle Neretva Nehri’nin yeşil görüntüsü bir insicam içerisinde insana huzur veriyordu. Yeşilin insana huzur veren bir yanının olduğunu biliyordum. Fakat bu huzurun da ötesinde ahenk hissiydi. Koniçe yeşilin ahenk içinde arzı endam ettiği bir şehirdi. Tam yola çıkacakken aklıma dostum Zübeyr Şekerci’nin “Koniçe’de çilek yiyin muhakkak” tavsiyesi geldi. Hemen bir markete girip çilek aldık. Gerçekten dediği kadar vardı. Çilek yemeden gitmeyin bu şehirden.

Artık yola revan olma vaktiydi. Mostar bizi bekliyordu. Ana hedefimize odaklandık ve Dino Merlin’in Mostarska şarkısı eşliğinde yola devam ettik. Dino Merlin Bosna’da önemli bir sanatçı. Savaş başladığında ülkesini terk etmek yerine direnişe destek vermiştir. Söylediği şarkılarda hep vatanına olan sevgisini ve Aliya’yı anlatır. Mostar için yazdığı şarkıda şöyle söylüyor: “Saçlarım beyazlaşacak, yaşlanacağım / Ama Mostar’ım her zaman genç kalacak.” Gerçekten öyle. Dino Merlin yaşlandı, saçları beyazladı ama Mostar hâlâ taze bir gelincik.

Saraybosna’dan bir nefes: Dino Merlin
Mecra


Yol boyunca size Neretva Nehri eşlik ediyor. Nehir, Yablanika kasabasında Yablanika Gölü ile birleşiyor. Bu kasaba Koniçe gibi yemyeşil bir yer. Bosna’nın turistik yerlerinden olduğunu öğreniyoruz. Gölün bir kısmı ana yolun kenarında olduğu için arabanın arka koltuğundan seyretme şansım oldu. Vakit yokluğundan inip göremesek de acemi şoför olmanın avantajını gölü izleyerek kullanmış oldum.

Artık Mostar’a varmıştık. Neretva Nehri’nin ortasına kurulan şehre gelirken Mostar Köprüsü ve Blagay Tekkesi’ne niyet ederek gelmiştik. Fakat şehir öyle bereketliydi ki bize istediğimizden çok daha fazlasını verdi. Seyahat bunun için önemlidir zaten. Beklediğinden çok şey verir insana. Beklediğin kadarıyla iktifa etmek de bir tercihtir, turistseniz tabii ki. Allah turist olmaktan muhafaza eylesin diyelim.

Şehrin en işlek caddesi olan Tito Caddesi’nde arabayı park ederek yürümeye başladık. Saraybosna’da da Tito’nun kamuda bu kadar görünmesi bizi üzmüştü. Caddeye adını verecek Mostarlı bir kahraman yok muydu yani diye sormadan edemedim ama olsun

bizim kahramanlarımızın isimleri caddelerde değil gönüllerde yaşar.

Fırtınadan önceki son sessizlik: Josip Broz Tito
Mecra

Cadde üzerinde Nasuh Ağa Camii gözümüze çarptı. Şirin, ufak bir mabed olan Nasuh Ağa Camii 1564 yılında, aslen Lubuşkili olan fakat Mostar’da birçok eser yaptıran Nasuh Ağa tarafından yaptırılmış. Büyükçe bir tek kubbe, tek minare ve son cemaat yerinde küçük üç tane kubbeden oluşan caminin önünde evsizlerin kaldığını gördük. Bosna’da sıkça karşılaştığımız durum olan camilerin kitli olması ne yazık ki burada da karşıladı bizi; camiye giremedik.

Caminin kapısından itibaren bizi mezarlar karşılıyordu. Bosna mezarlardan oluşan bir ülkeydi adeta. Mostar’da da bu duruma rastladık. Şehrin her yerinde şehit mezarlarına rastlıyorsunuz. Bembeyaz taşlardan oluşan şehit mezarları. Gönlüme İslâm ülkelerinin sevgisi nakşeden üstat Sezai Karakoç’un bir şiirinde dediğini hatırlıyorum hemen:

Mezarlarımızdan bile yükselen bir bahar vardır.

Kabristanda gezerken bir mezar taşı dikkatimi çekti. Yanına yanaştığım zaman bunun aslında mezar taşı olmadığını anlayacaktım. Mladi Muslimani’ye mensup beş şehit için yaptırılmış bir anıttı bu. Şehitlerin isimleri şu şekilde: “Esad Karadzozvic, Asaf Serdarevic, Nurudin Gachic, Osman Krupalıja ve Sakıd Nıbsic." Bu anıt beni oldukça heyecanlandırdı. Zira Aliya’nın hayatını okurken rastladığım Mladi Muslimani teşkilatına ait bir iz görmüştüm. Kısaca bahsedeyim bu teşkilattan.

