Çalınan hafıza, uydurulan tarihYemen’in el yazmaları

ZELİHA ELİAÇIK
Abone Ol

Iraklı şair Emel Cuburi’nin, Iraklı bir sanat eseri uzmanı ile yaptığı Berlin Müzesi’ndeki ziyaretten basına yansıyan fotoğraf, “Çaldılar seni ey Irak” başlığıyla medyada büyük ilgi görmüştü. Zira Berlin Devlet Müzesi’ni ziyaret eden şair ve yanında bulunan arkeolog, tesadüfen Irak’tan çalınan tarihî bir eseri karşılarında görünce hıçkırıklara boğulmuşlardı. Öteden beri devam eden tarihî eser kaçakçılığının bir sonucu olarak yazma eserler yerlerinden edilip farklı coğrafyalara dağılarak bağlamından kopartılıyor. Avrupa ve Amerika kütüphaneleri on binlerce Doğulu yazma eseri bünyesinde barındırıyor. Son dönemde Arap coğrafyasında esen bahar rüzgârları, bu ülkelerde tozu toprağa katmakla kalmadı, aynı zamanda burada bulunan tarihî el yazmalarını da kimi istikameti belli, kimi zaman da menzili meçhul yolculuklara savurdu.

El yazmalarının bu hüzünlü yolculuğu nasıl gerçekleşiyor? Eserler hangi yollarla bu ülkelere geliyor? Kimi binlerce kimi yüzlerce yıllık zamana direnen bu tozlu sahifeleri köklerinden kopararak başka topraklara eken, savuran eller kimin? Amaçları ne? Bu yazma eserleri kendine mal eden ülkeler ne kazanıyor, onları kaybedenler aslında neyi kaybetmiş oluyor?

Şark coğrafyasında el yazmaları deyince akla gelen ilk ülke Yemen’dir.

Şark coğrafyasında el yazmaları deyince akla gelen ilk ülke Yemen’dir. Arap coğrafyasında en çok el yazmasına sahip olmasıyla maruf olan Yemen, üç ilahi dine ve bunların farklı mezheplerine beşiklik yapmış olması hasebiyle zengin el yazmaları konusunda ciddi bir çeşitlilik sergiliyor.

Modern dünyadan izole olmuş coğrafi konumu nedeniyle bu dinî ve kültürel geleneklerin âdeta dondurulduğu ve muhafaza edildiği bu topraklarda, hâlen keşfedilmemiş nice el yazmasının bulunduğu biliniyor.

El yazması eserler bilindiği gibi sadece yazıldıkları dönemin ilmî ve kültürel iklimini yansıtmakla kalmazlar, aynı zamanda bu eserlere yer yer düşülen haşiyeler, yapılan eklemeler ve isnad metinleri sayesinde eserin yazıldığı dönemlerde, âlimler ve farklı ilim okulları arasındaki bağlantı ve etkileşimleri de gösterirler.

Bunun yanı sıra özellikle hanedan ve sultanlara sunulmak üzere kaleme alınan kıymeti yüksek yazmalar, içerdikleri minyatür ve işlemelerle bir estetik ve sanat zevkinin de tevarüsünü sağlamaktadır. Bu nedenle yazma eserlerin peşine düşen meraklı araştırmacılar kadim bir ilmî mirası da keşfetmiş olurlar.

Yemen’ın hazineleri: Yahudi yazmaları, ilk dönem mushaflar ve Zeydî geleneği

Yemen Millî Kütüphanesi ziyaretim sırasında odalar dolusu Osmanlıca gazete ve belgeleri metruk vaziyette görmüş, burada bir çalışma olup olmadığını sorduğum müze müdürü, bu eserlerin tasnifi için iki personelini Osmanlıca eğitimi almak üzere Türkiye’ye gönderdiklerinden bahsetmişti.

Yemen’deki el yazmalarını kısaca İslam öncesi döneme ait olanlar (bunların içinde İncil, Tora ve bu gelenekten tevarüs eden diğer el yazmaları da mevcuttur), İslam döneminden kalma eski Kur’an mushafları ve fıkıh, tefsir vb. eserler şeklinde tasnif etmek mümkündür.

