Bir şehri sevmek, aşka sebep aramaktır*

AYŞEGÜL TOZAL
Abone Ol

Mustafa Kutlu’nun Şehir Mektupları, ismini Ahmet Rasim’in kitabından almış. Ahmet Rasim, nasıl ki kendi döneminde her yönüyle İstanbul’unu anlatmışsa, gözlemlerini ve analizlerini sohbet havasında yazdıysa, Mustafa Kutlu da bu minvalde İstanbul’unu yazmış. Fark, hem zaman diliminde hem de dönemin İstanbul’larında. Ayrıca Ahmet Rasim hakiki İstanbulludur, Kutlu ise İstanbul’a Anadolu’dan gelen bir göçmendir, aslen Erzincanlıdır.

Mektup, fonksiyonu itibariyle iki özne arasında yapılan bir eylemdir ve tarih boyunca edebiyatın mihenk taşlarını ortaya çıkarması açısından önemi büyüktür. İlk örnekleri yazının bulunduğu tarihle yaşıttır.

  • Gerçi Eflatun’un, Sokrates’in, Demosthenes’in az sayıdaki mektuplarının, onların kaleminden çıkıp çıkmadığı da tartışılmaktadır. Herder’ın (1744-­1803)’in mektupları, “Briefe zur Beförderung der Humanität” (Hümanizme Destek Mektupları) deneme sayılacak mektuplara tipik örneklerdir. 1793-97 yılları arasında kaleme alınmış bu yazılar, aslında yazarın İnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine Düşünceler kitabının 5. bölümü için planlanmış ama yayınlanmamış, eserin odak fikirleri doğrultusunda mektuplardır.

Mektup özellikle Latin edebiyatında gelişip yaygınlaşmıştır. Bu alanda yazanların başında Cicero (MÖ 106-43) gelir. Dilimizde ilk Türkçe mektup örneklerinin bin yıl öncesine, Doğu Türkistan’daki Uygurlara ait olduğu söylenir.

Fuzûli’nin Leyla ile Mecnun’unda Mecnun’un Leyla’ya yazdığı mektubu manzum türünde mektuplara örnek verilebilir.

Şekil olarak eski zamanlardan beri kullanılmasa da, Şeyhî’nin Hüsrev-ü Şirin’inde Hüsrev’in Şirin’e ve Fuzûli’nin Leyla ile Mecnun’unda Mecnun’un Leyla’ya yazdığı mektubu manzum türünde mektuplara örnek verilebilir.

Ama özellikle XVII. yüzyılla birlikte gelişen bir tür olarak mektup, okuryazar oranının artması ve yazının artık kalabalıklar tarafından da kullanılmaya başlanmasıyla birlikte XIX. yüzyıla gelindiğinden büyük bir sıçrama yapmıştır.

Tanzimat edebiyatı ile birlikte mektup, gelişmeye başlamış, edebiyat camiasında yazarların arasında yaygınlaşan bir haberleşme aracılığı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle Abdülhak Hamit Tarhan ile Namık Kemal’in birbirlerine yazdıkları mektuplar, bu gelişmenin önemli ve tipik örnekleridir.

Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları

Ahmet Rasim’in “Şehir Yazıları”nın ilk örneklerini verdiği kitabı Şehir Mektupları, çoğunluğu Malumat gazetesinde yayımlanmış yazılarının daha sonradan toplanarak dört cilt olarak kitap hâline getirilmesiyle oluşmuştur. II. Abdülhamit dönemi İstanbul’unu araştırmak için kaynak niteliğinde olan eser, insan ile şehrin arasındaki bağı ortaya koyması açısından mühimdir.

Ahmet Rasim, kitabın önsözünde İstanbul’un “yaşanmış, ama yazılmamış bir şehir” olduğunu belirterek yazarların şehirle bağ kuramamasına içerler. Kendisi de Şehir Mektupları’nda İstanbul’u bir özne olarak görüp ona mektuplar yazar, sevgisini, heyecanını, umutlarını, anılarını anlatır.

