Savaş hattında yardım gönüllüsü olmak...

BEKİR ARSLAN
Abone Ol

Yemen'deki mazlumlara yardım için çıkılan, ancak sonu çatışan tarafların orta yerinde bir nezarethanede biten bir yolculuğun öyküsü...

Yemen Konsolosluğu Şişli’de bir iş hanı içerisinde, beşinci katta. Umut ile içeri giriyoruz, yaşlıca bir memur karşılıyor. O, buyrun ne vardı filan derken biz de bir taraftan belgeleri çıkartıyoruz. Vize almak istediğimizi söyleyince gözlüğünün üzerinden şaşkın bir bakış atıyor. Soru net: İyi misiniz?

17 Mart 2017

Dış İlişkiler toplantı odasına çağrıldım. Odada üç yönetici ve Ortadoğu masasında görevli olarak çalışan Umut var. Gündem Yemen. Yemen’e gider misin diye sordu İHH Dış İlişkiler yöneticisi Hasan Aynacı. İlk başta ürksem de evet dedim. Ekip ben ve Umut’tan oluşuyor. Çatışmaların devam ettiği ve yer yer kaosun hakim olduğu bölgelere gidileceği için ekibin personelden oluşması ve kalabalık olmamasına karar verilmiş. Benim seçilme sebebim ise aynı zamanda fotoğraf çekebilmem ve içerik üretebilmem. Fotoğrafçısı ayrı, anlatıcısı ayrı bir ekip oluşturmaktansa, ikisi bir arada bulunan bir arkadaşı görevlendirelim demişler. Görev süresi en az 15 gün. Başlıyor bende bir heyecan.

18 Mart 2017

Vize işlemleri için konsolosluğa bizzat başvurmamız gerekiyor. Yemen Konsolosluğu Şişli’de bir iş hanı içerisinde, beşinci katta. Umut ile içeri giriyoruz, yaşlıca bir memur karşılıyor bizi. O, buyrun ne vardı filan derken biz de bir taraftan belgeleri çıkartıyoruz. Vize almak istediğimizi söyleyince gözlüğünün üstünden şaşkın halde ikimize bakıyor. Soru net: İyi misiniz? Umut ile gözgöze geliyorum, gülümseyerek evet diyoruz. Böyle bir zamanda, hele ki uçakların bile doğru düzgün inmediği bir yere niye gidiyorsunuz diye soruyor. Yardım görevlisi olduğumuzu söylesek de kendince ikna olmuyor. Boşverin gençler, tamam savaş çok kötü ama bırakın kendi başlarının çaresine baksınlar, gidip canınızı tehliye atmayın diyor görevli. Gerekli açıklamaları yaptıktan sonra belgeleri onaylatıp çıkıyoruz. Artık vizeyi bekleme vakti.

Yemen hükümetinin geçici başkent ilan ettiği Aden’de, Somalili mültecilere hizmet veren bir hastanenin odası.

21 Mart 2017

Vize çıkıyor. Artık nasıl gideceğimizi belirleme ve bekleme vakti. Çünkü savaş başladığından beri Yemen hava sahasını Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’den oluşan koalisyon güçleri kontrol ediyor. Üç yol var. Mısır’dan uçuş, Ürdün’den uçuş, Cibuti’den gemi. İnşallah gemi olmaz diyor Umut. Daha önce oradan gemiyle geçtiğini, bir günden fazla sürdüğünü ve hayatının en zor yolculuğu olduğunu anlatıyor. İlk seçenekten olumlu cevap geliyor.

