50 yıl sonra medya arşivleri konuşuyor: İnternetin gelecek projeksiyonları 2069’a uzanıyor
Kerime Nadir evlerinin kütüphanesindeki kitapları deviriyor ve sık sık annesine bilemediği kelimelerin anlamını soruyordu. İlkokul son sınıfta iken annesi bu sorulardan kurtulmak için Muallim Naci’nin yazdığı sözlüğü, Lugat-ı Naci’yi hediye etti. Kerime Nadir, lisede öyküler yazmaya başladı. 16 yaşında ilk romanı Yeşil Işıklar’ı yazmıştı bile.
Nihayet dergimiz benden “edebiyatımızda 1940-1970 yılları arasında meşhur olup sonrasında unutulan” yazarlarımız konusunu ele almamı isteyince bu tanıma en uygun ve kanımca en ilginç olan yazar Kerime Nadir’den söz etmenin uygun olacağını düşündüm.
Hatıralarını topladığı Romancının Dünyası adlı kitabında anlattığına göre yazarımız ilkokuldan itibaren okumaya çok meraklı biri idi. Eski Mısır kadısı, Şebinkarahisar kökenli kazasker Yahya Reşit Efendi’nin torunu olan annesi de okumayı seven bir kadındı. Kerime Nadir evlerinin kütüphanesindeki kitapları deviriyor ve sık sık annesine bilemediği kelimelerin anlamını soruyordu. İlkokul son sınıfta iken annesi bu sorulardan kurtulmak için Muallim Naci’nin yazdığı sözlüğü, Lugat-ı Naci’yi hediye etti. Kerime Nadir, lisede öyküler yazmaya başladı. 16 yaşında ilk romanı Yeşil Işıklar’ı yazmıştı bile.
Kerime Nadir’in yazma tutkusu o kadar yoğundu ki ailesi bir ara yazmasını yasaklamayı bile düşündü ama sonrasında vazgeçti. Böylece birkaç yıl daha geçti. Bu arada yazarımız içlerinde en ünlü romanı Hıçkırık da dâhil beş roman yazıp bir kenara koymuş, talih kuşunun başına konup romanlarının yayınlanma imkânının kendisine verilmesini bekliyordu.
Bu imkânı 1937 yılında bulabildi. Öykü ve roman yanında şiirler de yazan Kerime Nadir tanıştığı Servet-i Fünun Matbaası’nın baş dizgicisinin aracılığı ile bu şiirlerini artık adı Uyanış olan eskinin ünlü dergisi Servet-i Fünun’a gönderdi. Servet-i Fünun o günlerde tarihteki önemli geçmişinin aksine okuyucu katında ilgi görmeyen bir dergi idi, kurucusu Ahmet İhsan Bey eski hatıralarına hürmeten dergiyi çıkarmayı sürdürüyordu. Derginin yönetmeni şair Halit Ziya Ozansoy’un oğlu Gavsi Ozansoy’du ve bir atılım yapmak için derginin yazarlarıyla toplantı düzenlemeye karar verdi. Bu toplantıya yirmi yaşındaki Kerime Nadir’i de davet etti. Yazarımız edebiyat dünyasına ve Babıali’ye bu şekilde adım attı.
Uyanış’ı canlandırmak için bütün yazarlarının en iyi eserlerini dergiye vermeleri kararlaştırıldı. Kerime Nadir de kaleme aldığı romanlardan Solmuş Çiçekler’i verdi ve ilk romanı bu şekilde okuyucularla buluştu. Ama bahsettiğimiz gibi Uyanış’ın okur sayısı çok azdı.
İlk romanı tefrika edilmeye başlanınca Kerime Nadir cesaretlenerek ilk yazdığı roman olan Yeşil Işıklar adlı eserini dönemin sevilen dergilerinden Yarım Ay dergisine gönderdi. Roman beğenildi ve sahife başına bir lira telif ücreti ödeneceği kendisine söylendi. Yazarımız bu habere çok sevindi ve Yarım Ay’da romanı tefrika edilmeye başladı. Kitapları basılmamıştı ama iki romanı iki ayrı dergide tefrika ediliyordu.
Aynı yıl büyük iddialarla Zekeriya Sertel, Ahmet Emin Yalman ve Halil Lütfi Dördüncü tarafından kurulan ve kısa zamanda okuyucular tarafından benimsenen Tan gazetesine en ünlü eseri Hıçkırık’ı gönderdi. Romanı beğenen Zekeriya Sertel kendisini gazeteye çağırdı, yanında ortağı Ahmet Emin Yalman ve gazetede “Orhan Selim” takma adıyla yazılar yazan Nazım Hikmet de vardı. Zekeriya Sertel romanı beğendiklerini ama uzun olduğunu, biraz kısaltması gerektiğini ve bunu kendilerinin yapacağını söyledi. Kerime Nadir bu teklifi sevinçle kabul etti ve ertesi günden itibaren gazete okuyucularına şu ilanla yeni tefrikasını tanıtmaya başladı:
- Yeni Edebî Tefrikamız: HIÇKIRIK
- TAN size iki, üç gün sonra yeni bir edebî romanı sunacaktır. Bunu kim yazdı? Adını henüz bilmediğiniz ve belki hiç işitmediğiniz bir genç, cömert hayalinde yarattığı kahramanlara bu romanı yaşatmıştır.
