Bir orman yapmak!

KÜBRA KURUALİ YAŞAR
Abone Ol

Onlardan bazılarıfarklı ülkelerde birbirini hiç tanımadan yaşıyor,kırk yılı aşkın her gün sistemli olarak ayinyapar gibi ağaç dikiyor, kurak ve çöllük arazileriormana çeviriyor. Gelin, bir şeylerin herzaman değişebileceğinin kanıtı bu insanlarınhikâyelerine yakından bakalım.

  • Orada şimdi ağaç, küçük, körpe
  • Ve orada olacak biz çoktan göçüp gittiğimizde
  • Hermann Hesse

Andrei Tarkovski, ölümünün yaklaşmakta olduğunu bilerek çektiği son filmi Kurban’ı (1986) Leonardo Da Vinci’nin Üç Kralın Tapınması tablosuyla açar. Başlangıç jeneriğinde 5 dakika 27 saniye izlediğimiz ve film boyunca sık sık gördüğümüz Hz. İsa’nın doğuşu ile ilgili bu resmin tam ortasında, Hristiyanlıkta dini bir metafor olan “Hayat Ağacı” vardır.

Kurban (1986)

Bu planın hemen ardından, nükleer dehşetin yakın olduğu bir dünyada yalnızca kendisi için değil, insanlık adına da kurtuluş yolları arayan kahramanımız Alexander; yan yatmış, kurumakta olan bir ağacı düzeltmek için oğlundan yardım ister ve ona bir hikâye anlatır: “Çok uzun yıllar önce bir Ortodoks Manastırı’nda yaşlı bir keşiş yaşarmış. Bir dağın yamacına -aynı bunun gibi- kuru bir ağaç dikmiş. Genç bir öğrencisine demiş ki: ‘Bu ağaç canlanıncaya kadar her gün gelip sulayacaksın!’ Öğrenci her sabah erkenden bir kova suyla manastırdan çıkar, dağa tırmanır, kurumuş ağacı sular ve akşam olup karanlık çöktüğünde manastıra geri dönermiş. Bu, tam üç yıl sürmüş. Öğrenci yine günün birinde dağa tırmandığında, ağacın her yanında çiçekler açtığını görmüş. Bazen kendi kendime şöyle derim: Eğer biz de her gün tam aynı saatte bir ayin yapar gibi belirli bir davranışı hiç değiştirmeden sistemli olarak yinelersek, dünya çok farklı olur. Bir şeyler değişirdi. Değişmesi gerekirdi.”

  • Tarkovski, bitiş jeneriğinin sonunda umut ve güven dilekleriyle filmi oğluna ithaf ederken, bizi de kuru bir ağacın her gün sulandığında çiçekleneceğine, yanlış giden herhangi bir şeyi bir insanın değiştirebileceğine inandırmak istiyor. Yok değil, dünyamızda onu haklı çıkaran böyle insanlar var. Onlardan bazıları farklı ülkelerde birbirini hiç tanımadan yaşıyor, kırk yılı aşkın her gün sistemli olarak ayin yapar gibi ağaç dikiyor, kurak ve çöllük arazileri ormana çeviriyor. Gelin bir şeylerin her zaman değişebileceğinin kanıtı bu insanların hikâyelerine yakından bakalım.

Ağacı evlat bilen adam: Rahim Demirbaş

Jean Giono, 1953 yılında yazdığı L'homme qui plantait des arbres (Ağaç Diken Adam) öyküsünde yaşamının son otuz yılında yüzlerce hektarlık çorak bir alanı tek başına ağaçlandıran ve bunu başaran bir adamı anlatır. Çiftliğinde karısı ve oğluyla yaşayan Elzéard Bouffier, önce çok sevdiği oğlunu sonra da eşini kaybeder. Ve onların acılarını her gün ağaç dikerek hafifletir.

Rahim Demirbaş

Yazarın gerçek bir hikâyeden mi esinlendiğini bilmiyoruz ama kahramanı öyle uzaklarda aramaya gerek yok. Konya Ereğli Beyören Köyü’nde yaşayan Rahim Demirbaş -muhtemelen böyle bir öyküden habersiz- 5 Kasım 1995 yılında trafik kazasında kaybettiği oğlunun ardından her gün bir ağaç dikiyor. Maalesef öyküdeki karaktere benzer bir kaderle, çok geçmeden eşi de vefat ediyor. Acısını katmerleyen bu olayın ardından köyünden 500 dönüm arazi satın alıp, ağaçlandırma faaliyetlerini hızlandırıyor. Ve 22 yılda 32 bin ağaç diktiği bu araziye oğlunun adını veriyor: Yahya Demirbaş Ormanı!