23 Mart 2017

Eşimi ve kızımı ailesine emanet ederek vedalaştım, yolculuk uzun. Akşam 7’de Mısır’a uçuşumuz var. Umut transit geçiş konusunda sıkıntı yaşayabileceğimizi söylüyor. Oradaki darbenin de etkisiyle Türklere karşı iyice sertleşmişler. Gece transfer alanında kalıp sabah 6’daki uçuşu bekleyeceğiz. Mısır’da transit geçişten önce İbrahim isminde bir Yemenli ile tanıştım. Büyük büyük dedesi Urfalı bir Türk çıkmasın mı? Eski bir Osmanlı askeri. Yemen’e askeri göreve geliyor, burayı seviyor ve geri dönemeyeceğini de anlayınca kalıyor. Fotoğrafını da gösterdi. İri yarı, omuzları geniş, sert bakışlı bir eski toprak. Fotoğrafı görünce kendi büyük dedemi hatırlıyorum. Babamın dedesi. O da Yemen’e gidip dönemeyenlerden. Dünya savaşında gidince daha da haber alınamamış, adı Mehmet. İbrahim bir yandan kendini ve Yemen’i anlatırken bir yandan da Yemen’deki Türk köylerini hatırlıyorum. Daha önce okumuştum, geri dönemeyen büyük büyük dedeler oralara yerleşmiş. Yerli Araplar bilirlermiş oraların Türk köyleri olduğunu. Bu seyahatimde yolum düşmeyecek ama inşallah bir gün nasip olur gitmek.

Çatışmalardan dolayı kapalı olan ana yol yerine kullanılan, Aden ile Taiz’i bağlayan dağ yolu.

24 Mart 2017

Bekleme salonuna girmeden önceki salonda üç saate yakın uyumuşum. Burada bekleyenlerin hemen hemen hepsi İbrahim gibi Yemenli. Uçağın kalkış saatini sabah diye bildirdiler ama görevliler de tam olarak emin değiller. Savaştan sonra böyleymiş, uçağın ne zaman kalkacağı ne zaman ineceği belli değilmiş. Bekleyen kadınlar, çocuklar, yaşlılar hepsi perişan ve yorgun. Sabah oldu artık. İlan ettikleri saati geçtik ama herhangi bir hareket yok etrafta.

Üç saat rötardan ve yorgun geçen bir geceden sonra nihayet biniyoruz uçağa. Geçişte problem yaşamadık çok şükür. Biner binmez uyumuşum.

Geçici başkent Aden’deyiz artık. Öğleye uçak iniyor, havaalanının bagaj bölümüne geçiyoruz. Çantaları bagaja ne olur ne olmaz diye vermediğimiz için oyalanmadan tam çıkacakken İHH’nın Yemen ofisinde görevli İhsan Özyürek bizi karşılıyor. Karşıladığı yer dışarıdan birilerinin giremediği sadece uçaktan inenlerin bulunduğu yer olduğu için şaşırıyorum, İhsan Abi nasıl girdin diye soruyorum. “Burası Yemen aslanım, savaş var giren girer istediği yere, o yüzden güven olmaz” diyor.

Ofise öğle saatlerinde ulaştık. İhsan Abi burada kalıyor. İki katlı, etrafı büyük duvarlarla çevrili, oldukça korunaklı bir ev. Savaştan önce yabancı misyonların kullandığı ofislerden biriymiş. Güvenlik maksadıyla burası tutulmuş. Ama elektrik yok. Elektrikler günde birkaç saatliğine ancak geliyormuş. Jeneratörler çalışıyor her yerde. Elektrik düzenli olmadığı için internet de oldukça sıkıntılı. Sağ salim vardığımı aileme ve merkeze bildirmek ancak geceyi buldu.

Bugün Aden’i genel hatlarıyla dolaştık. Askerler her yerde. İhsan Abi Aden’in yavaş yavaş normalleşmeye başladığını söylüyor ama zaman zaman bombalar patlıyormuş. Yeni bir savaş gördüğü belli, yollar çok kötü. Etrafta yıkılmış çok bina var ama hayat devam ediyor. Cuma günü tatil olmasından dolayı sahilde gezen insanlar, suya girenler gördüm. Sokaklarda bilardo oynuyorlar. Güney Asya’dan gelip buraya yerleşenler varmış. İklim de yakın olduğundan dolayı geri dönmemişler. Zamanında Somali’den kaçıp gelen mülteciler de varmış. Yollarda kontrol noktaları var ama askerler boşuna bekliyor sanki. Güvenlik olduğu hissi için bekliyorlar gibi geldi bana. Fiilen ikiye bölündüğü düşünülüyormuş artık. Çünkü eski belgeler, anlaşmalar kabul edilmiyor. Burası başkent gibi ama yönetim yurtdışında. Bizim elçilik de Suudi Arabistan’da Cidde’deymiş. Memlekette yönetici namına kimse yok.

Taiz’in Türbe köyünde bir gece konakladığımız tipik Yemen evi.

