Bir şeyleri inşa etme hayaline sınır çizemeyiz!

KÜBRA KURUALİ YAŞAR
Abone Ol

Milyonlarca gencin üniversite tercihini belirleyeceği günlerde mesleklerin değişimi ve dönüşümü üzerine bir dosya yapmaya karar verip başlıkları belirledikten sonra bayram iznine çıktık. Ahmed Karamuhammed ile izindeyken gittiğim memleketim İnebolu’nun sokaklarında karşılaştım. Zanaat üzerine sohbet ederken asıl mesleğinin eğitmenlik olduğunu ve bir süre önce akademideki görevinden ayrılıp ailesiyle İnebolu’ya yerleştiğini öğrenince çocukluğuna, eğitimine, eğitmenliğine ve zanaata olan merakına dair hasbihâl etmeye başladık. Sohbetimize buyurun siz de ortak olun.

Uludağ İlahiyat Fakültesi’nde Arapça Eğitmenliği yaparken bırakıp bu atölyeyi açıyorsunuz. Zanaata olan ilginiz ne zaman başladı? Bize hikâyenizi anlatır mısınız?

Hikâyeye en baştan başlayacağım çünkü bu ilgim çocukluğumla direkt bağlantılı. Biz aslen Hataylıyız. Büyük dedelerim Nakşibendi dervişlerinden. 1920’lerden sonraki bazı inkılaplardan ötürü Hatay’ı terk etmek zorunda kalmış; Afrin, Halep, Humus üzerinden Şam’a göç etmişler. Oradan da Filistin’e geçip savaşın ortaya çıkardığı karışıklıklardan ötürü yine Şam’a dönmüşler. Babam Şam’da büyümüş, evlenmiş. Ben de Şam’da büyüdüm.

Biz küçükken güneşten korunmak için şapka taktığımızda dedem ve anneannem çok sinirlenirdi. Biz bu şapkayı takmayacağız diye vatanımızı terk ettik, derlerdi. Nice insanı bu şapka için öldürdüler biz de buralara yayan geldik diye anlatırlardı.

Çok şanslıyım ki dedemin annesini bile gördüm. Çocukluğumun geçtiği sokak o kadar güzeldi ki… Marangozlar, oymacılar, cam üfleyiciler, dökümcüler…

Farklı zanaatların olduğu bir sokakta büyümek çocuk Ahmed için ne ifade ediyordu? Anlatırken bile heyecanlandığınıza göre sizi çok etkilemiş olmalı…

El becerimin gelişmesinde en büyük motivasyonum ve desteğim annemdir.

Benim için büyüleyiciydi. Mesela çömlekçiler vardı. Onların yanına gider, kırık tabak ve süsleri almak için izin isterdim. Tamir etmek için bir miktar da hamur verirlerdi. Tamir ettiğim her eşyayı anneme hediye ederdim. Annem işlevsel ya da estetik olmasa bile hediyelerimi o kadar sevinerek alırdı ki ben de her seferinde daha çok eşya yapmak isterdim. El becerimin gelişmesinde en büyük motivasyonum ve desteğim annemdir. Bana hiç kızmazdı. Dışarıda bir ahşap görsem alıp eve götürürdüm. Bir süre sonra böyle şeylere merakım komşularımızın da dikkatini çekti. Nerede bozuk, tamir edilecek ya da hiç tamir edilmeyecek bir eşya ya da makine varsa bizim eve getirdiler. Ben de tamir edip onlara geri verdim. Lise yıllarımda yine elime geçen eskimiş sepetleri tamir eder, sokağımızdaki sepetçilere satardım. Türkiye’de bu sepetleri atıyorlar ama bizde çok değerlidir.

Bir marangozun yanına girip çırak olarak çalıştınız mı?

Nerede bozuk, tamir edilecek ya da hiç tamir edilmeyecek bir eşya ya da makine varsa bizim eve getirdiler. Ben de tamir edip onlara geri verdim.