  • 81 yaşındaki emekli matematik öğretmeni kendisiyle bu güne kadar yapılan röportajlarda diktiği ilk ağaçların 15 metreye ulaştığını, ölene kadar ağaç dikmeye devam edeceğini söylüyor. Ormanın haricinde köydeki evinin çevresinde 8 bin ağacı daha var. Ot bile bitmez denen bozkırın ortasında, 100’ün üzerinde çeşitle 40 bin ağaç yetiştirmesi hiç de kolay olmamış. Diyanet TV’nin Bir de Bana Sor belgeselinde o günleri şöyle anlatıyor: “İlk başlarda ağaçlara verecek can suyu bile yoktu, eşeklerle köyden taşıdım. Ormana 8 km uzaklıkta bir dranaj yaptım ve kuyular açtım. Oradan kuyulara su veriyorum. Kuyulardan da ağaçlara...”

Açtığı kuyular, taşıdığı sular, elinde hortumla bir o yana bir bu yana koşturarak kurumasın diye suladığı ağaçlar, belki de onu insanların sözlerinden daha az yormuştur: “Buraya gelip çoğu insan moralimi bozuyor. Sen ölünce kim bakacak buralara diyor. Öleceğiz diye hiçbir şey yapmayacak mıyız? Biz belki dedelerimiz gibi toprak fethedemeyeceğiz. Ama elimizdeki toprağın kıymetini bildiğimiz, onun verimliliğini artırmaya çalıştığımız zaman fetih kadar mübarek bir iş olur.”

Neyse ki Rahim Demirbaş kendisini eleştirenlere değil, çocukken hatıralarını dinlediği dedesine inanmaktadır: “Bu dağlarda ceylanlar vardı, çok güzel ormanlıktı. 11 sene muhtarlık yaptığım zaman buraları ormana çevirmişlerdi. Muhtarlığı bıraktığımda herkes ağaçları kesmeye başladı.”

Rahim Demirbaş

Demirbaş; dedesinin zamanından itibaren kesilen, yok edilen ormanlara isyanını eyleme geçerek, ağaç dikerek yaptı. Elinden gelenin en iyisini yapmak için varını yoğunu harcadı. Şartların ağırlaşmasıyla geçim kaynağı olan dershanesini kapatmak zorunda kaldı. Geçtiğimiz yıl kendisiyle ilgili ajanslara düşen haberlerden, dershanede çalışan öğretmenlerin SGK primlerini ödeyemediği için yüklü bir borcun altında kaldığını ve ormanın haczedileceğini öğrendik. Yapılandırdığı borçlarının son taksitlerini ödemekte güçlük çeken Rahim Öğretmene ülkenin dört bir yanındaki öğrencileri sahip çıktı. Kendisinden geriye kalacak iki büyük eserin birincisine öğrecilerim, ikincisine ağaçlarım derken yanılmadığını bir kez daha hepimize göstermiş oldu. Eserlerinden biri diğerine sahip çıkmaya devam ettikçe, bozkırın ortasındaki orman türlü çeşit kuşlara, böceklere, hayvanlara yuva olacak. Twitter hesabından yayınladığı mesajda öğrendim ki orman kendisinin de son evi olacak: “Bu çukur benim mezarım. 10 yıl önce Yahyamın ormanının içerisine kazdırmıştım. Çocuklarım ‘Baba orada yalnız ne işin var!’ diyor. Canlı iken yalnızlıktan korkmayan cansız iken korkar mı? Bu benim vasiyetim. Ağaçlar kökleri ile benim çürüyen gövdemden faydalansın.”