Bunların dışında Yemen’de üzerinde pek çalışılmadığı bilinen, Osmanlı hâkimiyetindeki dönemden kalma Sultan Abdülhamid’e ait mektupları da içeren binlerce gazete ve belgenin bulunduğu Osmanlı arşivi de mevcut.

“Irak’taki binlerce yazma eser ve tarihî vesika Batı’ya kaçırıldı”
Nihayet

Nitekim Yemen Millî Kütüphanesi ziyaretim sırasında odalar dolusu Osmanlıca gazete ve belgeleri metruk vaziyette görmüş, burada bir çalışma olup olmadığını sorduğum müze müdürü, bu eserlerin tasnifi için iki personelini Osmanlıca eğitimi almak üzere Türkiye’ye gönderdiklerinden bahsetmişti.

Yemen’de bulunan yazma eserler, büyük oranda Sana’da “Cami-i Kebir” içinde bulunan “Daru’l-Mahtutat” içerisinde muhafaza edilmekte ve yazmaların bakım ve restorasyon işlemleri de bu merkezde yapılmaktadır.

Daha ziyade fıkıh ve tefsire dair ilmî eserleri bünyesinde barındıran merkezde ilk dönem mushafların toplandığı bir Kur’an el yazmaları bölümü de bulunmaktadır.

1972 yılında Sana Ulu Camii’nin onarımı esnasında tesadüfen bulunan ve sonradan büyük tartışmalara neden olan Hicazi hat ile yazılmış 7. yüzyıla ait Kur’an’a ait nüshalar da burada muhafaza edilmektedir.

Babil sürgünü ve sonrasında Mezapotamya’dan bu bölgeye göç eden Yahudiler, yanlarında getirdikleri kutsal emanetler, yazmalar ve yazıtlar, Yahudi Himyar Krallığı’na beşiklik yapmış Yemen’i Yahudiliğin en eski sözlü ve yazılı geleneğinin toplandığı merkezlerden biri hâline getirmiştir.

Özellikle Kuzey Yemen’de Zeydî kabilelerin himayesinde korunaklı bir hayat yaşayan Yemen Yahudileri dinî geleneklerinin yalnızca sözlü ve pratik hâllerini değil, başta Tora olmak üzere yazılı geleneğini de itina ile muhafaza etmişlerdir. Yemen Yahudileri bu kaynaklara olan vukufiyetleri sayesinde, günümüz İsrail’inde dahi tartışmalı dinî konularda başvurulan bir karar merci konumuna yükselmişlerdir.

19. yüzyılın ortalarından beri Yemen’den İsrail ya da Avrupa’ya göç eden Yahudiler yazılı geleneklerini de yanlarında götürmüşlerdir. Hatırlanacağı gibi bu göç dalgasının son halkasında giden son Yahudi gruplar, yanında götürdükleri Toralarla Netanyahu ile poz vermişlerdi. Farklı dönemlerde yaşanan göçlere rağmen Yemen’de hâlâ İslam öncesini haiz pek çok Yahudi ve Hristiyan geleneğe ait yazma eserler bulunduğu tahmin edilmektedir.

Kuzey Yemen’de Zeydî kabilelerin himayesinde korunaklı bir hayat yaşayan Yemen Yahudileri dinî geleneklerinin yalnızca sözlü ve pratik hâllerini değil, başta Tora olmak üzere yazılı geleneğini de itina ile muhafaza etmişlerdir.

Yemen’in bir el yazmaları cenneti olduğu biliniyor. Ancak bu yazmaların pek çoğu kayıt altında bulunmuyor. Yemenli araştırmacıların verdikleri bilgilere göre tahmini olarak yazmaların sadece yüzde 45’i kayıt altında, kalan yazmalar ise aşiretlerin ve köklü ailelerin evlerinde veya mescidlerde saklanıyor. Bu yüzdendir ki Yemen’de özellikle hâlen el değmemiş bakir bir bölge olan Hadramavt havzası ya da Zeydî kabilelerin hâkim olduğu kuzey dağlık bölgelerde gezerken ya da araştırma yaparken her an bir yazma eserle karşılaşabilirsiniz.