25 Mart 2017

Aden’de Somalili mültecilerin yaşadığı Besatin semtine uğradık. Buradaki yerel bir kurumun işlettiği sağlık merkezini ziyaret ettik. BM buradaki mültecilerin bakımı için para gönderiyormuş ama artık gelen mültecilerin Yemen vatandaşı olmalarını istediğinden dolayı kaynakları azaltmışlar. Savaştan dolayı yaralananlara ağırlık vermişler. Dışarıdan küçük gibi görünen bir sağlık ocağı ama içeri girince hayret ettim. Koridorlar hınca hınç hasta dolu. Birkaç doktor bir tane de eczaneden başka bu binanın sağlık merkezi olduğunu anımsatan başka bir şey yok.

Mahallede yürüyerek dolaşmak istedim, rehber arkadaşlar tek başına inemezsin bekle birlikte çıkalım arabadan dedi. Böyle yerlerde yürümek hele ki yabancıysanız tehlikeli ama tedbirli bir şekilde dolaşmak istiyorum. Sokaklarına adım atmak, insanların ne hissettiğini neler yaptığını görmek istiyorum. Öyle de yaptık. Kurşun yemiş binalar, korkulu yüzleri gördüm. Bir kilometre kadar yürüdükten sonra arkamızdan silahlı biri seslendi, risk almadan hızlıca arabaya binip uzaklaştık. (Mart 2019 tarihli not: Bu yürüyüşte bize nezaret eden rehber birkaç ay önce bir kontrol noktasında, arabasının içinde, kime hizmet ettiği bilinemeyen biri tarafından başından vurularak öldürülmüş. Savaşın ağır sonuçlarından.)

26 Mart 2017

Aden’in kuzeyine, Taiz’e doğru yola çıktık. Şehir merkezinin dışındaki büyük yolun kenarında yer yer bombalanmış tanklar var. Çok fazla bina yok ama yollar yine berbat. Çöl iklimini andıran yol birden dağlara doğru tırmanmaya başlıyor. Yol da bir o kadar zorlaşıyor. Girdiğimiz yol aslında bir dağ yolu. Taiz ile Aden arasındaki ana yol çatışmalardan dolayı halen kapalı olduğundan bu dağ yolu kullanılmaya başlanmış. Böyle bir yolu hayatımda görmemiştim. Daha yarım saat önce düzlükte ilerlerken birden dağların arasından gitmeye başladık. Yol ki, düz bir yer bulmaya bin şahit gerek. Keskin virajlar ve yükseklikle birlikte inanılmaz bir hal almış. Kamyonlar balata yakmış arızalanmış durumda yol kenarında kurtarılmayı beklerken biz yavaş yavaş ancak çıkabiliyoruz. Gitmek henüz nasip olmadı ama kendimi Afganistan dağlarında hissettim burada. En tepeye çıkınca gördüğüm manzara müthişti -uçsuz dağlar, bucaksız yollar, alabildiğince sis.

Taiz’deki çatışmalardan kaçıp güvenli buldukları bölgelere sığınan mülteciler.

Neredeyse 6 saatlik bir yolculuktan sonra -ki gittiğimiz yol 300 kilometre ancak var- Türbe ismindeki köye vardık. Dağların üzerinde olduğumuzdan nem yok. Serin, temiz ve güzel bir havası var. Taiz’e en yakın yerleşim yeri burası. Bize yardımcı olan yerel kurumdan arkadaşlarla görüştük. Biz yoldayken Taiz’e girmeyi düşünmüşler ama çatışmalar hızlanınca bizi riske atmak istemediler. Yarın yardımları Taiz’den civar köylere göçen mültecilere dağıtacağız. Hava artık karardı. Köy güvenli olduğundan, rehber arkadaşlar ve Umut ile dolaşmaya çıkıyoruz. Gerçekten güzel bir köy. Evlerin tamamı taştan, hepsi geleneksel Yemen evi. Kırmızı minaresi olan küçük bir cami var burada. Burada akşam ve yatsı namazlarını kıldık. Tek saflık bir kalabalık oldu. Gece kaldığımız ev de tipik Yemen evlerinden biri. Temeli geniş yukarıya doğru daralan bir yapı, oldukça şirin. Duvarları çok kalın, pencereleri küçük. Yazları serin, kışları sıcak olurmuş bu evler. Kerpiç olmasının sonucudur bu sanırım.