Ahmet rasim, İstanbul’un “yaşanmış, ama yazılmamış bir şehir” olduğunu belirterek yazarların şehirle bağ kuramamasına içerler. Kendisi de “Şehir Mektupları”nda İstanbul’u bir özne olarak görüp ona mektuplar yazar, sevgisini, heyecanını, umutlarını, anılarını anlatır.

Mektuplar, Ahmet Rasim’in izlenimleri, özlemleri, heyecanları, beklentileri ve anılarından oluşur. Bir iç dünya anlatılarıdır denilebilir. Çünkü Ahmet Rasim, İstanbul’un iç dünyasında oluşturduğu dünyanın kapılarını açar bize mektuplarında. İçinde Ahmet Rasim’in yaşadığı dünyayı algılayan, yorumlayan, gözlemleyen ve seven bir duygu, düşünce dünyası vardır.

Şehir Mektupları’nın en önemli özelliği sohbet üslubuyla kaleme alınmış olmasıdır. Resmî bir üslubu yoktur, hikâyeler ve anılardan oluşur. Okura fıkra anlatılır, espri yapılır, muhabbet edilir, okurun İstanbul’la bağ kurmasına, uzakta dahi olsa şehrin içinde bulunmasına ve gezmesine zemin hazırlanılır. Mektupların özel bir başlığı belki bu yüzden yoktur, her mektubun başında numarası vardır.

Muhtemelen başlıkları olsaydı, özenle ve üzerinde durularak yazıldığı belli olurdu ama Ahmet Rasim, aslında bilerek bu yolu seçmiş. İçten ve doğal olmasını istediği için mektuplara başlık dahi koymamış, yazıldığı andaki doğasını koruyarak kitabına yerleştirmiş.Kitapta her mektubun bir duygusu, konusu ve anlatısı var.

  • Şehir Mektupları’nın en önemli özelliği sohbet üslubuyla kaleme alınmış olmasıdır. Resmî bir üslubu yoktur, hikâyeler ve anılardan oluşur.
  • Örneğin 1. mektupta bahardan, Adalar’dan, Şirket-i Hayriye Vapuru’ndan, Bakırköy Belediye Bahçesi’nden, çiçeklerden bahsederken,2. mektupta özellikle Haliç’ten, Sadabad’dan, Kâğıthane’den, Göksu’dan bahsederek Göksu gecelerini anlatıyor Ahmet Rasim. 3. mektupta misafirlikten bahsederken, 4. mektupta koşu, yarışma, güreş ve buna benzeyen eğlence ve oyunların tümünü anlatan “ispor” kelimesini anlatıyor yazar, ardından bisikletten uzun uzadıya bahsediyor. 5. mektupta göz ağrısı ve hekimin tedavi biçiminden söz ediyor, gözlük kullanmanın gerekliliğini belirtirken, gözlük fıkrası anlatıyor.

Şehir Mektupları İstanbul’un tüm güzelliğini ve hatta bakıp da göremediğimiz fark edemediğimiz zenginliğini anlatan, yazarının da bu anlatı biçimini mektup yoluyla okurlara sunan bir kitap. Ahmet Rasim’in engin kültürünü, deneyimlerini ve halkı aydınlatan çeşitli bilgi ve tecrübelerini de Şehir Mektupları’nda bulabiliyoruz.

Mustafa Kutlu’nun Şehir Mektupları

Mustafa Kutlu’nun Şehir Mektupları kitabı, ismini Kutlu’nun da belirttiği üzere Ahmet Rasim’in kitabından almış. Ahmet Rasim, nasıl ki kendi döneminde her yönüyle İstanbul’unu anlatmışsa, gözlemlerini ve analizlerini sohbet havasında yazdıysa, Mustafa Kutlu da bu minvalde İstanbul’unu yazmış. Fark, hem zaman diliminde hem de dönemin İstanbul’larında.

Ayrıca Ahmet Rasim hakiki İstanbulludur, Kutlu ise İstanbul’a Anadolu’dan gelen bir göçmendir, aslen Erzincanlıdır. Ama yılların birikimiyle (yaklaşık kırk beş sene) artık İstanbulludur denebilir, öyle derler ya büyükler, insanın memleketi doğduğu yer değildir, doyduğu yerdir.