Nitekim Yemen’de bulunduğum dönemde Taiz şehrinde bir müzeyi gezerken yazmalara olan ilgimi fark eden iki görevli ellerinde değerli yazma eserler bulunduğunu söyleyerek beni evlerine davet etmişlerdi. Yanımda bulunan Amerikalı arkadaşımla birlikte yazma eserlere olan merakıma yenilerek bu iki adamın peşinden iki katlı eski bir eve girdik.

Perdelerin kapalı olduğu odada pencereden dışarıyı kolaçan eden aile üyelerinden biri, bizi yerdeki divana buyur ettikten sonra bir sandık getirerek, içinden örtülere sarılı 3-4 eski Kur’an mushafı çıkardı. Bana bunların aileden kalma eserler olduğunu ancak uygun fiyat ödendiği takdirde mushafları satabileceklerini söylediler.

Ebatları orta, büyük ve küçük olarak değişen mushaflardan birisinin üzerinde yer alan müze kayıt mührü gözümden kaçmadı ve müze görevlilerinin bu nüshayı müzeden aldıklarını anladım. Her ne kadar bu eski el yazması mushaflar beni büyülemiş olsa da içimde ukde kalacaklarını bile bile bu yasak teklifi reddettim.

Benzer bir deneyimi de Hadramavt bölgesini ziyaretim esnasında üzerinde hâlâ Davud yıldızı bulunan eski bir mescidi gezerken yaşadım. Orada gördüğüm Kur’an-ı Kerim öyle güzeldi ki “Ne güzel bir hatıra olurdu” diye latife ettiğim mescid görevlisi, “Bin altın verseniz yine olmaz, vakıf malı satılamaz” diye karşılık vermişti.

Seyyahlar, oryantalistler, tüccarlar işgalciler ve hainler: El yazması haramileri

19. yüzyılın ortalarından beri Yemen’den İsrail ya da Avrupa’ya göç eden Yahudiler yazılı geleneklerini de yanlarında götürmüşlerdir.

Şark coğrafyası çok sayıdaki yazma esere sahip olması nedeniyle, bu eserler uzun süre âdeta normal matbu kitap gibi görülmüşlerdir. Benim tecrübe ettiğim bu küçük maceralardan anlaşıldığı gibi pek çok yazma eser özellikle bunlara yüklü para verebileceği düşünülen Batılı araştırmacı ya da seyyahlara satılıyor. Elbette bu, her zaman böyle tesadüfi karşılaşmalarla olmuyor.

Ancak bu coğrafyaya matuf siyasi hedef ve bunun beslediği kültürel merak, Batılı seyyah ve şarkiyatçıların bu eserlerin maddi ve ilmî değerini çok daha erken dönemde fark etmelerine neden olmuş ve onlara sağlanan maddi imkânların verdiği kolaylıkla bu bölgelere sık sık seyahat etmişlerdir. Henüz 17. yüzyılda özellikle İngiltere ve Hollanda’da bizzat el yazmaları toplamak amacıyla Doğu coğrafyasına seyyahlar gönderildiği bilinmektedir.

19. yüzyılın başlarından itibaren Batılı bazı bilim akademileri ya da üniversiteler, araştırmacıları hem haritalandırma yapmaları hem de el yazmalarını toplamaları amacıyla Doğu’nun göz bile değmemiş bu bakir bölgelerine göndermekteydiler.

Erken sayılabilecek yaşta Arapça öğrenmeye başlayan ve toplamda altı yıl kaldığı Yemen’e 1882-1894 yılları arasında dört ziyaret gerçekleştiren Avusturya Yahudilerinden Eduard Glaser bunların öncüsü sayılabilir. Berlin, Londra ve Fransa kütüphaneleri, ellerinde bulunan toplamda 1032 Yemen’e ait yazma eser, yazıt ve kitabeyi bu gayretli şarkiyatçıya borçludur.