27 Mart 2017

Bugün yardım ulaştırdığımız kişiler Taiz’den kaçıp güvenli bölgelere sığınan mültecilerdi. Ellerinde avuçlarında hiçbir şey yok. Taş ve bezlerle kendilerine küçük barınaklar yapmışlar. Hemen hemen hepsi de yürüyerek varmış buraya. Yaklaşık 5 gün sürmüş bu yürüyüşler. Tek gıda kaynakları birilerinin gelip bir şeyler bırakması. Doğal olarak her birinde hastalık var. Temiz suya, güvenli gıdaya ulaşmakta sorun yaşıyorlar. Geldikleri yer Taiz’den arabayla 45 dakikalık bir mesafe. Yoğun çatışma ve kuşatma olduğu için ancak bu kadar yaklaşabildik.

Bizi Taiz’e geçirmek isteyip çatışmalardan dolayı vazgeçen rehber kurum görevlisiyle bu köyde tanıştık. Onunla dertleştik biraz, daha doğrusu biz sorduk o anlattı. Savaştan önce her para kaynağı devlet başkanı Ali Abdullah Salih’e gidiyormuş, memlekete doğru düzgün yatırım yapmamış. (Şubat 2019 tarihli not: O tarihlerde yaşıyordu, geçtiğimiz yıl öldürüldü.) Koskoca ülkede bir tane elektrik santrali var, o da çalışmıyor. Çoğu yere ulaşabilen elektrik zaten ithal. Devletin elinde olmayan başkent Sanâ’nın iki yıldır elektriği yokmuş. Üretim ve gelir savaştan önce zaten iyi değilmiş şimdi daha kötü olmuş. Buradaki insanlar siyasi çıkar ve çekişmeden dolayı böyle durumdalar. Ortalıkta bir devlet olmadığından dolayı hemen hemen her hizmet durmuş durumda. Zaten insanların en büyük sıkıntısı bu. Sağlık kliniği açmayı eskiden köylere kurmayı düşünürlermiş şimdi şehirlere kuramıyorlar. Eskiden de Taiz’e devlet yardımı pek gelmezmiş, şimdi tamamen kesilmiş. Hudeyde, Taiz kadar kötüymüş. Yemen’in geneline tarım ürünlerini büyük oranda Hudeyde limanı sağlıyormuş daha önce. Ambargo ve kuşatma altında olduğundan dolayı o da kesilmiş. Doğal olmayan bir kıtlık var burada.

Gördüğüm neredeyse her Yemenli’nin ortak bir özelliği vardı: Yorgun olması.

28 Mart 2017

Artık Aden’in doğusuna doğru yola çıkıyoruz. Sonraki durağımız Mukalla. Sahilden gideceğiz. 6 saat sürecek muhtemelen. Yolda yıkılan yerler gördüm, kontrol noktaları da çok. Aden’den çıkıştaki kontrol noktasında bagaja varıncaya kadar kontrol ettiler. Kim bunlar diye sordu askerin biri, rehber arkadaşlar Türk deyince bilseydim durdurmazdım geçin dedi.

Çatışmaların yoğun olarak yerler daha çok batı bölgeleri. Kaçanlar da doğu bölgelerine gidiyor. Aslında biz de çatışma bölgelerinden kaçan mülteciler için yardım götürüyoruz. Sahil yolu rüzgarlı. Çöl kumları yolu kapatıyor. Deniz tarafına duvar örmek işe yaramıyormuş. Çünkü rüzgar ve kum yıkıyor.

İlk birkaç gün bize şoförlük yapan Sermed ve bundan sonra o görevi devralan Enver de çatışmalarda yer almış. Enver, Husilere esir düşmüş ve hapse girmiş. Yaklaşık bir yıl hapiste kalmış, elektrik ve çeşitli şeylerle işkence yapmışlar. Hapishane uçakla bombalanınca kaçma fırsatı bulmuşlar. Doğuya doğru gittikçe kontrol noktalarındaki sorular da arttı. Dolaşma iznimizin yazılı olduğu resmi kağıdı eline alan çoğu askerin okuma yazması olmadığı belli. Birkaçı kağıdı bile ters tuttu. Zaten bu noktalarındaki çoğu asker çocuk denecek yaşta. Kime hizmet ettiklerini bile kestiremiyorsun. Yemen devleti mi, Birleşik Arap Emirlikleri mi, Suudi Arabistan mı? Parasını kim ödüyorsa aslında ona hizmet ediyorlar.

