1969’dan 2069’a dijital tahminler: İnternet 50 yılda nereden nereye geldi?
Nihayet’in bu dosya konusuyla muhatap olduğumda uzun senelerdir fark etmediğim bir ortaklık gözümün önünde belirdi. Bir yanda, 1990’larda evimizdeki kitaplarının sayısı hızlıca artan, ortaokulda okuyan abimin edebiyat hocası Ali Erkan Kavaklı; diğer yanda Cem Yılmaz’ın “Bir Tat Bir Doku” serisinde alaycı bir tavırla zikrettiği Türkiye’nin ilk bilim kurgu kitabı Uzay Çiftçileri’nin yazarı, üst komşumuz Ali Nar. Hafızamı biraz daha zorlayınca bir akrabamızın uzun yıllar önce vefat eden eşi de karşıma çıkıyor; Bahaeddin Özkişi. Her biri bir dönem yaptıkları ve yazdıklarıyla tanınırlık kazanmış, zaman içinde eserleri akılda kalsa da kim oldukları ve ne yaptıkları ikinci plana atılmış isimler. Edebiyatta unutulanlar diyebilir miyiz? Bir yanıyla evet. Erol Üyepazarcı ise devasa bir tür olan popüler romanı ve bu türün yazarlarını ele aldığı muhalled eserini şöyle isimlendiriyor; Unutulanlar, Hiç Bilinmeyenler ve Bilinmek İstemeyenler. Bu insanların hayatlarının peşine düşmek, haklarındaki bilinmezlik hâlesini bir nebze olsun aydınlatabilmek kıymetli. Ya da açıktan Roland Barthes’in yazarın ölümü fikrine pek de taraftar olmadığımı söyleyebilirim. Kim bu insanlar? Nasıl ve neden yazdılar, öncesinde ve sonrasında neler yaşadılar, biz neden bu kitaplarla muhatap olduk?
Bu sorulara, 1960’larda çok meşhur olmuş, yazarı hakkında çok az bilgi bulunan bir kitapla başlayayım; Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı. Eski kitapların kaç baskı yaptığı, kaç nüsha basıldığı gibi sorulara cevap bulmak kolay olmasa da elimdeki birkaç farklı tarihli nüshasına binaen çok basılan bir eser olduğunu söyleyebilirim. Yazarı, Eski Denizli Müftüsü Sami Arslan. Kendisiyle ilgili bulabildiğim tek yazının yazarı Abdullah Yıldız’ın dönemindeki etkisine dair kıymetli şahitliği.[1] Yıldız özetle, çok az kitap bulabildiği ortaokul yıllarında Sami Arslan’ın bütün kitaplarını büyük bir zevkle okuduğunu ve bir vesileyle kendisiyle görüşme fırsatı bulduğunda da sadece bu kitapların hatırına yolunu değiştirip birkaç saatlik yol alıp, yaklaşık bir saatlik görüşme gerçekleştirdiğini söylüyor.
.
Eski Denizli Müftüsü Sami Arslan, İstanbul İmam Hatip’in ilk dönemlerinden. Yüksek İslam Enstitüsünde talebe olduğu sırada fark ettiği herkese hitap edebilecek, dinî bilgiler verebilecek bir eser eksikliğini gidermek için gençlik cesaretiyle böyle bir kitap kaleme aldığını, kitabın adını da Yüksek İslam Enstitüsündeki tarih hocası Zekai Konrapa’nın verdiğini aktarıyor. Kitapları çok baskılar yapan, hâlâ yeni baskıları piyasada bulunabilen Sami Arslan -muhtemelen bu kitapların verdiği popülerliğin de etkisiyle- 1969-1973 yılları arasında Adalet Partisi’nden, 1973-1977 yılları arasındaysa Demokratik Parti’den milletvekili oluyor. Ardından memleketine dönüyor ve bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oluyor. Arslan, Abdullah Yıldız’la görüşmesinin ardından, milletvekilliği dönemine dair konuşmalarını aktarmamasını rica etmiş. Nedenini bilmiyoruz. Hızlı bir taramayla TBMM zabıtlarına baktığımızda Arslan’ın bu dönemde daha ziyade Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili konularda görüş beyan ettiği anlaşılsa da Türkiye’nin en karışık on yılında mecliste çok daha fazla şeye şahit olması muhtemel. 2023 yılında vefat eden Arslan’ın emeklilik hayatına dair bilgimiz bulunmuyor.
Sami Arslan’ın ardından, isminin Arslan’ın meşhur kitabına gönderme olduğunu düşündüğüm Beklenen Sabah başlıklı romanın sahibi Raif Cilasun’la devam etmek istiyorum. Doksan yılı aşkın hayatının son çeyreğinde İslamı tebliğ etme amacıyla romanlar yazmaya başlayan Raif Cilasun çok yönlü kişiliğiyle öne çıkan bir isim. TDV İslam Ansiklopedisi’nde hakkındaki kısa açıklama “edebiyatçı, cemiyet insanı” şeklinde.