- Fakat bu yeni yazar iki, üç gün sonra vereceğimiz ilk romanıyla meşhurlar arasına katılacaktır. Çünkü bu eser hakiki hayatı öyle cazip bir üslup ile yaşatmıştır ki, sizi mutlaka saracaktır.
Kerime Nadir’e mali konular için gazetenin üçüncü ortağı Halil Lütfi Dördüncü ile konuşmasını söylerler. Bu zat Babıali’de cimriliği ile efsane olmuş bir kişidir. Yazarımıza romanının tanıtımı için çok reklam yaptıklarını, tanınmamış bir yazarı okuyucuya tanıttıklarını söyler ve ilave eder: “Ev adresinizi aldık, her gün size bir Tan gazetesi göndereceğiz. Yani postacı size her gün bir bedava gazete getirecek. Bütün bunlardan sonra size tefrika için ayrıca para ödeyemeyeceğiz.”
Genç kız şaşkınlıkla teklifi kabul eder, yalnızca romanından hangi bölümlerin çıkarıldığını merak eder. Bedava tefrika kazandığına sevinen Dördüncü romanın üçte birinden fazlasını içeren kesilmiş bölümleri gösterir, yazarımız üzgün üzgün bakınca da: “Bazı bölümler çok uzun tutulmuş, gereksiz ayrıntılar var, böyle uzun romanı tefrika kaldırmaz, yoksa yayını bir yıldan fazla sürer o zaman… okuyucu da bıkar.” der ve ilave eder: “Böyle şeyler olacak, alışacaksınız, yayın hayatı sizin istediklerinize uymaz… Hele başlangıçta…”
Kerime Nadir dudakları titreyerek sorar: “Kim yaptı bu gaddarlığı?”
Cevap çarpıcıdır: “Nazım Hikmet!”
Hıçkırık’ın yayını gazetede büyük bir ilgiye neden olur, yazarımız buna çok sevinir ve kendi imkânlarıyla kitabını 1000 adet bastırır. Bir gün baskı işlerini izlemek için Babıali Caddesi’nde yürürken ünlü İnkılap Kitabevi’nin sahibi Garbis Fikri kendisini kitapçı dükkânına çağırır. Okuyucu beğenisini izleyen ve iyi değerlendiren yayıncı Hıçkırık’ın bastırıldığını duymuştur, kitaba talip olur ve sorar:
-Kaç adet bastırdınız?
-Bin
-Bin ne ki? Su gibi satacak bu kitap. Hemen ikinci baskıya başlayacağız.
Kurt yayıncı haklı çıkacak ve Hıçkırık izleyen yıllarda 27 kez basılacaktır.
Tan gazetesi de Hıçkırık’ın başarısından sonra yazarımızdan yeni bir roman ister ve Kerime Nadir’in yazıp beklettiği Günah Bende Mi? adlı romanı gazetede tefrika edilmeye başlar, hem de iyi bir telif ücreti ödenerek.
Artık Kerime Nadir romancı olarak tanınmaya başlamıştır. İnkılap Kitabevi Hıçkırık’ın arkasından yazarın iki diğer romanını da basar. Bu arada Kerime Nadir çok sevilecek romanlarından biri olan Samanyolu’nu yazmış, romanı 1940’ta yepyeni bir kadro ile iddialı bir şekilde yayın hayatına başlayan Hakikat gazetesinde tefrika edilmiş ve sonra da İnkılap Kitabevi’nce okuyuculara sunulmuştu. Aynı gazete daha sonra yazarımızın en çok sevilen romanlarından biri olan Funda’yı tefrika etti. Bu arada Tan gazetesinden ayrılan Ahmet Emin Yalman da kurduğu Vatan gazetesi için bir roman istedi ve Gönül Hırsızı romanı bu gazetede tefrika edilip hemen İnkılap Kitabevi’nce basıldı. Görüldüğü gibi artık romancımız aranan bir yazardı, yazdığı romanlar önce gazetelerde tefrika ediliyor ve Garbis Fikri kitabı hemen basıyordu.
Bu arada dönemin en önemli yayıncılarından Sühulet Kitabevi’nin sahibi Semih Lütfi, Kerime Nadir’in romanlarının okuyucu katındaki rağbetini görüp, bu çok okunan yazarı kendi yayınevine çekmek için yazarımıza cazip bir teklifle gitti ve üç kitabını 1941 yılında basıp okuyucularına sundu.