Bir yerlerde durduğumuz anda sadaka isteyenler hemen yanımıza geliyor. Rehber arkadaşlar bu konuda hassas, ellerinden geldiği kadar vermeye çalışıyor. Bizi bu konuda uyardılar, siz vermeyin sizin yerinize biz veririz, problem yaşabiliriz yoksa dediler. Sadaka isteyenlerin çoğunluğu Somalili. Zavallılar kendi ülkelerindeki savaştan kaçıp buraya gelmişler ama şimdi burası da kötü durumda. Yollar yürüyen Somali mültecilerle dolu. Hepsi ayrı hikaye, hepsi ayrı hüzün, hepsi ayrı hayat.

Mukalla’ya vardık. Yemen’in doğu bölgesine genel olarak Hadramut diyorlar. Bu bölgenin genel sıkıntısı kuraklık ve selmiş. Yolda gelirken çölün etkisini ben de farkettim. Deniz kenarında bile ekili tek bir tarla yoktu. Gerisi zaten dağlık. Buna bağlı olarak yetersiz beslenme bu bölgenin sorunlarından. Dağlık ve çöl hakim olduğundan dolayı imkansızlık da o derecede artıyormuş. Ameliyat edilemediğinden dolayı ölen insanlar oluyormuş. Akşam bazı yerel yardım kuruluşlarından temsilcilerin oluşturduğu toplantıda bunlar konuşuldu. Bize hoşgeldin dediler, dertlerini anlattılar. Ülkenin batısında ayrı sıkıntı var, doğusunda ayrı. Yöneticiler gerçekten hiçbir yatırım yapmamışlar ülkeye. Bunca yıllık tarihi şehirler kendi başlarına bırakılmış. Su örneği verildi, dağlık bölge olduğundan dolayı yaklaşık 500 metreden su çıkabiliyormuş. Afrika’da olduğu gibi burada da ülkenin genelinde su problemi var. Şehir, köy farketmiyor su problemi her bölgede var.

29 Mart 2017

Mukalla’da sabah erkenden yardım dağıtımına başladık. Gelebilenler için büyükçe bir futbol sahası belirlemiş rehber arkadaşlar. Gelemeyen yaşlılar ve yaralılar için kapı kapı dolaştık mahallelerde. Arabalara yüklediğimiz ihtiyaç malzemelerini evlere bıraktık. İzin isteyerek bazılarının evlerinin içine baktım. Allah yardım etsin, içler acısı durumdalar.

Öğleden sonra bir kadın eğitim merkezini ziyaret ettik. Daha doğrusu açılışını bize yaptırdılar. Çalışmalarını çok beğendim. Kadınlar okuma yazma ve meslek öğreniyor, küçük çocuklar da eğitim alıyor. Kendilerince bulabildikleri malzemelerden ürünler yapmışlar, bir kısmı geçimlerini bunları satarak kazanıyor. Koku, kıyafet, kına süsü, oyuncak bebek gibi şeyler.

Bacaklarını kaybeden Hatice Teyze ve oğlu Sanâ’daki çatışmalardan kaçıp göç edenlerden.

30 Mart 2017

Dün akşam saat 9 buçuk gibi bir kontrol noktasına denk geldik. Askerler arabayı çok bekletip arayınca şüphelendim. Yabancı olduğumuz için şüphelendiler ve bekletmeye devam ettiler. O sırada durumu Aden’deki İhsan Abi’ye bildirdim. Bir şeylerin ters gidebileceğini sezmiştim. Konum göndermeye çalıştım ama internet zayıf olduğundan konum belirlenmedi. Onun yerine en son nerede olduğumuzu tarif ettim. Bizi kendi arabımıza bindirip eskortla bir limana götürdüler. Limanda da uzun süre bekledik. Sonra tekrar arabaya binip bu kez bir kilometre kadar ötedeki askeri alana girdik. Burada İhsan Abi’yle tekrar görüştüm. Kendisi bir şey imzalatmaya çalışırlarsa hemen arayın dedi. Arayacak fırsatı bırakmazlarsa diye sordum, o da her 10 dakikada bir beni arayacağını söyledi. Elçilikle görüşmeyi beklettiklerini söyledi. O sırada rehber kurum görevlisi pasaportlarımızı askeri yetkiliye teslim etti. İkinci defa arayamadan bir görevli geldi telefonlarımızı istedi, aramaya fırsat vermeden kapatmamızı ve hemen teslim etmemizi istedi. İyi ki İhsan Abi’yle görüşmüşüm.