Rahim Demirbaş; çeşme, okul, cami yaptığında sadece o köyün insanlarının faydalanacağına ama ağaç dikip orman olduğunda bunun hem o köye hem de Afrika’daki insanlara fayda sağlayacağına inanıyor. Ya onunla aynı inanca sahip bir adam da Afrika’da yaşıyor ve her gün bir ağaç dikiyorsa…

Çölü durduran adam: Yacouba Sawadogo

Şimdi size çölleşmeyi durduran Afrikalı bir adamın, Yacouba Sawadogo’nun hikâyesini anlatacağım. Onu, Mark Dodd’un 2010 yılında çektiği The Man Who Stopped The Desert belgeseliyle tanıdık. Sawadogo, 1946 yılında Kuzey Burkina Faso'nun Yatenga eyaletinde doğdu. Mali'deki Kur’an okuluna gittikten sonra yerel bir pazarda satıcı olarak çalışmak üzere Yatenga'ya döndü. Yaşadığı bölge Sahel sınırları içindeydi ve 1970’lerden sonra başlayan şiddetli kuraklıklar, hayatını tamamen değiştirecekti.

Yacouba Sawadogo

Batı Afrika’nın; doğuda Atlantik Okyanusu’ndan Kızıl denize kadar olan 5000 km’lik Moritanya, Senegal, Mali, Nijer, Çad, Sudan, Burkino Faso ile Nijerya’yı içine alan uzantısına “Sahel” denir. Aslında bölge çöl ile birlikte güneyde zengin savanaların karakterize ettiği yarı kurak ekolojik bir alandı. Ancak günümüzde daha çok şiddetli kuraklıkla anılıyor. Bölgenin koşulları 1970’lerin başında milyonlarca insanı kamplara ve göçlere sürükledi. Önemli gıda problemleri yaşandı, birçok hayvan sürüsü telef oldu, 100.000’den fazla insan öldü. Her geçen yıl çöl koşulları güneye, Sahel’in bir zamanlar tarım verimliliği olan topraklarına doğru yayıldı. İnsanlar eskiden bereketli olan köylerini terk etmeye başladı.

Herkes köyünü terk ederken Sawadogo, krize bir çözüm bulmaya kararlıydı. Geleneksel Zai tekniğini geliştirerek 1980'lerin başından beri Sahel'deki çorak arazileri ormana dönüştürmek için çalışmaya başladı. Aslında bu yöntemi uluslararası çevreci kurumlar gündeme getirmiş fakat uygulama konusunda başarısız olmuşlardı. Geleneksel yöntemde Zai’yi uygulayan çiftçiler, Burkina Faso'nun yağmur mevsimi başlayınca bozuk topraklara veya sert tavalara küçük çukurlar kazar, ardından çukura kompost veya doğal gübre gibi organik malzemeler yerleştirirlerdi. Ancak Sawadogo geleneksel Zai yönteminde bir değişiklik yaptı. Mossi dilinde “erken başlamak” anlamına gelecek şekilde arazisini yağmurdan çok önce hazırladı.

  • Su tutmaya yardımcı olmak için daha geniş ve daha derin taşlı çukurlar kazdı. Sert zemini kırmaya yardımcı olmak için termitler kullandı. Böylece yağış başlar başlamaz, bitkide suyu toplayan ve yoğunlaştıran çukurlara tohumlar ekip, düzensiz yağış alan bu bölgede su stresini azalttı. Yerel halk ona Zai geleneklerinden koptuğu için “deli” dedi. Hatta içlerinden bazıları ormanını ateşe verecek kadar ileri gitti. Başına gelenler onu doğru bildiği yolda yürümekten vazgeçirmedi.

Sonuçlar çarpıcıydı, mahsulle birlikte toprak gelişti, verimlileşti. Bu durum sadece tarımı iyileştirmedi, kurak topraklarda ağaç da yetişmeye başladı. Kırk yıl sonra 60’tan fazla çalı ve ağaç türüne, çeşitli yaban hayatına ev sahipliği yapan 40 hektarlık bir ormana sahip oldu.

Yacouba Sawadogo

Artık çiftçilerin yüzde 95’i Zai’nin savunucusu... Yacouba Sawadogo yöntemini saklamıyor, herkesle paylaşıyor, bununla ilgili eğitimler veriyor. Hiç yorulmadan iklim değişikliği, yeniden ağaçlandırma ihtiyacı, yerli bitki ve ağaçları korumanın değeri hakkında konuşuyor. Onun yöntemi yalnız Burkino Faso’da değil, Sahel’deki ve kıtadaki ülkelerde, Gana, Çad ve hatta toprakları kuraklık ve yağmur döngüleriyle tehdit altında olan Kenya’da kullanılıyor. Bu, onun için en büyük ödül olsa da sabrı ve kararlılığı sayesinde, Birleşmiş Milletler Çevre Programı “2020 Dünya Şampiyonları Ekosistem Restorasyonu” ödülünü de aldı. Her gün büyüyen bir ormanla çöl yeşile çalarken, belki de yakınlarımızda bir yerde bambaşka bir sarı sıcak şehir, bir adamın eliyle, gölgesinde serinleyeceğimiz bir ormana dönüşüyordur.