Hayır. Ama sokaktaki tüm marangozların nasıl çalıştığını uzun uzun izledim. Görerek, artan parçalarla kendim bir şeyler yapmaya çalışarak, deneyimleyerek öğrendim.

Evimizin iki sokak aşağısında sekiz on kadar marangoz vardı. Birinci marangoza gider, küçük bir ahşap beğenir, almak için izin isterdim. Onun üzerine bir şekil çizer, bir sonraki marangoza gider, “Bunu keser misiniz?” derdim. O da bir çocuğun ricasını kırmaz, keserdi. Kız kardeşim küçüktü, ona sokaktaki tüm marangozların desteğiyle oyuncak beşik yapmıştım. Biri kesti, diğeri vidaladı, bir diğeri yapıştırdı. Marangozların arka sokağında da mobilya boyacıları vardı, onlar da boyadı. Eve getirip kardeşime hediye ettim.

Okul hayatınızdan bahseder misiniz? Nasıl bir eğitim aldınız?

Suriye’deki devlet sisteminde okullar farklı olduğu için ailem beni anaokulundan üniversiteye kadar özel okula gönderdi. Bunun çok faydası oldu, kaliteli bir kadrodan eğitim aldım. Hocalarım çok yönlü ve birikimli insanlardı. Suriye’de medrese eğitimi de aldım. Oradaki medreseler Türkiye’deki gibi değil. Sadece dinî eğitim verilmiyor. Aynı anda coğrafya, fizik, kimya, tarih, İngilizce de öğreniyorsunuz. Bizim medreselerimiz altı yıl sürüyor. Ben medreseyi liseyi okurken okudum. Bu sayede iki tane lise bitirmiş oldum. Biri sosyal bilimler ağırlıklı lise, diğeri de fen lisesi.

Evliliğe niyet edince yüzüme kapanan tüm kapılar açıldı

Türkiye’ye üniversite okumak için mi geldiniz?

Sokaktaki tüm marangozların nasıl çalıştığını uzun uzun izledim. Görerek, artan parçalarla kendim bir şeyler yapmaya çalışarak, deneyimleyerek öğrendim.

Türkiye’ye 2011 yılında Ankara Gazi Üniversitesi Arapça Öğretmenliği Bölümü’nde okumak için geldim. Aslında Mısır’a gitmek istiyordum. Ama dedelerim Türkiye’den göçtüğü ve Ankara’da arkadaşlarım olduğu için kararımı değiştirdim. Savaş henüz şiddetli değildi. Ailem orada yaşıyordu. İlk yıllarım zor geçti. Birçok yere başvurdum, hiçbirinden burs alamadım. Annemle babam da para gönderemiyorlardı. Hatay’da akrabalarımız vardı ama dayım, amcam gibi yakın değildik. Arayıp bir şey isteyemiyordum. İyi ki de istememişim çünkü ne zaman bir kula sırtını dayarsan mahcup olursun. O yıllarda fark ettiğim bir durum da yolculukta yolcunun duasının neden makbul olduğuydu. Çünkü herkesten uzak, yalnız, kalbinizin saf ve temiz hâliyle Allah’a yaklaşıyorsunuz. Benim için de bu hâl Ankara’dayken vardı. Yalnızdım ve Allah’a güvendim. Sağ olsunlar arkadaşlarım yardım ediyordu. Sonra Allah karşıma ekmeğimi kazanabileceğim bir zanaat çıkardı.

Hangi zanaattı o?

Evliliğe niyet edince yüzüme kapanan tüm kapılar açıldı.