Yahudi kökenlerini gizleyerek kendisini “Hüseyin Abdullah Al Biraki” ismiyle Müslüman bir fakih olarak tanıtmasının, şarkiyatçının el yazmalarına ulaşmasını kolaylaştırdığı muhakkak. Şarkiyatçı Glaser, elbette Yahudi kutsal metinlerinde geçen Saba memleketinin ve Mağrib’in izini sürmek ve bulmak için buraya geldiğini kimseye söylemiyordu.

Ancak gezisinin sonunda elde ettiği el yazmalarını ve Hadramavt-Mekke arasındaki bölgeleri haritalandırdığı çizimlerini hep Yahudi kutsal metinlerinde okuduğu kıssaların izini sürmek için kullandı.

  • Glaser, Yemen’in köklü kültüründen çok etkilenmiş ve bir Yahudi devleti için en güvenli vatanın Yemen olduğuna kanaat getirmişti. Ancak bu teklifi, çalışmalarını taltif eden arkadaşı Theodor Herzl tarafından “gerçekleştirilemez” bulunarak reddedildi.

Glaser’in koleksiyonunda bulunan 12. ve 13. yüzyıla ait eserlerin bazısı sadece tek nüsha ve bunları kütüphane dışında başka bir yerde bulmak mümkün değil. Glasser’in koleksiyonunun yanı sıra, Yemen dışında ihtiva ettiği 1.700 Yemen yazma eseriyle Milan’da bulunan Biblioteca Ambrosiana Kütüphanesi en büyük Yemen yazma eserler koleksiyonuna sahiptir. İtalyan tüccar Guisappe Caprotti, topladığı yazmaları 20. yüzyıl başlarında bu kütüphaneye hediye etmiştir.

Biblioteca Ambrosiana Kütüphanesi en büyük Yemen yazma eserler koleksiyonuna sahiptir.

Günümüzde özelllikle Berlin Devlet Müzesi, Londra British Müzesi, Münih Bavyera Kütüphanesi, Vatikan, Avusturya Devlet KütüphanesiYemen’e ait değerli ve nadir eserleri bünyesinde bulunduran merkezler olarak ön plana çıkmaktadır.

Yemen’deki Zeydî geleneğinin, özellikle 12. ve 13. yüzyıla ait metinleri Yemen’deki el yazmalarının önemli bir yekûnunu oluşturuyor. Zeydî yazma koleksiyonları, henüz gün yüzüne çıkmamış değerli ve nadir Mutezile yazmaları geleneğini de kapsıyor.

Yazmaların kaçırılış öyküleri ve çıkış yolları

Eski ve değerli el yazmaları Irak örneğinde görüldüğü gibi kimi zaman işgalci devletlerin barbarlıklarıyla kimi zaman servet düşkünü tüccarların işgüzarlıkları ve buradan nemalanmak isteyen yerli iş birlikçilerinin faaliyetleri sonucu yağmaya uğramaktadır.

Nitekim Irak Müzesi’nden restorasyon ve bakım bahanesi ile kısa süreli denilerek resmî sözleşmelerle Amerikalı bir şirkete teslim edilen eski Yahudi yazmalarının Irak’a değil İsrail devletine teslim edildiği bilinmektedir.

Bunun dışında hediyeleşme yolu ile devletler arasında yazmaların alınıp verildiği de malumdur. Yemen’in sabık ve katledilen cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in öldürülmeden kısa bir süre önce himayesinde bulunan eski ve nadir Yahudi yazma eserleri Filistin devlet başkanı Yaser Arafat’a hediye etmesi Yemenli aydınlar ve araştırmacılar arasında bazı spekülasyonlara yol açtı.

Araştırmacılar bunun masum bir hediyeleşmenin ötesinde İsrail’in talebi ile gerçekleştiğinden eminler. Zira Yemenli araştırmacılara göre bu yazmalar Babil döneminden kalma eserleri içeriyor ve İslam öncesi döneme ait ezber bozacak bilgiler içeriyor.

