Afetlerde psikososyal destek ve iyileşme adımları

GÖKHAN ERGÜR
Abone Ol

Büyük acılar, her şey yolundayken doğar. Her şey usul usul ilerlerken, günler ve mevsimler birbirini sessizce takip ederken büyük sancılar ve kayıplar kapımızı çalar. O andan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz, aynada gördüğün yüz bir günde değişir, çizgiler derinleşir ardından bir daha hiç unutamayacağın sesler, görüntüler ve hisler ile yaşamaya başlarsın, yaralanırsın.

Yaralanmak ise dünyanın yapıp ettikleri karşısında yaralanmaktır. Trauma yani travma da Latince yara anlamına gelir. Travmanın birçok tanımı mevcut ama bana en çok dokunan tanım meşhur Travma ve İyileşme kitabını yazarı Judith Herman’ın yaptığıdır. Herman psikolojik travmayı hem doğal dünyadaki insani incinebilirlikle hem de insan doğasındaki kötülükle yüz yüze gelme ile ilişkilendirir, öznelliği ve nesnelliği birleştirir; psikolojik travma “dehşetengiz olaylara tanık olmaktır” der ve ekler “psikolojik travma bir güçsüzlük acısıdır.” Evet, travma bir güçsüzlük acısıdır. Baş başa kaldığımız o yıkıcı ve büyük acı karşısında tüm gücümüzü kaybettiğimizi hissetmek. Tam da şu günlerde olduğu gibi.

Büyük bir felaketin tam da içerisindeyiz, etraf toz duman ve tanıdık bir yüz, aşina olduğumuz bir ses, bir yakınlık arıyoruz. Çok şey kaybettik. Bazılarımız sevdiklerini, yuvalarını, geçmişlerini, çocukluk hatıralarını, ilk aşklarını, köşedeki pastanelerini, komşu oturmalarını ve hayallerini... Yani dünya ile kurduğu bağların neredeyse tamamını kaybeden birçok insan var ve hayat onlar için bir gecede anlamsızlaştı, yaşam soluklaştı.

Bu tip büyük sarsıntıların ardından yaşanılan ilk şey şoktur. Kişi başına gelen olayın etkisiyle donuklaşır, şaşkınca etrafına bakar ve ne olduğunu anlamaya çalışır. Şu an hepimiz etrafımıza bakıp, “Yaşadığımız neydi ve ne oldu?” sorusunu soruyoruz. Umutsuzluğu çoğaltmak ya da karalar bağlamak için söylemiyorum fakat objektif olarak baktığımızda büyük bir acı ve enkaz ile karşı karşıya olduğumuzu da görmek zorundayız. Bu acıları dindirmek, maddi ve manevi enkazı ortadan kaldırmak uzun sürecektir. En büyük avantajımız ve gücümüz de aynı acı etrafında inançla birleşiyor olmamız. Buna uzunca bir süre ihtiyacımız olacak.

Kitlesel travmaya iki tipte tepki

Verdiğimiz bu tepkiler olağanüstü bir duruma, bir ruhsal travmaya verilen normal, sağlıklı tepkilerdir.

Doğa kaynaklı bu tip kitlesel travmalar sonucunda kişi yaşamış olduğu örseleyici duruma iki şekilde tepki verir. İlki akut stres bozukluğu, ikincisi ise travma sonrası stres bozukluğudur. Her iki stres bozukluğunda da ortak ruhsal tepkiler gözlemlenir: sinirlilik, tahammülsüzlük, uykusuzluk, yorgunluk, sürekli tetikte olma hâli, kabuslar, olayı yeniden yaşıyor gibi hissetme, kendini ya da başkasını aşırı ve tutarsız bir biçimde suçlama, duygusal donukluk. Bu belirtilerin hepsi ilk 30 gün içerisinde son derece normal karşılanır ve olağandır. Buna akut stres bozukluğu diyoruz. Şu an bu afeti yaşamış veya haberdar olmuş kişilerden sıklıkla bunlara benzer yakınmalar duyuyoruz. Doğal olarak kendilerinde ortaya çıkan bu altüst edici durum sebebiyle büyük bir endişeye kapılıyorlar. Aklımızdan çıkarmamız gereken, ilk aşamada bu durumun son derece normal olduğudur. Yani verdiğimiz bu tepkiler olağanüstü bir duruma, bir ruhsal travmaya verilen normal, sağlıklı tepkilerdir. Böyle ağır bir durumdan sonra yemek yemek, rahat rahat uyumak elbette ki tuhaf olurdu.

Yapılan çalışmalar travma mağdurlarının büyük kısmının travmatik olayı izleyen haftalarda da bu belirtileri gösterdiğini, belirtilerin yavaş yavaş ortadan kalktığını gösteriyor.

Üç aylık dönemde iyileşme belirtileri göstermeyen kişilerin ise travma sonrası stres bozukluğu tanısı alma ihtimali oldukça yüksektir.