Çöplüğü ormana çeviren adam: Şeyhmus Erginoğlu

Mardin’de taş evlerin üzerine güneş vururken sarı bir masalın içine düşersiniz. Bu öyle bir sarıdır ki başınızı göğe kaldırana kadar, sanırsınız dünyadaki tüm renkler yok olmuş. İşte bu sarı-mavi şehre bir de yeşil eklemek için, 25 yıldır ağaç dikiyor Şeyhmus Erginoğlu. Tek başına, Artuklu Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi’nin arkasındaki, eskiden şehir çöplüğü olan 48 dönümlük araziyi, 11 bin ağaçtan oluşan küçük bir ormana dönüştürmüş.

Şeyhmus Erginoğlu

71 yaşındaki Şeyhmus Erginoğlu’ndan 2020’ye veda ederken haberdar olduk. Ajanslara düşen fotoğraflı haberleri ve kısa videolarıyla, virüsle değişen hayatlarımıza umut oldu. Geçtiğimiz ay ise BBC News Türkçe’den Hatice Kamer’e konuştu. Bir zamanlar çöplerle dolu olan bu araziyi temizlediğini, kamyonlarca plastik atık, naylon ve moloz topladığını, ormandaki tüm ağaçların yerlerini bildiğini, kontrol etmek için her gün ve gece belli saatlerde gidip ağaçları suladığını öğrendik.

Orman Müdürlüğü’nden ücretsiz aldığı çam fidelerine gözü gibi bakmış. Bu ormanda kayısıdan incire, duttan elmaya çok sayıda meyve ağacı da var: “20 bin liraya yakın meyve fidanı aldım. Burada 300 kayısı, 200 zeytin ve 100 ceviz ağacı var. Onlarca incir ve elma da... İnsanlar meyve toplamaya geliyor. Burası benim değil, herkesin. Tabii ağaçlara zarar vermemek koşuluyla!”

  • 50 dönüme yakın bu ormanın sulanması için gerekli malzemeleri, ağaçlar için ilaçlama masraflarını kendisi karşılıyor. 200 çam ağacının otlarla beraber yanmasından sonra, her gün gelip yabani otları temizlemeye başlamış: “Giden gelen çok oluyor, temizlemesem yangın riski çok yüksek. Elimde çapa ile ot temizliyorum, yeniden çıkmasın diye yerleri ilaçlıyorum.”

Erginoğlu’nun diktiği ağaçlar sadece bu küçük ormanla sınırlı değil. Nusyabin Yolu’nda, Kasımiye Medresesi’nde, mezarlıklarda binlerce ağaç dikmiş. Hatta şehirdeki birçok çeşme için tünel kazmış. Bu işi köyde babasından öğrenen Şeyhmus Erginoğlu, çocukluğunun geçtiği bir taş evde yaşıyor. 1970-1995 yılları arasında uluslararası kamyon taşımacılığı yapmış. Şoförlüğü bıraktığı günden beri ağaç dikiyor. Dokuz kardeşi evlenip, ana-babası vefat edince yalnız kalmış. O, bir ağaç gibi tek ve hür. Ve evlat bildiği ormanıyla kocaman bir aile... Hiç evlenmemiş: “Kısmet olmadı galiba. Belki de böylesi daha hayırlı oldu. Evlenmiş olsaydım, ağaçlara zaman ayıramayabilirdim. Hem hangi kadın, kocasının zamanını ağaçlarla geçirmesine izin verir ki?” Kim bilir, belki de bambaşka bir kıtada, bir kadın zamanını kocasıyla birlikte ağaç dikerek geçiriyordur.

Çorak araziyi ormana dönüştüren çift: Sebastião Salgado, Lélia Deluiz Wanick Salgado

Lélia, 90’ların ortasında kocasına “Bir orman dikecek miyiz?” diye sordu. Brezilyalı belgesel fotoğrafçısı Sebastião Salgado’nun cevabı “Evet!”ti. Çünkü 30 yıl önce işi için terk ettiği aile çiftliğini bıraktığı gibi bulamamıştı. Aslında çiftlik yemyeşil bir yağmur ormanı olan Minas Gerais bölgesindeydi. Fakat sadece yüzde 0,5’i ağaçlı kalmış, doğal hayat tamamen kaybolmuştu. Gözlerine inanamıyor, bu hastalıklı manzara onu çok üzüyordu.