Ancak 2011’den beri Arap Baharı ile başlayan kargaşa, bombardıman ve savaş ortamı, eski adıyla Arabian Felix’te bulunan yazma eserleri daha çok yağmalanır hâle getirdi.

Kadim Sana’daki Sûku’l-Milch’de yazma eser kara borsası oluşturan tacirler, en çok parayı ödeyen Avrupalı, Amerikalı ve İsrailli alıcılara eserleri satıyorlar.

Nitekim 2014 yılından itibaren İstanbul’da yaşayan Yemenli araştırmacı ve gazeteci Esam El Qaisi, kendisinin bizzat şahit olduğu bir olayda altı yazma eserden oluşan ve müsned hatla yazılmış nadir bulunan bir yazma koleksiyonunun, önce Etiyopya’ya, oradan da adı bilinmeyen başka bir ülkeye kaçırıldığını söylüyor.

Araştırmacı, bu yazmaların ülkede kalması amacıyla içerden bir satıcı bulmaya çalışıldığını, ancak neticede en yüksek parayı ödeyen yabancı alıcılara satılmasının engellenemediğini belirtiyor. Yemen yazma eser kaçakçılığında alıcıları, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan takip ediyor.

Beinecke Nadir Kitaplarve El Yazmalar Kütüphanesi’nde gizli kalmış Türkçe yazmalar
Nihayet

Orengan Ünivesitesi’nden David Hollenberg öncülüğünde araştırmacı ekip tarafından yayımlanan ve Yemen’de bulunan yazma eserlerin savaştan sonraki durumunu inceleyen “Manuscript Destruction and Looting in Yemen: A Status Report” isimli raporda, Husilerin egemen olduğu kuzey bölgesinde pek çok el yazması bulunduran ev ve mescidin bombalanması sonucu buradaki kütüphene ve mescidlerde bulunan yazmaların büyük çoğunluğunun yok olduğu, kalanların ise ülkenin güneyine taşınmaya başlandığı bildiriliyor.

Raporda ayrıca, 1980-90 arası el yazması kaçakçılığında Sana havaalanı ön plana çıkarken, 2013 yılından itibaren Beyrut ve Cibuti havaalanlarının el yazmalarının kaçırıldığı yeni rotalar olduğu tespiti de yapılıyor.

Son yıllarda Ortadoğu coğrafyasında yürütülen savaşlar ve estirilen yalancı bahar rüzgârlarının oluşturduğu sisli ve bulanık havada yazma eserlerin ait oldukları topraklardan koparılması da kolaylaşmıştır. Nitekim Irak’ın bir şehrinde gerçekleşen ve yakın bir arkadaşımın naklettiği film gibi bir kaçırma hadisesinde dört Amerikalı istihbarat ajanı öldürülmüştür.

Tarafların kim olduğunun ve nereye hizmet ettiklerinin tam olarak anlaşılamadığı bu kargaşada, el konulan çantadan eski dönem Babil haritasının çıkması oldukça dikkat çekicidir.

El yazmalarından kim ne istiyor?

Yemen’de bulunan İslam öncesi ve İslam sonrası erken döneme ait el yazmaları, bunları kendi kültür hazinesine kazandırmak isteyen devletler ve medeniyetler için çok büyük değer taşıyor.

Yemen’de bulunan İslam öncesi ve İslam sonrası erken döneme ait el yazmaları, bunları kendi kültür hazinesine kazandırmak isteyen devletler ve medeniyetler için çok büyük değer taşıyor. Bu eserlerin tüccarlar için taşıdığı maddi değerin dışında, ihtiva ettikleri ilmî içerik ve tarihî değer, eserleri farklı devlet ve medeniyetler için vazgeçilmez kılıyor.

Özellikle sürgünlerle farklı coğrafyalara savrulan Yahudiler tarihî vesikaların ve arkeolojik kalıntıların tanıklığında, bölünmüş tarihî, dinî ve millî bilincin yeniden oluşturulması için büyük gayret sarf ediyorlar. İsrail hem resmî yollardan hem de Yahudi araştırmacılarının gayret ve çalışmaları ile farklı coğrafyalara dağılmış tarihinin ve dininin dağılmış ve bölünmüş parçalarını âdeta bir araya getiriyor.

