Çinli Nasreddin Hoca

ELVİDA ÜNAL
Abone Ol

Dünyanın bir ucunda doğan Çinli bir çocukla aynı fıkralara gülerek, aynı hayat derslerini aynı ağızdan dinleyerek büyüdüğümüzü bilmek ve ortak paydada buluşabilmek gerçekten çok etkileyici oldu benim için. Dünya sandığımızdan belki de daha küçük, dünyanın ortası ise belki Nasreddin Hoca’nın dediği gibi aslında onun bastonunu vurduğu her yer, tabi inanmayan ölçsün.

Türkiye’de büyüyen birçok çocuk gibi ben de hep Nasreddin Hoca’nın fıkralarıyla büyüdüm, hem güldüm hem hayat dersleri öğrendim. Resimli fıkra kitaplarındaki görsellerdeki gibi tonton, aksakallı, kısa boylu bir dede gibi hayal etmiştim Nasreddin Hoca’yı. Çin’e yüksek eğitimim için gittikten sonra birçok farklı ülkeden arkadaş edindim, karşılıklı kültürlerimizi öğrendik, ortak noktalarda buluşup kaynaştık. En fazla ilgimi çeken konulardan biri de Nasreddin Hoca oldu. Önceden onu Türkiye coğrafyasında yaşamış, vefat etmiş, Anadolu insanı olarak düşünürdüm, ya da en azından Anadolu’ya özgü hayali bir şahsiyet.

Buhara'da yer alan Nasreddin Hoca heykeli

Bir gün Pakistanlı ve İranlı arkadaşlarımla havadan sudan konuşurken onların da Nasreddin Hoca’yı tanıdıklarını, dahası her biri kendi ülkesinin efsanevi bir kişisi olarak bildiklerini fark ettim. Daha sonra Ürdün, Mısır ve Fas’tan arkadaşlarıma da sordum, onların her biri de Nasreddin Hoca’nın Arap olduğunu söyledi.

Hatta Faslı arkadaşımla uzun süre tartıştık, onun dediğine göre Nasreddin Hoca Fas’ta doğmuş, sonra ünü kuzey Afrika’dan bütün Arap coğrafyasına, oradan Anadolu ve Horasan taraflarına yayılmış, biz Türkler Nasreddin Hoca’yı kendimize mal etmişiz.

İtiraf etmek gerekirse bozulmadım da değil ama mantıklı düşününce olabilir dedim. Çünkü paylaştığımız din ortak bir kültürü de doğurmuş, bizdeki “hoca” Arap coğrafyasında “cuha”, Horasan’da “hâce”, Afganistan Pakistan İran coğrafyasında “molla” olabilirdi. Ama sonra Romanyalı arkadaşımın da çocukluğunun Nasreddin Hoca hikâyeleriyle geçtiğini öğrenince işler değişti. Çünkü Romanya’da Nasreddin Hoca bir Hristiyan papaz olarak biliniyormuş, hatta Sırbistan, Yunanistan, İspanya taraflarında da çok ünlü bir karaktermiş. Ama yine de bizdeki gibi nüktedan, güldürürken öğreten bir kişi. Fıkralarında da Hristiyan öğretisine de atıflar varmış. Önce bana biraz garip gelse de neticede adı geçen ülkeler bir zamanlar Osmanlı hakimiyeti altındaydı, ortak kültür öğeleri oluşması gayet doğaldı.

Indianapolis Çocuk Müzesi'nde bulunan bir Nasreddin Hoca tasviri.

Gelelim Çinli Nasreddin Hoca’ya. Çin denilince genelde aklımıza genelde çekik gözlü insanların yaşadığı bir ülke geliyor. Ancak Çin devasa bir ülke, sınırları içinde 56 farklı millet yaşıyor. Birçok azınlığın da kendine özgü dili, dini ve kültürü var. Hatta farklı bölgeler arasında bile tamamen yabancı bir dil gibi aksanlar konuşuluyor. Bu kadar karma bir kültürde Nasreddin Hoca’yı bulmamak garip olurdu herhalde.