Sebastião Salgado, Lélia Deluiz Wanick Salgado

İşte Lélia’nın ormanı tekrar canlandırma fikri tam o anda geldi. İlk bakışta imkânsız gibi görünen bu durum karşısında, insan eliyle yok olan ağaçlar, hayvanlar, sulak alanlar neden yine insan eliyle geri dönmesin diye düşündüler. Ve 1998 Nisan’ında “Instituto Terra”yı kurdular. Kâr amacı gütmeyen bu sivil organizasyon, eskiden Atlantik Ormanı ile kaplı, Brezilya'nın güneydoğusundaki en önemli Doce Nehri havzasını yeniden canlandırma ve sürdürülebilir kırsal kalkınma üzerine çalışmaya başladı. Minas Gerais kırsalındaki Aimorés şehri bir karar aldı: çevresel bozulmanın yok ettiği doğayı geri getirmek! İlk dikim, Aimorés Belediyesi’ndeki okullardan öğrencilerin katılımıyla Kasım 1999’da yapıldı. Salgado çifti enstitünün Özel Doğal Miras Rezervi (RPPN) olarak tanınması için harekete geçti. Ve ilk defa bu unvan 608,69 hektarlık bir çevre restorasyonu alanına verildi.

  • Ormanın restorasyonunda kaynakların korunması, uygulamalı bilimsel araştırmalar ve çevre eğitimi alanlarında projeler geliştiriliyor. Enstitü mali desteği; başta hükümet olmak üzere, özel sektör sponsorları, çeşitli ülkelerin vakıfları ve bireysel bağışçılardan sağlıyor. 2014 yapımı The Salt of the Earth belgeselinde, Salgado ve oğlunun modern uygarlık tarafından zarar görmemiş görkemli topraklara ziyaretlerini izlerken, aile hayatlarına ve 40 yıllık üretimlerine de şahit oluyoruz. Salgado çifti, Instituto Terra ekibiyle yavaş ama emin adımlarla ilk etapta 1,754 dönümlük ormanı ağaçlandırarak yeniden inşa etti. Onların sayesinde bugün Rio Doce’nin ortasındaki Atlantik Ormanı’nın binlerce hektarlık alanı iyileşme sürecine girdi.

Eskiden sığır çiftliği olan bu orman, artık yüzlerce flora ve fauna türüne ev sahipliği yapıyor. 293 tür ağaç, 172 farklı kuş, 33 çeşit memeli, 15 kertenkele ve sürüngen burada yaşıyor. Bu türler arasında soyları tükenmekte olanlar da var. Bölgeye bitki ve hayvanların yeniden getirilmesi orman ekosistemini zenginleştirirken, kurumuş kaynaklar da yeniden canlandı. Eskiden otlak olan artık orman… Eskiden sel ve kuraklıkla yok olan bir adanın, bir insanın çabasıyla orman olması da mümkündür, kim bilir dünyanın hangi kıyısında...

Kurak bir adayı ormanlaştıran adam: Jadav “Molai” Payeng!

Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Johrat’ta yaşayan fotoğrafçı Jitu Kalita, doğayı ve kuşları fotoğraflamak için Hindistan’ın en büyük nehirlerinden biri olan Brahmaputra’ya gider. Kıyılarında milyonlarca insanın yaşadığı bu nehir, her yıl Muson zamanı evlerin, tarlaların yok olduğu ve yüzlerce kilometre toprağın kaybolduğu bir yerdir. Bu durumdan en çok etkilenen ise nehrin Majuli Adası’dır. Burası, aslında 150 binden fazla insanın yaşadığı dünyanın en büyük nehir adası... Ne yazık ki 1917’den beri toprağının yarısından fazlasını erozyonda kaybeder. Kalita, adanın kurak bölgesinde fotoğraf çekerken uzaklarda bir orman gördüğünü sanır. Hayal olduğunu düşünse de o tarafa doğru yürümeye başlar. Ve kendisini sık ağaçlı büyük bir ormanın içinde bulur. Karşısında ise toprağa elindeki tohumları diken bir adam vardır: Jadav “Molai” Payeng!