Özellikle Yahudilerin neseb bilgilerinin de yer aldığı vesikaların, aile kökenlerinin dinî hiyerarşide büyük önem taşıdığı Yahudi kültürü açısında altın değerinde olduğu biliniyor.

Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler ise, el yazmalarını kendi millî varlıklarına katmak için Yemen’deki savaşın oluşturduğu kargaşa ortamını bir fırsat olarak değerlendirirken, aynı zamanda bu eserleri, ülkelerine kültürel zenginlik ve birikim kazandırmanın bir aracı olarak görüyorlar.

Yemen’i tüm coğrafi ve kültürel zorluklarına rağmen uğrak yeri hâline getiren şarkiyatçıların özellikle ilk dönem Kur’an mushaflarına olan ilgileri dikkat çekiyor. Pek çok Şarkiyatçı, günümüzdeki Kur’an nüshaları ile bu erken döneme ait harekelendirilmemiş Kur’an mushafları arasında farklılık ve çelişkilerin bulunup bulunmadığı sorusunun cevabını ararken kendini Yemen el yazması kütüphanelerinde buluyor.

  • Nitekim 1972 yılında Yemen Ulu Camii’nde tadilat esnasında bulunan erken dönem Kur’an nüshaları teknik donanım yeterli olmadığı için şarkiyatçı Gerd Puin ve ekibine emanet edilmek zorunda kalınmış ve şarkiyatçı, Almanya’ya döndükten sonra bu yazma Kur’an parçaları üzerine kaleme aldığı “Kur’an Araştırmalarında Yeni Metodlar” başlıklı makalede şu ifadeleri kullanmıştır:
  • “Bu çalışma ne Kuran’ı ne de Müslümanların ona dair inanışlarını değiştirecek değil, ancak İslam’ın erken dönemine ait olduğu bilinen ve Müslüman kaleminden dökülen mürekkeple yazılan bu mushaf parçaları, şarkiyat araştırmalarında dahi kabul edilmiş olan Kur’an’ın sözlü gelenek içinde değişmediği tezini derinden sarsabilir.”
  • Alman şarkiyatçı, çalışmalarının ardındaki niyet ortaya çıktıktan sonra Yemen’den ve Müslümanlardan gördüğü tepki üzerine Yemen Eski Eserler Müdürlüğü reisi Kadı İsmail el-Akva’ya bir mektup yazmış, kendisine yönelik suçlamaları reddetmiştir. Ancak araştırmacının bir tebliğinden alınan yukarıdaki ifadeler, bu çalışmaların hangi amaçlara matuf olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Esasında özellikle Kur’an-ı Kerim’in farklı okuma biçimlerini baz alan bu türden “bozulma ve tahrif” iddiları ile, Kur’an’ın yedi kıraat (lehçe) üzerine okunmasında bir beis görmeyen İslam geleneği hiçe sayılmakta ve inanç esasına yönelik hiçbir anlam farklılığına yol açmayan bu okuma ve hareke farklılıkları şarkiyatçılar tarafından keşfedilmiş gibi sunularak istismar edilmektedir.

Yemen’de bulunduğum dönemde sözü geçen Kur’an nüshalarının ziyarete açıldığı bir sergiye katılmış ve burada Putin’in kurduğu teknik ekipte yer alan ve nüshaların rekonstrasyonunu bizzat gerçekleştiren Ursula isimli bir uzmanla tanışmıştım.

Artık Yemen’e yerleşmiş olan Alman uzman bana, Putin’in, Kur’an nüshaları üzerinde yaptıkları çalışmanın sonuçlarını amacından saptırdığını belirterek bu nüshalardan yola çıkılarak ortaya atılan Kur’an’ın değiştirildiğine yönelik iddiaların hiçbir kıymetiharbiyesi olmadığını ifade etmişti.