Yani üç ay içerisinde bir iyileşme sağlanmamışsa travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ile ilgili bir görüşme yapmak gereklidir. Burada bazı risk etmenleri TSSB riskini arttırır. Örneğin çok sayıda insanın ölümü, aileden birilerini kaybetme, ölüme doğrudan tanık olma, olayın merkezinde yer alma, yaralanma, kontrolün tamamen kaybedilmesi, olayın şiddeti ve tekrarlaması, öngörülemezlik ve güvenliğin yitirilmesi bizleri fazlasıyla etkiler. Yaşadığımız depremler ve sonrasındaki koşullar ne yazık ki travmanın risk etmenlerini arttırdı. Depremlerin şiddeti, yaşanan can kayıpları, mevsim koşulları, artçıların dinmemesi ve şiddetle devam etmesi, depremin geniş bir bölgede hissedilmesi ve bölgedeki etnik kışkırtmalar, dedikodular afetzedeleri olumsuz yönde etkileyen faktörlerden.

Toprağın kolektif bilincimizdeki yeri

Asrın felaketi olarak değerlendirdiğimiz bu yıkımın maddi sonuçları bir şekilde telafi edilse bile manevi sonuçlarının etkileri uzun süre bizimle beraber kalacaktır.

Doğal afet kaynaklı travmalarda kişinin güvenlik duygusu kaybolur. Çünkü ayakta kalmak için bastığı toprak sürekli sallanmakta ve kendisine zarar vermektedir. Kişi eğer bir şeyler yapmak istiyorsa öncelikli olarak bastığı zeminin sağlam ve sakin olmasını ister fakat artçılarla beraber bir türlü bu sağlamlığa ve güvenliğe ulaşamaz. Bizi zeminle etkileyen bir diğer kısım ise toprağın kolektif bilincimizdeki yeridir. Çünkü toprak bizim için ana’dır, öz’dür, bizi besleyen, büyüten, kucaklayan ve saklayan güvenli bir alandır. Fakat şu an o güvenli alanın yani toprak ananın elimizden her şeyi aldığını ve bizi hayal kırıklığına uğrattığını düşünüyoruz. Bu güven bağının yeniden inşası ve afetzedelerin kendilerini güvende hissedebilmeleri için belirli bir süre ve toprağın sakinleşmesi, şiddetli artçıların dinmesi gerekmektedir.

Artçıların insan ruhunu nasıl etkilediğini görmek için Kandilli Rasathanesi’nin Twitter hesabında anlık olarak paylaşılan deprem bildirimlerinin altındaki yorumlara bakabiliriz. O yorumlardan uyuyamayan, sürekli tetikte olan, her daim avizeyi kontrol eden, öfkeli, belirsizlikten yorulmuş insanların feveranlarına şahit oluyorsunuz. Tam “artık bitti ve geçti” dedikleri anda daha şiddetli bir artçı sarsıntıyla güvenlik duygularını yeniden kaybediyorlar ve travmatize oluyorlar. Birçok vatandaşımız psikolojik olarak gün geçtikçe yıpranıyor, zorlanıyor.

Hepimizin psikolojik ilkyardıma ihtiyacımız var

Tarihimiz çeşitli zorluklarla dolu ve bizler bu zorlukları hem bilimsel hem de toplumsal olarak çözmeye, üstesinden gelmeye alışkınız.

Sadece afet bölgesinde değil, şu anda ülkemizin dört bir yanında insanlar akut stres bozukluğu tepkileri gösteriyor. Tam da bu sebepten dolayı hem afet bölgesindeki hem de tüm Türkiye’de insanların psikolojik ilk yardıma (PİY) ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Psikolojik ilk yardım afet, kaza, terör saldırısı veya bireysel/ toplumsal düzeyde olumsuz etkilere neden olan herhangi bir olay sırasında ya da sonrasında gerçekleştirilen bir çeşit erken dönem psikososyal müdahale yaklaşımıdır. Özellikle çok sayıda kişinin etkilendiği olaylarda, kişinin temel fiziksel ya da psikolojik ihtiyaçlarının tespit edilmesi ve karşılanmasını odağa alır. Psikolojik ilk yardım çalışmasındaki ana amaç, bireylere olay sonrası akut travmatik stres tepkileri konusunda rehberlik etmek, olağanlaştırmak ve stabilizasyona destek olmak, bireysel ve toplumsal düzlemde olağan yaşam akışına dönmeyi kolaylaştırmak ve bireyleri travmatik olayın uzun dönem olası etkilerinden korumaktır.