  • “Genç Müslümanlar” anlamına gelen “Mladi Muslimani” Balkanlar’da komünizm ve Sırp faşizmi arasında hayat mücadelesi vermeye çalışan Müslüman Boşnaklar tarafından 1941’de kurulmuştu.

Önceden farklı isimlerde teşkilatlanan gençlerin çoğu öğrenciydi. Yaptıkları çalışmalarla İslâm kültürünü ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Öyle ki Aliya gibi bir lider yetişti aralarından ve Müslümanların Balkanlar’daki varlığını korumak için önemli mücadeleler verdi. Teşkilatın faaliyetleri öylesine etkiliydi ki üyeleri tutuklanıyor hatta şehit ediliyordu.

Anıtta ismi yazan Esad Karadzozvic ülke dışına çıkarken şehit edilirken, Asaf Serdarevic komünist Partizan militanları tarafından 1945 yılında şehit edildi. Diğer şehitlerin hikâyesini öğrenemedim. Fakat Esad Karadzozvic ve Asaf Serdarevic’in teşkilat içerisinde önemli isimler olduğunu biliyoruz. Şehit edilmeleri de bu önemlerinden kaynaklanıyor. Zira etki gücü yüksek olan teşkilat Sırp faşistleri ve komünist Partizanları rahatsız ediyordu. Şehitliği gezip Fatiha okuduktan sonra çarşının içine doğru yürümeye başladık.

Çarşının girişinde bizi bir şehitlik daha karşıladı. Karşısında Karagözbey Külliyesi bulunuyordu. Tek minareli oldukça şirin bir camiydi. İçine bakmak istediysek bile ne yazık ki Bosna seyahati boyunca karşılaştığımız durumla tekrar yüzleştik; camiler vakit namazlarından sonra kapanıyordu. Cami, medrese, kütüphane, çeşme ve günümüze ulaşmayan bir mektepten meydana gelen külliye, Mostar Köprüsü’nün de bina emini olan Hacı Zaim Bey tarafından yaptırılmış. Yağmur hızını artırdığı ve karnımız da iyice acıktığı için kendimizi hızlıca çarşıya attık.

Çarşı, tipik bir Osmanlı çarşısı olmasına karşın neredeyse tüm tarihî İslâm şehirlerinin kaderini yaşıyordu. Mostar’ın çarşısı da turizme yenilmişti. Esnaflık kültüründen ziyade turistik bir alanda gibi hissediyorduk kendimizi. Bir manevi hava vardı fakat bu havayı turizm anlayışı menfi etkiliyordu. Saraybosna’ya göre oldukça pahalıydı. Çarşının içinde bulunan Türk konsolosluğunu görünce kapıyı çalıp görevli abiyle biraz sohbet ettik. Her ne kadar Bosna kalbimin şehirleri arasında yer alsa da Türkçe bilen birisini görmek mutlu ediyordu.

Karnımızın açlığı sürüyordu ama Koski Mehmed Paşa Camii’ni ziyarete gelmişti sıra. Diğer iki camiyi çok sevmiştim fakat Koski Mehmed Paşa Camii beni çok heyecanlandırıyordu. Mostar Köprüsü’nden bakınca görünen şehir manzarasında yer aldığı konum, cami-tabiat ilişkisi ve cami merkezli şehir anlayışı, Allah’ın boyasının ahengini ifade ediyordu. Bu görüntü tevhidin İslâm mimarisindeki kurucu unsur olduğunu tekrarlıyordu.

Hayal kırıklığına uğrayacağımı bilmiyordum ta ki camiinin müze olarak kullanıldığını görene kadar. Çarşıdan bahsederken zikrettiğim turizm anlayışının ibadethanelerimize kadar girmiş olması esir olan zihnimizin tezahürüydü. Şehirlerimizin dinamik yapısını korumalı ve müzeleşmeye karşı mücadele etmeliyiz. Turizm fikrinin değerlerimizi yok edebileceğini hiçbir an akıldan çıkarmamalıyız.

Camiden çıktık ve artık kahvaltı yapmaya gidiyorduk. Çarşının sonundaki lokantada oturduk ve Boşnak böreği söyledik. Bosna’da yediğimiz en kötü börekti sanırım. Soğuk olması bir yana Saraybosna’da yediğimiz börek kadar özenilmemişti. Kahvaltının ardından yıllardır görmeyi arzuladığım Mostar Köprüsü’ne doğru yürüdük. Köprüyü ilk gördüğümde içimi hüzün kapladı. Yıkıldığı an aklıma geldi. Köprüler çocukluğumdan beri ihtişamlı gelmiştir. En küçüğünden büyüğüne kadar bu yapılar ayrı olan iki mevkiyi birbirine bağlamasıyla zihnimde iyi şeyler canlandırır. Mostar Köprüsü masalsı yapısıyla birçok çocuğun zihnini süslemiştir.