Jadav “Molai” Payeng

Payeng’i, William Douglas McMaster’a 2014 Cannes Film Festivali’nde “En İyi Belgesel Ödülü”nü kazandıran Forest Man ile tanımış olsak da, onu ilk yerel gazetelerde haberleştiren Jitu Kalita’dır. McMaster’da belgeselde Kalita’yı anlatıcı olarak kullanır: “Jadav Payeng 1979’dan beri kurak arazinin ortasına tek başına bir orman dikiyor. Ormanı şu anda Central Park’tan daha büyük. İşte bu onun hikâyesi!”

70’lerin sonlarında yaşadığı o büyük seli, hayatını değiştiren işaret olarak kabul ediyor. O günlerde neredeyse çölleşen bölgede çok sayıda sürüngen, gölgesine sığınacağı bir ağaç bulamadığı için telef oldu. Jadav Payeng, henüz 16 yaşındaydı ve bu duruma çok üzülüyor, bir şeyler yapmak istiyordu. Köyün büyüklerine “Ya biz de bu yılanlar gibi ölürsek, o zaman ne yapacağız?” diye sordu. Yaşlılar ona güldü, elini açmasını söyledi ve avcuna 20 adet bambu tohumu sıkıştırıp şöyle dedi: “Öyle bir şey olmayacak, onlar için tek çözüm bir orman yapmak!”

  • Payeng, yaşlılardan aldığı tohumlarla orman müdürlüğüne gitti ve daha fazla ağaçlandırma yapamaz mıyız diye sordu. “Burada hiçbir şey kolay yetişmez, çok istekliysen bambu dikebilirsin!” yanıtını aldı.

İşte o gün, avucundaki 20 adet bambu tohumunu çorak Majuli topraklarına gömdü. Etrafını çitle çevirip onlara gözü gibi bakmaya başladı. Sonra hiç durmadı, birbirinden farklı bir sürü ağaç dikti. Her sabah daha erken kalktı, her gün daha çok çalıştı. Kalitesini artırmak için toprağa solucanlar gömdü, kırmızı karıncalar getirdi. Hayalinde türlü çeşit kuşların ve hayvanların barınağı bir orman yapmak vardı. O, 40 yılda hayallerinin çok ötesine geçti. Yerli halkın “Molai Sığınağı” dediği 600 hektarlık orman fil, gergedan, kaplan, geyik ve akbaba gibi yabani hayvanların göç yolu ve barınağı oldu.

Jadav “Molai” Payeng

Jadav Payeng, ailesiyle birlikte ormandaki evinde yaşıyor, geçimini beslediği hayvanların sütlerini satarak sağlıyor. Peyeng, okuldan arkadaşlarıyla kendi hayatını şu sözlerle karşılaştırıyor: “Aynı sırada eğitim gördüğüm arkadaşlarımdan 5 tanesi mühendis oldu, kendi inşa ettikleri manzaralı dairelerinde yaşıyor. Ben ise 35 senemi bu ormanda geçirdim. Bu da, benim hayattaki başarım!” Öğrencilerin eğitim-öğretim hayatı boyunca en az iki adet ağaç dikmesi, mezun olacakları zaman onlar yetişmişse diploma almaları gerektiğini düşünen Payeng için, dünyanın mühendislerden çok ağaçlara ihtiyacı var.

Payeng, Hindistan’ın Eski Başkanı A. P. J. Abdul Kalam tarafından Assam dilinde orman demek olan “Molai” ünvanıyla birlikte, ülkenin en prestijli ödülünü ve daha nicesini aldı.

Zenginlerin komünizmi
Nihayet

Fakat o, bunlar yerine adanın erozyon sorununu bitirecek fikirlerinin destek göstermesini istiyor. Ve kendisini en çok üzen şeyin, ormanında nesli tükenen hayvanların huzurunu bozan insanlar olduğunu söylüyor. Avcılar gergedan boynuzu ticareti için ormana tuzaklar kuruyor. Payeng bunların bazılarını kendi eliyle imha ederken, yetkililere haber vermeyi de ihmal etmiyor. Bir de, her yerde olduğu gibi Majuli’de de ağaçları kesip binalar inşa etmek isteyenler var. Jadav Payeng’in onlara mesajı çok net: “Doğada insandan başka bir canavar yok. İnsanlar geriye hiçbir şey kalmayana kadar her şeyi tüketiyor. Bu ormandan bir ağaç kesmek mi istiyorsunuz? Önce, beni kesmelisiniz!”