Ancak yazarının kurt rakibine gitmesine razı olmayan Garbis Fikri, Kerime Nadir’e koştu ve romanlarına verdiği telif ücretini altı kat (!) artırarak yazarın tek yayıncısı olma hakkını elde etti. Semih Lütfi’nin bastığı kitapların bundan sonraki baskılarını da kendi yapacaktı. Kerime Nadir’in ölünceye kadar kitaplarının baskısını hep İnkılap Kitabevi yapmıştır.
1950’li yıllar Kerime Nadir’in ününün zirvede olduğu yıllardır. O günlerde gazetelerin olmazsa olmaz bölümü olan tefrika roman yayınlanmasında Kerime Nadir, Refik Halit Karay ve Esat Mahmut Karakurt ile birlikte okuyucunun en beğendiği üç yazardan biridir. Kerime Nadir romanlarını artık tefrika edilsin diye gazetelere göndermemekte, gazeteler onun peşinde koşmaktadır. Yazarımızın bir romanı bir gazetede tefrika edileceği zaman, söz konusu gazete bu önemli haberi İstanbul’un bütün duvarlarını süsleyen ilanlarla okuyucularına duyurmaktadır. Bu satırların yazarı Cumhuriyet gazetesinde Son Hıçkırık romanı yayınlanacağını duyan anacığının eve alınan Hürriyet gazetesi yanında Cumhuriyet gazetesinin alınmasını istediğini ve o zamanlar adet olan, adına “gazete müvezzii” denilen kişi evin kapısı altından iki gazeteyi atınca hemen Cumhuriyet gazetesini alıp haberlere falan bakmadan üçüncü sayfadaki Kerime Nadir tefrikasını okuduğunu hatırlamaktadır. Tefrikalar o zamanlar bugünün televizyon dizilerinin işlevini görüyordu.
Kerime Nadir’in bu saltanatlı günleri 1960’ların sonlarına kadar bütün tantanasıyla sürdü. Birçok romanı filme çekildi ve kitapları baskı üstüne baskı yaptı. Ancak televizyonların evlerimize girmesiyle televizyon dizilerinin gazetelerin tefrika romanlarının pabucunu dama atması ve bir süre sonra gazetelerin artık tefrika roman yayınlamaktan vazgeçmeleri yazarımızın artık unutulmanın eşiğinde olduğunu gösteriyordu.
Kerime Nadir’in 1970’li yıllarda kötümser bir havaya girdiğini gözlüyoruz. Çok sevdiği yayıncısı Garbis Fikri 1971’de ölmüştür. Yeni yetme gençlerin kendisini piyasa romancısı diye küçümsemelerinin ve hem eserlerini hem eserlerinden çevrilen filmleri yerden yere vurmalarının onu çok üzdüğü anlaşılıyor. Bir de insanların yaşamına yeni yeni karışan ama etkileyici olan televizyonda yapılan bir edebiyat programında kendisinden çok eleştirel bir şekilde söz edildiğine tanık olur, üstelik kime ait olduğu belli olmayan bir fotoğrafı Kerime Nadir diye ekrana getirmişlerdir. Hatıralarında o günleri şöyle anlatıyor:
“Eski arkadaşlar dağılmışlar, meslekteki çağdaşlarımızın çoğu kadrolardan çıkmışlardı. Hareketli gençler almıştı onların yerlerini…Evet benim sevdiğim dünya, bir başka dünya ile, anlamsız bir ortamla, bir kargaşa ile yer değiştirmişti. Ve ne yazık! Bir bencil, bir iddialı, bir çekinmesiz hatta saygısız kuşak oluşmuştu. Bu kargaşada. Her şeye hâkim olmak isteyen bir kuşak…”
Kerime Nadir 1980 yılında anılarını yayınlar: Romancının Dünyası. Ölmeden bir yıl önce 1983’te yazdığı son romanı Aşk Fısıltıları hiçbir gazetede tefrika edilmeden yayınlanır. Artık tefrika roman modası geçmiş, herkesin evine giren televizyon ve televizyon dizileri tefrika romanın işlevini bitirmiştir. Yazarımız 1984 yılı Mart’ında arkasında kırk bir roman, iki hikâye ve bir anı kitabıyla ebedî aleme göç eder. Ölümü basında bir magazin haberi gibi servis edilir. Birçok romanının tefrika edildiği Hürriyet gazetesi yazarımızı pembe aşk romanları yazan üçüncü sınıf bir İngiliz yazarına benzeterek över ve “Türkiye’nin Barbara Cartland’ı” mevkiini bahşeder. Ama asıl ilginç olanı onu seven hemşerilerinin düşünerek İzmir Balçova ve Sinop Belediyeleri’nin kentlerinin iki sokağına ölümünden hemen sonra yazarımızın ismini vermesidir.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.