Eski dönem Kur’an nüsha ve mushafları dışında Yemen coğrafyasında tutunmuş bir dinî okul olan Zeydî geleneğine ait 11, 12 ve 13. yüzyıl yazma eserlerin, İslam’ın rasyonel ve modern bir okuması için fırsat olarak görüldüğünü de gözlemlemek mümkün.

Mutezile düşüncesinden ciddi oranda etkilenmiş Zeydî geleneğinin hiç bilinmeyen yazmaları da ihtiva etmesi, Mutezile okulunu İslam’ın modern bir okumasını yapmakta elverişli bir yol olarak gören şarkiyatçıları cezbediyor.

Yemen’de tahminen 40.000-100.000 arasında Zeydî el yazmalarının hâlen özel evlerde ve kütüphanelerde saklandığı ve Avrupa kütüphanelerinde sadece 10.000’e yakın Zeydî yazması bulunduğu da göz önüne alınırsa, araştırmacıların bu coğrafyayı neden hâlâ bakir bir alan olarak gördükleri ve neden oldukça külfetli projelerle bunları destekledikleri daha iyi anlaşılır.

Nitekim, 2003 yılında uluslararası araştırmacılardan oluşan bir ekip “Mutezile El Yazmaları Araştırma Grubu” isimli bir inisiyatif kurdular ve Sana’da bulunan Ulu Camii içindeki Zeydî el yazmalarını fotoğraflayarak yayımlamaya başladılar. Daha sonra bu proje, Avrupa Araştırma Konsili tarafından (2008-2013) finanse edilip, “Ortaçağ İslam Düşüncesi’nde Rasyonel Gelenek” isimli araştırma projesi kapsamına alınarak devam ettirildi.

Yemen yazmalarının koruma ve dijitalizasyon projeleri, Alman Dışişleri Bakanlığı, araştırma akademileri (Deutsche Forschungsgemeinschaft) ve üniversiteler (Freie Universitaet) tarafından da desteklenmektedir. Yemen’de bulunan Imam Ziyad bin Ali Vakfı’nın da, el yazmaları üzerinde çalışan STK’lar ve uluslararası kuruluşlarla iş birliği içinde olduğu biliniyor.

ZMT (The Zaiydi Manuscript Tradition: A Digital Portal) isimli proje, Hill Müzesi ve El Yazmaları Kütüphanesi ve Princeton Üniversitesi ortak çalışması ile sürdürülmeye devam ediliyor. Proje, 2020 yılına kadar 15.000 Yemen el yazmasını dijitalize etmeyi hedefliyor.

Yazma eserlere ulaşımın demokratikleştirilerek Müslüman ve gayrimüslüm tüm araştırmacılara açılmasını ön gören bu çalışmalarla, Müslüman araştırmacıların da bu metinlerden istifade ederek günümüz İslam anlayışına yeni ve modernist bir yaklaşım getirmeleri umuluyor.

Son dönemde giderek hız kazanan el yazmalarını dijitalize etme çabaları esasında bu yazmaların korunmasında önemli bir aşamayı ifade etmektedir. Ancak yazma eserlerin yok edilmekten kurtarılması bunlardan gerektiği şekilde istifade edildiği manasına gelmemektedir.

Yazmaların kurtarılması kadar kim tarafından hangi amaçla kullanıldıklarının da önemli olduğu unutulmamalı ve bunların farklı amaçlarla istismarına izin verilmemelidir.

1258 yılında Moğol İstilası ile başlayan ve Fırat Nehri’ne atılarak yok edilmeye çalışılan yazma eserlerine benzer yağmalama barbarlığı günümüzde de devam ediyor. Ancak bugün el yazmaları, yalnızca yok edilmekle kalmıyor aynı zamanda ait oldukları topraklardan çalınarak, yeni bir tarih bilinci ve yeni bir inanç geleneğinin inşa ya da ihya sürecinde kullanılan bir araç olarak ön plana çıkıyor.

İşte bu nedenle Doğu, bir an evvel ruhunun ve düşüncesinin can damarı niteliğindeki el yazmaların önemini keşfetmeli ve bunları korumaya alarak kültür ve kimlik hafızasının iğdiş edilmesine müsaade etmemelidir.