Psikolojik ilk yardım sadece ruh sağlığı uzmanlarının yaptığı bir müdahale değildir. Temel psikolojik ilk yardım eğitimi alan, etik ve temel ilkeleri gözetildiğinde herkesin uygulayabileceği bir yöntemdir. Şu an birçok kurum ücretsiz ve online bir biçimde bu eğitimi veriyor. Bir ruh sağlığı uzmanı olarak hepimizin bu eğitimi almasını tavsiye edebilirim. Çünkü şu an sadece 10 ilimiz değil maalesef tüm Türkiye afet bölgesi ve buralarda yaşayan bizlerin de ne yaşadığımızı anlamlandırmak için yardıma ihtiyacı var.

Afet sonrası akut dönemde temel ihtiyaçların karşılanması, güvenli alana yerleşim, stabilizasyon ve psikolojik ilk yardım öncelenir. Orta vadede, psikososyal destek çalışmaları, psikoeğitim ve paylaşım gruplar; uzun vadede ise kişiye özgü terapi yaklaşımları uygulanır. Yani şu an ilk aşamada bir terapi uygulanmaz, ilaç kullanılmaz. Yine sıklıkla duyduğumuz:

Psikiyatrist bir sakinleştirici yazsa iyi olur muyum acaba? sorusuna da net bir şekilde “Hayır, iyi olmazsınız” dememiz gerekiyor. Hatta yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu dönemde uygulanan ilaç tedavisi iyileşmeden ziyade daha kötü sonuçlara yol açıyor.

Fakat burada hassas noktalarla karşılaşabiliriz: Afet sonrası kişilerde alkol madde kullanımı, ilaç kötüye kullanımı, kendine zarar verme davranışları, intihar söylemleri ve planları ile karşılaşıyorsak hızlıca bir ruh sağlığı uzmanına başvurmamız gerekiyor. Lütfen bu alarm sinyallerine dikkat edelim ve iyi gözlemleyelim.

Ruh sağlığı konusunda güçlü ve donanımlıyız

Sahada çalışacak birbirinden değerli uzmanlarımız, gönüllülerimiz var ve el birliğiyle bilimsel temelli yaklaşımlarımızla insanlara şifa olmaya çalışıyorlar.

Rehavete kapılmamak ve üzerimizdeki vazifeleri şimdiden düşünebilmek için yeniden hatırlatmak gerekiyor sanırım: Asrın felaketi olarak değerlendirdiğimiz bu yıkımın maddi sonuçları bir şekilde telafi edilse bile manevi sonuçlarının etkileri uzun süre bizimle beraber kalacaktır. Yapılar yeniden inşa edilebilir, bunun çok örneğini gördük, çokça yıkıldık ve yeniden yapıldık fakat ruhsal olarak iyileşmek bu ölçekte bir afette beklenildiği gibi kısa sürede gerçekleşmez. 1999 Gölcük Depremi’nden 40 ay sonra Gölcük’te yapılan bir çalışmada, araştırmaya katılanların %40’ında hâlâ travma sonrası stres bozukluğu, %18’inde ise depresyon olduğu tespit edilmiş. Bu kadar geniş bir sahayı etkileyen Kahramanmaraş merkezli depremlerin ruhsal sonuçları şüphesiz ki 99 Depremi’nden daha ağır olacaktır. Ancak unutulmaması gereken şudur: artık ruh sağlığı alanında geçmişe oranla oldukça güçlü ve donanımlıyız. Sahada çalışacak birbirinden değerli uzmanlarımız, gönüllülerimiz var ve el birliğiyle bilimsel temelli yaklaşımlarımızla insanlara şifa olmaya çalışıyorlar. Birçok kurum ve kuruluş da hem sahada hem de büyük şehirlerde ücretsiz psikoterapi hizmetleri için çalışmalara başladı. Bu hizmetler uzunca bir süre halkın istifadesinde olacaktır.

Travma konusundaki tecrübemiz tarihimizden geliyor

Bu tip afetler ve sonrasında çocuklar, engelliler, göçmenler ve bazen yaşlıların yani dezavantajlı grupların zorluk yaşadığını biliyoruz. Afet sebebiyle birçok evladımız ebeveynlerini yitirdi, savaş sebebiyle ülkesinde evini yitiren ve ülkemize sığınan birçok insanın evleri ikinci kez yıkıldı, binlerce vatandaşımız enkaz altından engelli olarak çıktı. Güçlü bir sosyal devlet olarak en kısa zamanda kendilerine ulaşmamız, yanlarında olduğumuzu hissettirmemiz ve yaralarını sarmak için elimizden ne geliyorsa yapmamız gerekmektedir. Çünkü şartlar ve zaman onların aleyhine işlemekte.

Şu bir gerçek; dünya üzerinde travma konusunda en çok saha tecrübesine sahip ülkelerden biriyiz. Çünkü tarihimiz çeşitli zorluklarla dolu ve bizler bu zorlukları hem bilimsel hem de toplumsal olarak çözmeye, üstesinden gelmeye alışkınız. Bu büyük felaketin de üstesinden geleceğiz. Yeter ki birbirimizi koruyup kollayalım ve geride kimseyi bırakmayalım.