  • Çin’e Nasreddin Hoca fıkraları Orta Asya’dan Doğu Türkistan üzerinden yayılır. Uygur folklorunda önemli yer tutar, “Efendi” (Afanti) olarak bilinir, hatta kendisinin Uygur olduğuna inanılır. 1979 yılında Çince çizgi filmlerinin yapılmasıyla ünü bütün Çin’e yayılır, fıkraları Çinceye çevrilerek Çin çocuk edebiyatında yer alır, daha sonra dizileri çekilir.

Bizdeki tonton dedenin aksine genç, uzun boylu, zayıf bir kişidir. Anadolu’daki fıkralarda Nasreddin Hoca’nın diyalog kurduğu insanlar genellikle anonimdir, isimleri bilinmez. Çin’de ise Efendi’nin “Bey” (çincede Bayilaoye) adında bir hasmı vardır, sürekli onunla didişir, fıkraların ana teması da ikisinin atışmaları üstüne kurulur. Bey oldukça zengin ama merhametsiz bir yöneticidir, fakir fukarayı gözetmez, onlara eziyet eder. Efendi de fakir halkı Bey’in zulmünden korumaya çalışır, aynı zamanda da Moğol tehlikesine karşı halkı uyarır. Bey sürekli Efendi’yi tahakküm altına almaya uğraşır, ama Efendi keskin zekâsı, sivri diliyle onu alt eder.

Nasreddin Hoca'nın Topkapı Sarayı'nda yer alan 17. yüzyılda yapılmış bir minyatürü

Çin’deki Efendi’nin yıldızlara bakıp geleceği tahmin etme, evini terk edip dervişane yaşama gibi huyları vardır. Üstelik Efendi hikâyeleri daha çok fıkra değil, zekâ oyunu şeklindedir. Önce hikâye anlatılır, en son Efendi’nin hangi kurnazlıkla Bey’i yendiği sorulur. İlkokul ders kitaplarında bu soruların beyin fırtınası olarak öğrencilerin kendi aralarında tartışmasına sunulur. Ama bizim aklımıza en çok kazınan halindeki gibi Çin’de de eşeğe ters biner. Aslında ortak fıkralarımız da az değil, mesela Çinli arkadaşım Nasreddin Hoca ve oğlunun eşeğe binip, çevresindekileri memnun edemeyişini çok iyi biliyor.

Dünyanın bir ucunda doğan Çinli bir çocukla aynı fıkralara gülerek, aynı hayat derslerini aynı ağızdan dinleyerek büyüdüğümüzü bilmek ve ortak paydada buluşabilmek gerçekten çok etkileyici oldu benim için. Dünya sandığımızdan belki de daha küçük, dünyanın ortası ise belki Nasreddin Hoca’nın dediği gibi aslında onun bastonunu vurduğu her yer, tabi inanmayan ölçsün. Tabii Efendi ile Bey’in bir fıkrasını da burada anmamak olmaz:

Efendi ve Bey’in zekâ yarışı

Bey, işçilik ücretini ödememek için Efendi’ye bir şart öne sürer, kendisinin çok zeki olduğunu düşünmektedir. Bey karısıyla üç el satranç oynayacaktır, Efendi’ye de kimin yeneceğini tahmin etmesini ister. Tahmin doğru çıkarsa Efendi’ye bir aylık fazladan ücret vereceğini, yanlış çıkarsa da bir kuruş bile vermeyeceğini söyler. Efendi yere sadece dört kelime yazar: “Bey yendi hanım yenildi”. Birinci elde Bey yener, ikinci elde yenilir, üçüncü elde yenişemezler. Bey, Efendi’nin tahminlerinin hepsinin doğru olduğunu görür ve ücretini vermeyi kabul eder. Efendi’nin tahminleri nasıl tutmuştur?

Pakistan’da çay seramonisi
Nihayet

Cevap şu şekilde: Efendi birinci elde bir virgül koyar: “Bey yendi, hanım yenildi.” Efendi ikinci elde bir soru işareti ve ünlem koyar: “Bey yendi hanımı? Yenildi!” Efendi üçüncü elde iki soru işareti koyar: “Bey yendi? hanım yenildi?”