Altındağ Belediyesi’ne bağlı Hamamönü’nde dericiler olduğunu gördüm. Kiloyla satıyorlardı. Cebimde 60 liram vardı, 20 liralık aldım. Makasla kesip biçerek telefon kılıfları yapmaya başladım. Kılıfın ortasına elif, vav gibi Arap alfabesinden harfler yazıyor, lale çiziyordum. Arkadaşlarım, dostlarım almaya başladı. Öğrenciyken yavaş yavaş harçlığımı çıkarmaya, aileme de para göndermeye başladım. Bunun haricinde Ankara’da ne kadar dil kursu varsa Arapça öğretmenliği için CV bıraktım. Ana dilim Arapça olmasına rağmen birçoğu yaşımı küçük bulup almadı. Okulum devam ediyordu, eşimle üniversitede tanıştık ve evlenmeye karar verdik. Masraflar için birkaç kişiden borç isteyecektim ki neredeyse iki yıl önce başvurduğum birçok kurs, öğretmenlik için bana geri dönüş yaptı. Evliliğe niyet edince yüzüme kapanan tüm kapılar açıldı. Hastanelerde, Ankara’ya gelen iş adamlarına ve turistlere tercümanlık yaptım. Gece gündüz çalıştım kimseye muhtaç olmadım. Resmen Allah gönderiyor. Mezun olduğumuzda ilk çocuğumuz dünyaya gelmişti. Diplomayı almaya onunla gittik. Akabinde eşim öğretmen olarak Bursa’ya atandı ve oraya taşındık.

Sizin Uludağ İlahiyat’taki göreviniz o zaman mı başladı?

Aslında hemen değil. Bursa’da da tüm dil kurslarına başvurmuştum. Neredeyse altı ay hiçbir olumlu dönüş alamadım. Ben de evde çocuğumuza baktım. Bir gün İlahiyat Fakültesi’ni ziyarete gittim. Yaz sonlarıydı, okulda ne öğrenci ne de hoca vardı. Dolaşırken Suriye’de birlikte medrese okuduğumuz Yusuf Bulutlu diye bir arkadaşımla tevafuken karşılaştık. Orada görevliymiş. Sohbet ederken hazırlık sınıfları için bir Arap hoca aradıklarını, benim de başvurmamı söyledi. Aklımda hiç fakülte yoktu. Böylece önümde yeni bir kapı açıldı.

Bursa’da düzeninizi kurmuşken İnebolu’ya neden geldiniz?

Bu kibirden değil, ilmin ağırlığından. İlim için zahmet çekecek ki bir seviyeye gelsin.

Eşimin zorunlu şark hizmeti yapması gerekiyordu. Kastamonu bu hizmetin içindeymiş. Kendi memleketi olduğu için burayı yazdık ve İnebolu’ya tayini çıktı. Ben de ailemi yalnız bırakmamak için fakültedeki görevimden ayrıldım. Buraya taşındıktan sonra bir süre yine evde çocuklarla ilgilendim. Öğretmenlik sadece bir fakültede, bir okulda yapılmaz. Burada da öğretmenim. İsteyenlere özel ders verdim. Arapça öğrenmek isteyen herkesi bir şartla kabul ediyorum: sürekli gelecek. Küçük, büyük fark etmez, kendileri gelecekler. Bu kibirden değil, ilmin ağırlığından. İlim için zahmet çekecek ki bir seviyeye gelsin. Dili her öğrenciye kendi hedefine ve seviyesine göre anlatmak gerekiyor. Dolayısıyla herhangi bir dili öğrenmek isteyen önce hedefini belirlesin ve ona göre ilerlesin. Türkiye’de dil öğretimindeki en büyük sorun, mesela ticaret için Arapça öğrenmeye gelen birini bile dil bilgisinden başlatmak. Tüccar ne yapacak dil bilgisini, ona pratik konuşma lazım. Harcadığı zamana yazık. Grameri öğrenmek yerine kendi işini halledecek kadar konuşmayı öğrenmeli.

Kendi kültürümüze dair eğitsel oyuncaklar yapıyorum

Bu atölyeyi ne zaman açmaya karar verdiniz?

