Şattülarap: Dicle ve Fırat’ın birlikte aktığı nehir
Şattülarap, Irak’ın güneyinde, Dicle ve Fırat Nehirlerinin Kurna kasabasında birleşmesiyle oluşmuş bir akarsu olarak tarih boyunca jeopolitik önemiyle dikkat çekmişti. Bu nehir, birleşim noktasından Basra Körfezi’ne kadar yaklaşık 200 kilometrelik bir mesafeyi kat etmiş ve bu bölgeyi yüzyıllar boyunca ekonomik, askerî ve siyasî mücadelelerin odağı haline getirmişti. Antik dönemden itibaren Şattülarap, Mezopotamya'nın su yollarını Basra Körfezi'ne bağlayan kilit bir arter olmuş, bu özelliğiyle hem yerel krallıklar hem de büyük imparatorluklar için stratejik bir değer taşımıştı.
Babil, Asur ve Elam medeniyetlerinin döneminde Şattülarap nehir havzası, ticaret yollarının kesişme noktasında bulunmuştu. Antik çağlardaki deniz ticaretinin büyük bölümü Basra Körfezi üzerinden yapıldığı için burası, iç bölgelere mal taşınmasında kritik bir rol üstlenmişti. Sâsânî İmparatorluğu da bu bölgeye hâkim olabilmek için önemli çabalar sarf etmişti. İslâm'ın doğuşuyla birlikte bölgeye Arap orduları girmiş ve nehir boyunca yeni yerleşim yerleri kurulmuştu.
Basra şehri, Şattülarap kıyısında kurulan en önemli merkezlerden biri olmuştu.

Osmanlılar bölgeyi 16. yüzyılda ele geçirmişti. Safevîlerle süren uzun mücadelelerin sonunda Osmanlılar, Şattülarap bölgesine hâkimiyet kurmuş, burayı Basra vilayetine dâhil etmişti. Ancak bölge hiçbir zaman tam bir istikrara kavuşmamış, özellikle İran ile Osmanlı arasında sınır meselelerine neden olmuştu. 1639 tarihli Kasr-ı Şirin Antlaşması, Dicle-Fırat havzasında sınırları kısmen netleştirmişti ancak Şattülarap’ın kesin paylaşımı uzun yıllar boyunca sorun olmaya devam etmişti.
Osmanlı döneminde Basra Körfezi'nin kontrolü büyük önem arz etmişti. Osmanlı donanması ve idaresi, ticaret yollarının güvenliği için Şattülarap'taki hareketliliği yakından takip etmişti. Ancak 19. yüzyılda İngilizlerin bölgedeki nüfuzunu artırmasıyla birlikte Şattülarap üzerindeki hâkimiyet de tartışmalı hâle gelmişti. İngiltere, Hindistan yolunun güvenliği açısından Basra Körfezi'ne özel bir önem atfetmiş ve bu bağlamda nehir üzerinde stratejik liman ve üsler tesis etmişti.
- I. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı’nın bölgeden çekilmesiyle Şattülarap üzerindeki denetim Irak Krallığı’na geçmişti. Ancak İran ile Irak arasındaki sınır sorunu devam etmişti. Şattülarap, iki ülke arasında zaman zaman çatışmalara yol açan bir mesele hâline gelmişti.
1937 yılında İran ve Irak, nehir üzerindeki egemenlik haklarını düzenleyen bir antlaşma imzalamış, bu antlaşmaya göre nehrin büyük bölümü Irak'ın kontrolüne bırakılmıştı. Ancak İran, bu düzenlemeyi uzun vadede kabul etmemiş ve zamanla itirazlarını artırmıştı.
1975 yılına gelindiğinde iki ülke arasında artan gerginlik, Cezayir’de imzalanan Cezayir Antlaşması ile geçici olarak yatıştırılmıştı. Bu antlaşma, Şattülarap’ın ortasından geçen talveg hattını sınır olarak kabul etmiş ve İran’a daha fazla deniz erişimi sağlamıştı. Ancak Irak lideri Saddam Hüseyin, bu antlaşmayı ilerleyen yıllarda geçersiz saymış ve bu durum İran-Irak Savaşı’nın fitilini ateşlemişti.