İzmir doğumlu olan Cilasun, Ödemiş İmam Hatip Okulunda başladığı eğitimine, okulun kapanmasından sonra Robert Kolej’de devam etmiş fakat babasının işleri dolayısıyla eğitimini tamamlayamadan İzmir’e geri dönmüş. İzmir’de 1940’lardan 60’lara kadar ticaretin yanında yoğun bir şekilde meşhur Kestanepazarı Kur’an Kursu ile ilgilenmiş. Raif Cilasun burada yetişen öğrenciler için sabah namazlarında kendilerini uyandıran, derslerini takip eden, burs temin eden, kursun eksiklerini gideren Raif Amca. 1960’lardaysa ticari faaliyetlerini İstanbul’a taşımış. Tabii ki cemiyet faaliyetlerini de… 1960’lı yıllarda muhafazakâr camianın önemli bir kurumu olarak öne çıkan Sönmez Neşriyat’ın mümessil müdürü, dergisinin yayın yönetmeni Raif Cilasun. 1975 yılında yayınladığı ilk kitabı Oğlum Osman büyük ilgi görmüş, Yücel Çakmaklı tarafından sinemaya aktarılmış. İlk gençliğini 70’lerde, 80’lerde yaşayanlar için önemli bir figür. Sonraki yıllarda ise izleri büyük oranda silinmiş bir isim…
Ele alacağım diğer isim olan Ali Nar’ın hikâyesini biraz daha yakından biliyorum. İstanbul İmam Hatip Lisesi de dahil olmak üzere çeşitli liselerde Arapça öğretmenliği yapan Ali Nar, edebiyata ve yazına duyduğu merakı İslam ülkelerinde yaptığı gezilerle destekleyerek 1986’da İslami Edebiyat Vakfının kurucuları arasında yer alıyor ve vefatına kadar da vakfın başkanlığını yapıyor. Ali Nar’ın ilk ürünleri Arapça’dan yaptığı tercümeler. Bunlar arasında Ramazan el-Butî’den yaptığı Fıkhu’s-Siyre tercümesi en meşhurlarından bir tanesi olabilir. Ardından çeşitli edebî ürünler veriyor. Son yıllarınıysa ehlisünnet etrafında yoğun bir polemik devresi olarak niteleyebiliriz. Çocukluğumdan hatırladığım sahneler bu konulardaki tartışmalara dair. Bu nedenle edebiyatçılarda görmeyi beklediğimiz “naif bir edebiyat insanı” imgesinin tam aksine, edebiyatı da sürekli bir mücadele alanı olarak gören bir isimdi Ali Nar.
Ele alacağım bir diğer isim olan Bahaeddin Özkişi ise erken yaşta vefat eden bir yazar. Mühendislik eğitimi alan Özkişi, İTÜ’de teknik öğretmen olarak görev almış. İlk kitabını 1959 yılında yayınlamış olsa da öne çıktığı romanları Sokakta, Köse Kadı ve Uçtaki Adam 1970’lerde yayınlanmış. Kendisi de 1975’de vefat etmiş. Özkişi daha ziyade Kültür Bakanlığının 100 temel eser listesine giren Sokakta romanıyla biliniyor. Bu listenin ilk kez yayınlandığı 2000’li yılların başında, listedeki diğer isimlerin yanında daha az bilinen bir isim olmasının tartışma konusu olduğunu hatırlıyorum. Bugün de kim olduğu konusunda derinlemesine bilgi bulmak kolay değil. 1928 İstanbul doğumlu yazar, Fatih Dersiamlarından Ömer Lütfi Özkişi’nin oğlu ve Atiye Akyıl’ın kardeşi. Ömer Lütfi Özkişi aynı zamanda Gümüşhanevî silsilesinden İsmail Necati Efendi’nin halifelerinden. Cumhuriyet döneminde Silivri Müftülüğü de yapmış ve 1948 yılında vefat etmiş. Atiye Akyıl ise Cumhuriyet döneminde hanımların eğitimi konusunda öne çıkan isimlerden bir tanesi.[2]
Ben her ne kadar “yazarın ölümü”ne itibar etmeyip “kim yazdı bu kitabı” diye sormayı tercih etsem de kitaplar, kimi zaman doğrudan yazarları eli ile kimi zaman da okurları eli ile yazarların önüne çıkarılan nesneler oluyor. Neticede İslam tarihimizde de yazarları yazdıkları kitaplarla anma geleneği mevcut; İhya müellifi, Delâil yazarı, Mevlid Müellifi ya da Şifâ-ı Şerif Şârihi denildiğinde kimlerden bahsedildiği bellidir. Belki bu isimlerin peşine düşmeye o kadar da gerek yoktur… Fakat Cumhuriyet Türkiye’sinin, hele de dindarların, çeşitli sebeplerle yazarı çok daha fazla kenara attığını görüyoruz. Ben bunun öncelikli sebebinin pek çok dindar yazarın, en başta kendilerinin kendilerini bir yazar olarak görmemesi olduğunu düşünüyorum. Yazarlığı yazarlık olarak kabul etmeyen yazarlar ve hatta yaptıkları yayıncılığı yayıncılık eylemi olarak kabul etmeyen yayıncılar… Yapılan işle bir idiyet kurulmaması, yazarlığın başka bir amaca giderken kullanılan araç olarak görülmesi de çıkan ürünleri yazarından daha da bağımsız hâle getiriyor. Bu tutumun benzeri okurlarda da olduğunda etkilenilen ama yazarı pek de önemsenmeyen birçok eser etrafa yayılıyor. Diğer türlü, çok meşhur ve göz önünde olan yazarlarımızın bile hayatlarına, eser yazma motivasyonlarına dair bilgilerin görece sınırlı olması, haklarındaki anlatıların yavanlığını sadece müelliflerin tutumlarıyla açıklamak zorlaşacaktır.
Ek olarak, geçen sene vefat eden ve ömrünü yazarların biyografilerini araştırmaya adayan İhsan Işık’ı rahmetle anmak isterim. Umarım herkesin biyografisini yazan adamın da biyografisi bir gün yazılır…
[1]Geçmişten Geleceğe Ko(nu)şanlar: Davaya Adanmış Ömürler, İstanbul: Araştırma ve Kültür Vakfı, 2006, s.445-448
[2] Merak edenler için Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun Cumhuriyet’in Dindar Kadınları kitabında kendisine dair bir bölüm mevcuttur.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.