Bursa’da fakültede çalışırken bir hobi atölyem vardı. Bu makinelerin bazıları o zamandan. Çocuklarımızın tüm oyuncaklarını, odalarını kendim yaptım. Buraya ilk geldiğimde de dükkân bulmakta zorlandım. Sonra burası şansım oldu. Üst kattaki odalardan birini ofis, diğerini kargo, bir diğerini depolama, son ikisini de kaba boyama ve stüdyo olarak kullanıyorum.

Genellikle eğitsel oyuncaklar mı yapıyorsunuz?

Çocukların ara renkleri fark etmesi için pastel renkleri tercih ediyorum.

Çocuklarım olduktan sonra eğitsel ve dil materyali olacak oyuncaklar yapmayı önceledim. Piyasada çok fazla plastik oyuncak olması da beni ahşap oyuncak üretmeye mecbur etti. Doğal ahşap varken plastiğe neden gerek duyalım! Yaptığım ürünlerde asla kimyasal maddeler kullanmıyorum. Kendi ürettiğim balmumu vernikler ve uluslararası sertifikalı boyalar kullanıyorum. Çocukların ara renkleri fark etmesi için pastel renkleri tercih ediyorum. Yaptığım oyuncakları küçük, orta ve büyük olmak üzere üç boyutlu tasarlıyorum ki algıları genişlesin, kıyaslamalar yapabilsinler.

Atölyeye giren ahşap bir malzeme kargo yapılana kadar sadece sizin elinizden mi geçiyor? Bir çırağınız, yardımcınız yok mu?

Tüm aşamalar benim elimden geçiyor. Önce ham ahşabı alıyor, onu temizliyor, sonra da yapacağım tasarımı çiziyorum.

Çırağım yok. Sadece bu yaz zaman geçirmek için gelen bir öğrenci var. Tüm aşamalar benim elimden geçiyor. Önce ham ahşabı alıyor, onu temizliyor, sonra da yapacağım tasarımı çiziyorum. Daha sonra kesip zımparayla temizliyorum. Hayal gücünü geliştirsin diye renklendiriyorum. Deniz olarak kullansın, mağara yapsın, güneş gibi olsun… Birçok parça aynı zamanda denge oyunudur. Bu da çocuğun parmaklarını daha iyi kullanmasını ve ilkokula gittiğinde daha iyi yazabilmesini sağlar. Hem Montessori, Waldorf gibi yaklaşımların oyuncaklarını hem de kendi kültürümüze dair eğitsel oyuncakları yapmaya çalışıyorum.

Ayasofya Camii’ni ve Kubbetu’s-Sahra’yı yapacağım

Örnek verebilir misiniz?

Çocuklarım konuşmaya başladıklarında onlara Arap harflerini öğretmek için tasarlamıştım harf tablasını.

Kuş evli camiler, bazı Osmanlı eserleri, Kâbe ve Hacılar seti, Dokunsal Arapça Harf Tablası… Çocuklarım konuşmaya başladıklarında onlara Arap harflerini öğretmek için tasarlamıştım harf tablasını. Dokuz aylıkken çocukların özellikle dokunsal hissi çok yüksektir. Parmakları değdiğinde harfi hisseder. Bu oyuncakla ilgili küçük bir kitapçık da yaptık. Ebeveynlere yönelik böyle eğitim materyallerine ihtiyaç var. Yakında Allah’ın izniyle Ayasofya Camisini ve Kubbetu’s-Sahra’yı yapacağım. Ayasofya yaklaşık yüz yirmi beş parçadan oluşacak.

Başladınız mı çalışmaya?

Şimdi, ahşaplar dışarıda kuruyor. Fırına koymuyorum, özellikle ıhlamur ağacı fırınlanırsa rengi koyulaşır. Osmanlı döneminde yapılarda boyalı taşlar göremezsiniz, ben de camileri doğal hâliyle bırakıyorum. Ihlamur ağacıyla çalışmayı çok seviyorum. Çünkü damarlarını rahatlıkla görebilirsiniz. Ağacın içinin nasıl böyle yuvarlanıp gittiğini çocukların da fark etmesi gerekir.