Kitapta anlatılan İstanbul, zamanın azizliğine yenik düşmüş, kentsel dönüşümlerle ruhunu yitirmeye başlamış bir şehir.

Kendi kültür ve medeniyet zenginliklerinin farkında olamayan bizler, gittikçe medeniyetlere ev sahipliği yapmış İstanbul’un ruhunu da kaybetmeye başladık.

Hem tarihimize hem İstanbul’a hem de geleneksel dokumuza sahip çıkamayışımız, İstanbul’un ruhundan uzak nesillerin yetişmesine de zemin hazırlamakta. Kutlu, mektuplarında İstanbul’da özellikle plansız yapılaşmaya dikkat çekiyor, mimari yapılarımızın artık tenha yerlerde yer alışının önüne geçilmesi ve insanı merkeze alan bir anlayışla mimari çalışmaların yapılması gerekliliğinin altını çiziyor.

Mahalle kültüründen uzaklaşmanın sonucunda insanın yalnızlaşmaya başladığını belirten Kutlu, hızla plansız bir şekilde yapılan ve yaygınlaşan sitelerde, komşuluk ilişkilerinin olmayışına dikkatleri çekiyor. İnsanların oturup iki lafın belini kıracağı mekânlar, sohbet edeceği ve dertlerine derman olacağı ortamlar bir şekilde muhafaza edilmelidir. Bu açıdan Kutlu’nun gözlemleri, okura bir şehir bilinci de kazandırıyor.

Mustafa Kutlu’nun Şehir Mektupları kitabı, ismini Kutlu’nun da belirttiği üzere Ahmet Rasim’in kitabından almış. Ahmet Rasim, nasıl ki kendi döneminde her yönüyle İstanbul’unu anlatmışsa, gözlemlerini ve analizlerini sohbet havasında yazdıysa, Mustafa Kutlu da bu minvalde İstanbul’unu yazmış. Fark, hem zaman diliminde hem de dönemin İstanbul’larında.

Mimari yapılarımız, camilerimiz, tekkelerimiz, türbelerimiz, ev ve konaklarımız velhasıl geçmişten devraldığımız kültür mirasımızı düşünüyor Kutlu. Toplumda insanların yüzlerini bile artık göremediğini, ağız tadıyla kavga bile edemediğini, şehirlerimizin değişimiyle birlikte insanlarımızın da değiştiğini, şehirlerimizi kaybetmekle insanlarımızı da kaybettiğimizi anlatıyor.

Sonuçta konuştuğumuz dili de etkiliyor şehrin ruhu, şehrin ruhunu kaybedersek, şehrin büyüsü gizemini yitirirse, bu durum konuştuğumuz dili de etkileyecektir. O yüzden Kutlu’nun kitabından sadece şehir planlamacıları, mimar ve mühendislere pay çıkmıyor, şehirde yaşayan herkeste olması gereken sorumluluk bilincinden bahsediyor Kutlu.

Her şehrin bir silüeti vardır ve o şehir o silüeti, o silüet o şehri çağrıştırır. İstanbul’un da bir silüeti var. Bu silüet İstanbul’un kimliğidir aynı zamanda. Nasıl ki Selimiye dediğimizde Edirne demesek de kafamızda hemen bir Edirne fotoğrafı canlanıyorsa, İstanbul denilince de İstanbul’u İstanbul yapan değerler gözümüzün önüne geliyor. İstanbul’un silüeti bozuluyor tartışmaları yaşandı son zamanlarımızda. Kutlu, bu tartışmalar yaşanmadan haber vermişti aslında kentsel dönüşüm planlamalarının İstanbul’dan götürdüklerini…

Silüet tartışmaları, kentsel dönüşüm tartışmalarının hem zirvesi oldu hem de görüntü olarak ortaya çıkan, en rahatsız edici boyuta ulaştı. Geleneğin sahiplenicisi olmayı yeğleyen Kutlu’nun Şehir Mektupları, kentsel dönüşüme dair gözlemleri tam da bu zamanda yeniden gündeme getirilmeli. Turgut Cansever gibi insanı merkeze alan yapılar üreten mimarlarımızı yeniden okumalı. Şehrin ruhuna sahip çıkmalı.

*Ahmet Hamdi Tanpınar