1980 yılında başlayan savaşın en önemli sebeplerinden biri Şattülarap üzerindeki egemenlik tartışmaları olmuştu.
Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı boyunca Şattülarap bölgesi büyük tahribata uğramıştı. Nehir boyunca yer alan limanlar, sanayi tesisleri ve ulaşım altyapısı ağır bombardımanlara maruz kalmıştı. Hem İran’ın Abadan şehri hem de Irak’ın Basra kenti bu savaşın en fazla zarar gören merkezleri olmuştu. Savaş boyunca nehirdeki taşımacılık tamamen durmuş, bölge ekonomisi büyük zarar görmüştü. 1988 yılında savaş sona erdiğinde taraflar yeniden Şattülarap üzerindeki hak iddialarını müzakere etmeye başlamıştı.
1990’larda Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası Şattülarap yeniden gündeme gelmişti. Basra Körfezi’ne ulaşımı kontrol altında tutmak isteyen Saddam Hüseyin, bu nehrin jeostratejik önemini bir kez daha öne çıkarmıştı. Ancak 2003’teki ABD işgali ile Saddam yönetimi devrilmiş ve Irak’ta yeni bir siyasî yapı oluşmuştu. Bu süreçte Şattülarap üzerindeki egemenlik tartışmaları yeniden canlanmış, İran ile Irak arasında zaman zaman diplomatik gerilimler yaşanmıştı.
- Şattülarap, sadece sınır hattı değil aynı zamanda bir geçim ve ticaret kaynağı olmuştu. Nehir, Irak’ın güneyindeki tarım arazileri için önemli bir sulama kaynağı sağlarken, balıkçılık ve taşımacılık faaliyetleri de bölge halkı için hayati öneme sahipti.
Ancak savaşlar, altyapı eksiklikleri ve çevresel bozulmalar bu potansiyelin tam anlamıyla değerlendirilmesini engellemişti. Özellikle İran’dan gelen nehirlerin yönünün değiştirilmesi veya nehir sularının kirletilmesi gibi çevresel sorunlar Irak tarafında ciddi tepkilere yol açmıştı.
Günümüzde Şattülarap, Irak’ın Basra limanına ulaşımı açısından kilit bir güzergâh olmayı sürdürmektedir. Aynı zamanda Körfez’e açılan tek doğal çıkış noktası olan bu nehir, Irak’ın deniz taşımacılığı ve ihracatı açısından büyük bir değer taşımaktadır. İran’ın bu bölgedeki nüfuzu ise zamanla artmış, Devrim Muhafızları’na bağlı unsurların nehir çevresinde etkili olması Iraklı yetkililer tarafından tehdit olarak algılanmıştır. Bu durum Şattülarap’ı sadece çevresel ve ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda güvenlik ve diplomatik bir mesele hâline getirmiştir.
Irak hükümetleri, Şattülarap bölgesini canlandırmak için çeşitli projeler geliştirmişti. Limanların modernleştirilmesi, nehir yatağının temizlenmesi ve su kalitesinin artırılması yönündeki çabalar zaman zaman uluslararası destekle yürütülmüştü. Ancak bu projelerin çoğu güvenlik sorunları, yolsuzluk ve teknik altyapı eksiklikleri nedeniyle istenilen başarıya ulaşamamıştı.
Son yıllarda bölgedeki su politikalarına yönelik girişimler, dolaylı olarak Şattülarap’ı etkilemişti. Dicle ve Fırat’tan gelen su miktarının azalması, nehrin debisini düşürmüş ve tuzlu suyun iç bölgelere kadar ilerlemesine neden olmuştu. Bu durum tarım arazilerinin tuzlanmasına ve göç dalgalarına sebep olmuştu. Basra’da su protestoları yaşanmış, bu protestolar doğrudan Şattülarap'ın çevresel sağlığıyla ilişkilendirilmişti.
Özetle Şattülarap, tarih boyunca jeopolitik önemi, zenginliği ve çatışmalarıyla Ortadoğu’nun en tartışmalı su yollarından biri olmuştu. Bugün hâlâ İran ve Irak arasında hassasiyetini koruyan bu nehir, sadece sınırları değil aynı zamanda bölgenin kaderini de şekillendiren bir unsur olarak dikkat çekmeye devam etmektedir.
