90’lardan bugüne başörtüsü algısının dönüşümü ve popüler dizilerin etkisi inceleniyor
Başörtüsünün dizi ve filmlerdeki gösterimi dinin temsil ediliş biçimi hususunda tartışılan başlıca konulardan birisi. Bu sebeple Türkiye’de başörtülü bir kadının ilk kez ana karakter olduğu Yalnız Değilsiniz’in yönetmeni Mesut Uçakan ile 90’lı yılları ve günümüz popüler dizilerini konuştuk.
Yalnız Değilsiniz ile başörtülü bir karakteri geçmiş yıllarda ekrana çıkarmış bir yönetmen olarak filminiz vizyona girdiğinde neler yaşadınız?
O yıllardan bu yana neler değişti?
Aradan çok da uzun zaman geçmedi ama ne yazık ki artık farklı bir başörtüsü sorunuyla karşı karşıyayız. Dram tersine döndü. Gözyaşları kahkahalara dönüştü. Sağlam bir inancın sembolü olan başörtüsü, yozlaşmanın sembolü hâline geldi. Askeri statükoyu yerle bir eden Ak Parti İktidarı, büyük bir kalkınma başlatarak ülkede adeta sessiz bir devrime yol açarken, dinî ve ahlâkî yozlaşmanın, eğitimin, kültür ve sanatın yeteri kadar üstesinden gelemedi. Bu yozluklarla mücadeleyi daha çok dindar çevreler göğüslemeye çalıştı. Oluşan refah ve gelişen teknoloji bu kesimin çoğunluğunu zaten sekülerleştirmeye başlamıştı. Sonuçta kapitalist ahlâk (ahlâksızlık mı demeliydim?) muhafazakâr kesimin büyük çoğunluğunu yuttu. Batı tipi çılgın partiler düzenleyerek alkolsüz şampanyalar patlatan, konserlerde batılı şarkıcıları çılgınca alkışlayan, daha güzel görünmeye büyük paralar harcayan, aşırı makyajlı tesettürlü genç kızlar çoğalmaya başladı.
Bu değişimin dizi/filmlerde bir karşılığı olduğunu düşünüyor musunuz? Muhafazakâr-seküler çatışması üzerine kurulu olan günümüz dizilerini nasıl yorumluyorsunuz?
Olayın vahametini ve hangi boyuta geldiğini anlamak için dizilere bakmak yeterli. Çoğu diziler, aileyi ve toplumsal ahlâkı berhava edecek bir çirkinlikteydi; işin içine bir de başörtüsünü soktular, Kızılcık Şerbeti, Ömer, Kızıl Goncalar gibi güya görünürde dindar ailelerle lâik-seküler ailelerin ortak yaşamalarına dönük bir iyi niyet barındırdığı söylenen başörtülü Dallasvari diziler yapmaya başladılar. Helal harama aldırmayan, bütünüyle dünya hayatını önceleyen, bunu âdeta din hâline getirmiş seküler dünya ile, helal haramı ve ahiret saadetini önceleyen imanı sağlam bir nesil nasıl bir arada yaşar? Bunun dini hükümleri bilinmeyen bir şey değil: Leküm dîniküm veliyedîn. Senin dinin sana, benim dinim bana; ikisini birbirine karıştırmadan… Ölçü bu. Bu ölçüleri tutturamadılar. Tutturamazlardı da. Çok para kazanma arzusu ve dikte ettiriciler buna izin vermez. Kim bu dikte ettiriciler diye sormayın. Hangi olayda yoklar ki...
Şimdi sağduyulu vatandaşların kafalarındaki soru şu: Bu dizilere karşı diziler yapılamaz mı veya niye yapılmıyor? Bir antitez tavrı içine girmek ne kadar doğru tartışılır ama biz bunu tartışana kadar atı alan Üsküdar’ı geçti. Sahi, niye yapılamıyor? Zıtlaşmaları büyütmemek için mi, yoksa lâik-seküler kesimin hışmından korkulduğu için mi? Bunun cevabını galiba sahipleri muhafazakâr olarak bildiğimiz kanalların vermesi gerekiyor. Neticede, meseleyi başörtüsünü eksene koyarak düşünecek olursak benim gördüğüm toplumun artık “başörtüsü örtememek” diye bir sorunu yok. Sosyal hayatta bazen başörtüsüne saldırı vakaları görülse bile artık bunlar marjinal hareketler olarak kalıyor. Başörtüsü ve muhafazakârlık, ne yazık ki dizilerde ve programlarda birer malzeme olarak kullanılıyor ve bu da normal karşılanıyor. İşin can sıkıcı yanlarından biri de bu. Bugün mesele başörtüsü meselesi değil; başörtüsü üzerinden gafletin, cehaletin, münafıklığın sorgulanması meselesidir.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.