Çok geçmeden bizi arabaya tekrar bindirdiler. Bu kez arkadaki koltuklara da diğer arkadaşları geçirdiler. Gözümüzü bağladılar. Gizli bir yere gittiğimiz açıktı artık. İki kilometre kadar gidip bir yerde 15 dakika kadar arabada oturduk. Ses çıkarmamamızı, hareket etmememizi söylediler. Etraftaki sesleri can kulağıyla dinlemeye çalışıyordum ama hiçbir şey anlamıyordum. Daha önce böyle bir şey yaşamadığım için korktum. Kalbim de hızlı bir şekilde atıyordu. Pencereler de kapalı olduğu için çok terledim. Arabadan indirip başka bir aracın açık olan arkasına bindirdiler. Dağ gibi bir yüksekliğe çıktığımızı fark ettim, yollar bozuktu. Arabadan, indirdiler duvara yaslayıp beklettiler. O sırada evlilik yüzüğümü aldılar. Ayakkabılarımı, çoraplarımı çıkarıp her yerimi aradılar. Kolumdan tutup nezaret edenler sürekli değişiyordu. Gözüm hep bağlıydı bu arada. Demir bir kapının açıldığını duydum, içeri götürmeye başladılar. İkinci bir kapı daha açıldı, içeri girdim gözümü açtılar.

Bacaklarını kaybeden Hatice Teyze ve oğlu Sanâ’daki çatışmalardan kaçıp göç edenlerden.

20 metrekarelik siyah duvarlı, tepede iki küçük pencereli, iki tepe pervaneli, açık tuvaleti, dört tane de artık yerle aynı seviyeye inmiş süngeri olan bir odaydı burası. Duvarlar tamamen yazılarla doluydu. Daha önce birçok kişinin buraya geldiği anlaşılıyordu. Kapıyı kapattılar, beklemeye başladık. Çok geçmeden yüzü gözü bağlı silahlı biri gelip isimlerimizi, ne iş yaptığımızı sorup kağıda not aldı. Arkasından biri gelip bizi tek tek duvara yaslayıp fotoğraflarımızı çekti. Nasıl iyi çektim mi diye alay etmeyi de ihmal etmedi.

En azından İHH merkezini ve İhsan Abi’ye durumu haber edebildiğim için ümitliydim. Tedbiri baştan alıp hemen haber etmeseydim çok geç haberdar olabilirlerdi. Terslik olduğunu anladığım an haber ettiğime şükrettim. Saat ilerledi. Uykumun gelmesinden saatin 11 gibi olduğunu biliyordum artık. Gelip bizi çıkarmalarını bekledim ama sonra bu gece için ümidi kestim. Acaba vakıftan başka kimler öğrenmiştir diye düşündüm. İnsani diplomasi devreye girsindi artık, elçiliklerle görüşülsündü.

Sivrisinekler gelmeye başladı ve gittikçe çoğaldılar. Suya yakın bir yerde olduğumuzu düşündüm bu yüzden. Işıklar açık olduğundan geldikçe geliyorlardı. Tuvaletten dolayı da kaynaklanıyor olabilirdi bu. Odadaki tek nevresim gibi şeyi Umut ile birlikte üzerimize örtüp uzandık. Uyumak istiyordum ama sinekler izin vermiyordu. Yemek yerken yere serilen poşetlerden buldum odada ve başıma sardım. Biraz engelledi sinekleri ama kollarım açıktaydı. Örtünün iyice içine girdim. Ayakkabılarımı yastık yaptım. Ayakkabılarım kirlenmişti ama yattığımız süngerler onlardan daha beter kirliydi. Yemek vermediler. Odada birkaç parça ekmek ve kapta artık kurumuş yemek artıkları vardı. Burası çoğu kişinin ziyaretgahı olmuştu anlaşılan. Uyumuşum. Yer beton olduğundan ve pervane sürekli çalıştığından sürekli hapşırdım. Soğuğa karşı olan bu hassasiyetimden hiç hoşlanmıyorum.