Bu çocuklardan birisi Emine Şeçeroviç Kaşlı hanımefendiydi. Bosna Savaşı başladığında henüz çocuk olan Emine Hanım “Kurşunların da Rengi Var” kitabında köprüye dair hatıralarını anlatıyor. Savaş öncesinde sık sık Mostar’a gittiklerini, köprünün etrafında gezdiklerini ve çok sevdiklerini söylüyor. Sırp Kuşatması devam ederken çok nadir bulunan televizyonların birinden duymuş köprünün yıkıldığını. “Stari Most yıkılıyor” haberini ilk aldıklarında büyüklerinin çok üzüldüğünü fakat kendisinin önce ne olduğunu anlamadığını söylüyor.


Ben doğmadan yedi sene önce yıkılmış olsa da okuduklarım canlandı kafamda. Hırvat birliklerinin atışlarıyla yıkıldığında çekilen videoyu tekrar tekrar zihnimde döndürdüm. İlk atışta tahrip oluyor, ikinci atışta biraz daha, üçüncü atışta bir parçası düşüyor Neretva’ya, sonraki atışlarda tamamen yıkılıyor. Neretva’nın incisi artık gözyaşı olup akıyor. Dönüp Neretva’ya bakıyorum havanın yağmurlu oluşunun da etkisiyle gür bir şekilde akıyor ama hüzünlü bir akış olduğunu hissediyorum.

Köprünün üstünden Mostar’a bakmak istedik. Koski Mehmed Paşa’nın, Neretva’nın, yeşilliğin ve gökyüzünün ahengi müthiş bir zevk iklimi doğuruyor. Allah’ın boyasının yeryüzünü ne denli güzelleştirdiğine tekrar şahitlik ettik. Karşı yakayı biraz gezdikten sonra Blagay Tekkesi’ne doğru yola çıktık. Bir masaldan başka masala sefere çıkmak büyük nimetti.

Neretva Nehri’ne ait kollardan birisi olan Buna Nehri’nin doğduğu yerde bulunan mağaranın dibine kurulan Blagay Tekkesi’nin yapımına 1465 yılında Osmanlı’nın bölgeyi fethiyle başlandı. Alperen dervişlerinin kurduğu tekke, bölgenin Müslüman kimliği kazanmasında oldukça önemli rol oynadı. Dervişlerin gönle dokunan tavırları halkı etkiledi. Tekkenin en önemli gönül kahramanı ise Sarı Saltuk. Rivayetlere göre yaptıklarıyla Rumeli halkının gönlünde önemli bir taht kurmuş. Blagay’da bulunan türbesi önemli ziyaret noktalarından biri. Tekkeye giriş ücretli olsa da zikir her perşembe devam ediyormuş. Karşısına geçip dakikalarca tekkeyi seyrettim. İnsanın manevi olarak donanmasını sağlıyor resmen. İçine girdiğimizde iki rekât nafile namaz kıldıktan sonra çıktık.

Mostar bunca güzelliğiyle kalbimde önemli bir yere sahip olsa da burada Türkiye’den Bosna Savaşı için gelen şehitlerin olması bu şehre karşı farklı duygular beslememi sağlıyor. Bosna’nın her tarafında Türkiye’den gelen şehitler vardı. Mostar’dan sonraki durağımız Travnik’teki şehidimiz Selami Yurdan’ın kabri olacaktı ama öncesinde Mostar şehitlerimizden kısaca bahsedeyim.

Türkiye’den yola çıkarak Bosna’daki mazlum Müslüman kardeşlerine yardım etmek isteyen Mostar şehitlerinin isimleri şu şekildeydi: Adil Balat, Ebubekir Avcı ve Edip Sadioğlu. 17 Eylül 1992 yılında insanî yardım götürmek için çeşitli ülkelerden insanlarla bir araya gelen Adil, Ebubekir ve Edip, işgalci Sırp güçlerinin hava saldırısıyla vurularak şehit oldular. Mostar seyahatimden önce kendilerini tanısam da program darlığından ötürü kabirlerini ziyaret edecek vaktim olmadı. Rabbim şehadetlerini kabul eylesin ve bir dahaki seferimde kabirlerini ziyaret etmeyi nasip eylesin.

Mostar’dan ayrılık vakti gelmişti. Bosna’nın hangi şehrinden ayrılsam içimden bir parçayı da orada bırakıyordum. Neretva’nın ahenkli masalı da benden çok şey aldı. Her daim özlem duyuyorum bu güzelim şehre. Neyse ki bir başka güzellik olan Travnik ve Selami Yurdan beni bekliyordu. Son kez Mostar’a baktım ve Dino Merlin’in Mostarska şarkısındaki şu sözünü tekrardan söyledim: “Bir gün yaşlanacağım, saçlarım ağaracak ama Mostar hep genç kalacak!”

Vidimo se u Mostaru...