Şimdi sizinle ıhlamur ağacından bir cami inşa ettik. Özelliklerini biraz anlatır mısınız?

Bu oyuncağı ana malzemesinin ıhlamur ağacı olması sebebiyle Büyük Ihlamur Cami diye adlandırdım. Siz de fark etmişsinizdir bu malzeme hem hafiftir hem de açık renklidir. Küçük çocuklar rahatlıkla tutabilir. Yedi yaş altı olanlar bazen ellerine aldıkları şeyleri fırlatırlar. Hafif olduğu için zarar vermez. Türk kültürüne uygun bir cami olsun diye iki şerefeli minare yaptım. Özellikle çocuğun dokunma hissi gelişsin diye üstünde tırtıklar var. Hem sivri hem de yumuşak tarafı var ki ikisi arasındaki farkı anlayabilsin. Bir de şimdiden bir cami inşa etmeyi hayal edebilsin. Çünkü bu sadece bir cami değil. Aynı zamanda eğitim yapılan bir medrese, mimari bir eser. Minare ve kubbeyi kullanmadan diğer parçalarla bir kale ya da kule yapabilir. Hayal gücüne kalmış…

Türk kültürüne uygun bir cami olsun diye iki şerefeli minare yaptım.

Kâbe’nin tıpatıp küçültülmüşünü yaptım. Çocuk bununla oynayarak büyüsün ve Kâbe’ye gittiğinde aynı hisleri canlansın, çocukluğuyla da bir bağ kursun, O’na daha çok yaklaşsın. Ayrıca Kâbe’yi tek parça yaptım. Çünkü Kâbe yıkılıp yeniden inşa edilemez. Bu Kâbe’ye özel bir durumdur. İnancımıza göre bu durumun bir felsefesi var ve çocuk bunu oynarken hissetmeli.

Birlikte inşa ettiğimiz bu camiyi hangi yaş grubu için yaptınız?

Bebek bir şeyleri elinde tutmaya başladığı andan yüz yaşa kadar herkes için. Bir sınır koymuyorum. Çünkü bir şeyleri inşa etmenin hayaline sınır çizemeyiz. Çocuklar ebeveynleriyle, büyük anne ve büyük babalarıyla rahatlıkla oynayabilirler.

Sadece Instagram’daki Zanaat Çocuk sayfanızda paylaştığınız oyuncaklardan mı sipariş verebiliyoruz? Kişiye özel tasarımlar da yapıyor musunuz?

Instagram sayfasındaki oyuncakları sipariş ederken verniksiz ya da renksiz isteyebiliyorlar. Nadir de olsa özel siparişler geliyor. Örnek bir oyuncağın fotoğrafını gönderiyor ve aynısını yapmamı istiyor. Eserin telif hakkı olabileceği ve o kişinin özel isteği olduğu için bu çalışmaları sayfamda paylaşmıyorum.

Çocukluğunuzdan başlayıp zanaata olan ilginizi anlatırken birçok kişiyi izleyerek öğrendiğinizden bahsettiniz. İlgi alanınızı şekillendiren, örnek aldığınız ve hayran olduğunuz bir usta oldu mu?

En son Bursa’da Diyarbakırlı bir ahşap ustası ile tanıştım: Cemal Neccaroğlu. Soyadı Arapçada marangoz demek. Rendelemek fiilinden gelir. Dört kuşaktır marangozluk yapıyorlar. Bin metrekarelik bir atölyesi var. Onun gibi marangoz, eğitimci görmedim. Kim gelirse gelsin, ne isterse istesin nasıl kesileceğini tarif eder. Bunu buraya koyacaksın, şuradan tutacaksın, keserken şuna dikkat edeceksin diye hiç yorulmadan anlatır. Onunla daha çok vakit geçirmek isterdim.