Sabah oldu. Pencerelerdeki ışığı gördüm. Aileme haber verdiler mi acaba diye düşündüm. Acil durumda ulaşılacak kişiler eşim ve babamdı. Sonra vermeseler iyi olur diye düşündüm. Çok telaşlanmalarını istemezdim. Nasılsa ilgilenen birileri vardı. Kalkıp duvara yaslandım uzun uzun düşündüm. Ailemi, hapishaneleri, Suriye’de olanları, tutuklanan ama kimseye haber verememiş olanları, sessiz sedasız ölenleri, işkence çekenleri. Aklıma türlü türlü şeyler geliyordu.

Yemen'in orta ve kuzey kesimi oldukça dağlıktır.

Güneş odadan içeri girdikçe saatin kaç olduğunu parmağımla güneş ve yerin arasındaki mesafeyi ölçerek tahmin ediyordum. Daha sonra gördüm ki iyi tahmin etmişim. Birisi yemek getirdi. Birkaç çörek, krem peynir ve helva. Yarım çörek yedim, canım hiç istemiyordu ama güçsüz de kalmak istemiyordum. İlerleyen saatlerde biri geldi ve yeniden isimlerimizi aldı. Ne için beklediğimizi sordurdum. Merak etmeyin yakında eşyalarınızı alıp çıkacaksınız dedi. Sevindim. Ama bunu dedikten bir saat sonra ancak gelebildi ikinci kişi.

Yüzü kapalı olmayan, elinde sigaralı asker girdi. Rütbeli olduğunu anladım. Bizi çıkardı. 13 saat sonra dışarıdaydım. Ben gözlerimizi bağlayacaklarını sanıyordum ama bağlamadılar. Diğer küçük binadaki odaya girdik. Arabadaki ve ceplerimizdeki bütün eşyalar buradaydı ve her şey birbirine karışmıştı. Hemen çantayı ve içindekileri kontrol ettim. Eksik olan bir şey yok gibi gözüküyordu. Etrafa baktım sonra. Denizi tam gören ve şehre hakim bir tepeydi. Aşağıda beyaz binalar vardı. Kale gibi bir yapı inşa ediyor oldukları belliydi, duvarlar yeni örülüyordu. Paraların ve eşyaların tam olduğuna dair kağıt imzaladık. Arkası açık arabaya bindik. Aşağıya doğru indik. Dün gece çıktığımız yokuş buydu. Bizim arabanın getirilmesini bekledik. O sırada bölgeden sorumlu komutan geldi, özür diledi. Yemenli değildi, ben yüz vermedim, elini sıkmadım, sinirliydim çünkü. Benim neden üzgün olduğumu sormuş. Ben de biz ne için geldik bize nasıl muamele yaptılar, bunu söylemesini istedim Umut’a. Ne kadarını söyledi bilmem, arabaya binip kapıyı kapattım. Telefonu açıp İhsan Abi’yle konuştum. Olanları anlatırken bağırdım.

Öğrendim ki o gece sağolsun İhsan Abi ve Suudi Arabistan’da bulunan Yemen büyükelçimiz uyumamış. Türkiye Dış İşleri Bakanlığı’na haber ulaştırılmış, iki yardım görevlisinin kayıp olduğu Yemen görevlilerine bildirilmiş, yerimiz ancak sabaha karşı tespit edilebilmiş. Diplomatik görüşmeler sonrası öğleye doğru bırakılmışız. Genel merkezdeki yöneticilerle durumumuzu görüştük, hemen ülkeden çıkabileceğimizi ama istersek yola devam edebileceğimizi bildirdiler. Gelmişken ulaşılması gereken diğer bölgelere de ulaşmamız gerektiği konusunda Umut ile anlaştık, kararımızı merkeze bildirdik, dönmedik. Yemen valileri de durumdan haberdar olunca böyle bir şeyle karşılaştığımıza üzülmüşler, her biri şehirlerarası yollarda durdurulmamamız gerektiğini bildiren belgeler imzaladılar. Gerçekten sonraki günlerde bırakın yolda durdurmayı Marib valisi şehre varırken bizi karşıladı.

Göz altına alınmamızın sebeplerinden biri yabancı olmamızdı. Resmi görevliler, yardım çalışanı dahil Hadramut bölgesine 3 yıldır bir tane bile yabancının girmediğini söyledi. Üç yıl sonra ilk defa giren Umut ile bendim.

31 Mart 2017

Doğudan tekrar batıya doğru gidiyoruz. Günümüz yolda geçti. Çöl yolu oldukça uzundu. Marib’e ulaştık. Vali ile buluştuk. Yaşadığımız olaydan dolayı çok özür diledi. Buraya kadar gelmemizden dolayı çok memnun oldu. Kendi adına her türlü kolaylığı yapacağını söyledi.

1 Nisan 2017

Sabah erkenden yardımları organize etmeye gittik. Vali de bizimleydi. Dağlık bölgeleri aşıp mültecilerin sığındığı yerlere ulaştık. Ağaçların olmadığı bu yere sığınmak zorunda kalmışlar. Öyle bir sıcak var ki insanı çok fena çarpıyor. Çadırları dolaşarak yardım malzemesi bıraktık. Kimilerinde biraz uzun durup hikayelerini öğrendim. Hatice Teyze, oğlu gibi bacaklarını kaybetmiş. Sanâ’da çatışmanın ortasında kalmış ailesiyle. Yakınlarından bazıları hayatını kaybetmiş. Kaçabildikleri kadar uzağa, buraya kadar kaçmışlar. Geldikleri bu yer Sanâ’ya yaklaşık 100 kilometre uzaklıkta. Hepsinin hikayesi Hatice Teyze’ninkine benziyor.

2 Nisan 2017

Şu an hiçbir şey üretemiyorlar. Savaştan önce sermayenin çoğu zaten askere gidiyormuş. Ülkeye gelen her şey ithal. Bir tane bile üretilen ürün yok. Tarlalar yok, yetiştirdikleri hiçbir şey yok. Marib’de doğalgaz ve petrol çıkıyor. Buradan çıkanların Yemenliler için kullanılmadığını anlamak zor değil. Tekrar yola düşüyoruz ve tekrar doğuya gidiyoruz, son durağımız Seyun’a.

Dağlardan kıvrıla kıvrıla geçen yollar...

3 Nisan 2017

Ne olursa olsun bir yere adım atmadan orada olan biteni tam manasıyla anlayamıyorsun. Bunu her gittiğim yerde daha fazla hissediyorum. Artık dinlenerek uyanamıyorum. Bu seyahat beni çok yordu. Hem yollar hem sürekli bir yere gitme telaşı. Not alırken bile yoruluyorum. Seyun’daki dağıtımlarımızı da bugün tamamladık. Yemen’e geldiğimiz günden bugüne 5 binden fazla aileye temel ihtiyaç malzemeleri ulaştırmış olduk çok şükür.

4 Nisan 2017

Bugün artık dönüş vakti. Yemen’de tam 12 gün geçirdim. Yolla birlikte 15 gün süren bu seyahat beni çok yordu. Gün sayısından mı, yollardan mı tam olarak kestiremiyorum. Allah’a şükür hasta olmadım da çalışma verimim düşmedi. Neredeyse ülkenin batısından doğusuna kadar gitmiş oldum. Huyların bile değiştiğini hissediyor insan. Çünkü iklim ve hava değişiyor. Hesapladım, 4 bin kilometreye yakın yol gitmişiz. Allah izin verirse buraya tekrar gelmeyi isterim. Ama bu kez geldiğimde Taiz, Hudeyde ve Sanâ’yı da görmeyi. Savaş bitsin de gerisi önemli değil. Uçuşların saatini bir gün önceden Birleşik Arap Emirlikleri bildiriyor. Memleketi resmen başka devletler yönetiyor.

Uçağa binme vakti artık. Merdivenlere basmadan, ayaklarımı yerden ayırmadan önce istemsizce geriye doğru baktım. Burada geçirdiğim günleri ve yıllar yıllar önce buraya gelip dönemeyen büyük dedemi hatırladım. Ben dönüyorum, rahmet olsun.

[Fotoğraflar: Bekir Arslan]