Dağların garibi: Geven

ERCAN YILMAZ
Abone Ol

Kitapları bir yana bırakıp güneşin ve yelin bütün sertliğini taşıyan sûretlere sahip yaşlı teyzelere soruyorum, tandırı alıştırmak için kullandıklarını, gevene gitmek diye bir şey olduğunu, köklerinden akan beyaz ve yapışkan sıvıyı sakız diye çiğnediklerini, ellerine batan geven dikenlerini nasıl ustalıkla çıkardıklarını, kirpi ile gevenin benzerliklerini onlardan öğreniyorum.

Mucize bitki

Başta Çin tıbbında olmak üzere binlerce yıldır insanlara şifa olarak kullanıldığını gördüğümüz gevenden elde edilen kitre dolayısıyla ruhlara şifa sunan ebrû sanatında da önemli bir role sahip olması beni bir defa hayretlere gark ediyor.

Lügatler, tıp kitapları baklagillerden bir bitki diyor geven için. 2000 türü olduğunu, çok yıllık otsu, dikenli bitkiler sınıfına girdiğini, sarı, beyaz ve pembe açan türlerinin mevcut olduğunu, soğuk algınlığından kalp rahatsızlıklarına kadar birçok hatalığa iyi geldiğini, birçok şifası olduğunu yine kitaplardan öğreniyoruz.

Kitapları bir yana bırakıp güneşin ve yelin bütün sertliğini taşıyan sûretlere sahip yaşlı teyzelere soruyorum, tandırı alıştırmak için kullandıklarını, gevene gitmek diye bir şey olduğunu, köklerinden akan beyaz ve yapışkan sıvıyı sakız diye çiğnediklerini, ellerine batan geven dikenlerini nasıl ustalıkla çıkardıklarını, kirpi ile gevenin benzerliklerini onlardan öğreniyorum.

Başta Çin tıbbında olmak üzere binlerce yıldır insanlara şifa olarak kullanıldığını gördüğümüz gevenden elde edilen kitre dolayısıyla ruhlara şifa sunan ebrû sanatında da önemli bir role sahip olması beni bir defa hayretlere gark ediyor. Dağların garibi geven gün gelir dağların hekimi olur.

Garip

Yakın ama uzak: köy
Nihayet

Bazı bitkiler vardır ki gariptir. Kimse güzelleme yazmaz onlara. Kimse hayranlıkla temâşâ eylemez onları. Ne usulca vazolara konulurlar ne sevgilinin göğsüne iliştirilirler alelacele. Kimse tarafından bilinmeyişin tadını çıkarırlar belki de. Geven onlardan biridir. Ot mu diken mi? Güzel mi çirkin mi? Var mı yok mu? Gariban bitkiler antolojisi hazırlıyorum. Garipliğini, mahzunluğunu tabiat anaya duyurmuyorum sevgili geven…

Cennet

Mezârum üzre koyman mîl eger kûyında can virsem

Koyun bir sâye düşsün kabrüme ol serv-kametden

(Eğer sevgilinin mahallesinde can verirsem mezarıma taş dikmeyin. Bırakın da kabrime taş yerine o servi boyludan bir gölge düşsün.)

Hangi Bağdat valisi mezarın üstündeki kubbeyi yıktırmış, bu vasiyete uyarak, İmam Hüseyin'in gölgesinin Fuzûlî’nin mezarına düşebilmesi için... Geven otlarının bittiği mezara... Sevgilinin gölgesi geven otlarının cenneti olur…

Ebrû

Ebrû başlığını taşıyan bir şiirim vardı, ilk dörtlüğü şöyleydi: 'Ateşin tövbesi düşerken göle/Savrulur fezaya gölgemin külü/İkiyüzlü renkler aynaya köle/Açarken sesimin en yaban gülü.' Her kelime birer damla olsun diye düşünmüştüm, gevenin diri tuttuğu suya dökülenler gibi.

Akdeniz

Geven, bir Akdeniz bitkisi. Güney'in o esriten kokusunda onun da payı var. İroni dolu sözler biraz da ona benzer. Dünyanın yavaşlığında, acının tadında, zamanın parlaklığında Dionysos'un kirpiklerine benzeyen gevenin hiç mi payı yok?

Gölge

  • Prenses Marie von Thurn und Taxis Hohenlohe’nin Rilke’ye yazdığı 9 Mart 1913 tarihli mektup şöyle bitiyordu: ‘Ama kimbilir, siz böyle desperat (mutsuz-umutsuz) olmasaydınız, böyle harika şeyler yazamazdınız. Madem öyle, ne yapalım, mutsuz olun, daha mutsuz, olabildiğince mutsuz.’ O mektupta, gevenler vardı, bundan eminim. Gevenleri seyrederek yazmış olduğu şiirler de vardır Rilke’nin. ‘Tanrım çok büyüktü yaz…’ Çimenlerin ve gevenlerin üstündeki gölge…

Bir düş

Geven kökü çiğneyen Tolstoy, göldeki kuğuları seyrediyor…

Resim

Eğer ressam olsaydım gevenler içindeki bir kaplumbağayı çizerdim. Sözlerin bozkırında elimden bu gelirdi sadece. Geven ile Kaplumbağa; böyle bir mesnevî yazarım belki.

Şiir

  • “Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hattâ bir rengi ve tadı olan nesnedir. Sözcük insanoğlundan haber verir. Sözcük boş bir kalıp değildir. Ozanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, kişiliği, her şeyi şiirde belli olur. Sözcükleri tanımak, sevmek, okşamasını bilmek gerek. Hangi sözcük hangi sözcükle yan yana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek.” Cahit Sıtkı Tarancı geveni mi tarif ediyor?

Bilgelik

  • Ergun Kocabıyık’ın Dünyanın Fısıltısı kitabını okuyup şunları mırıldandım: Burçak tarlasında karnını doyuran ineğe mutlu diyemeyiz; çünkü mutluluk bedensel hazlardan kaynaklanmaz. Derviş, dünyaya meyletmez; çünkü dünya, Allah'ın mehabeti yanında tatarcık kanadından başka bir şey değildir. 'Tabiat nedir?' diye değil, 'Tabiat kimdir?' diye sorulur; çünkü 'Tabiat âlemi, farklı aynalardaki tek bir sûrettir.' Hakikat de kılık değiştirir; çünkü develer de yağmur yüklü bulutlar da hem görünür hem okunur. Harflerle şifrelenmiştir dünya; çünkü varlık bir harftir ve insan onun anlamıdır. Nesnelere doğru ad vermek nesnelerin resmini çizmek demektir; çünkü insan gördüğü şey hakkında düşünen kişidir. Çocuk, 'Güneşin adı nerede?' sorusunu 'Güneşin içinde' diye cevaplar; çünkü isim eşyanın özünün yansımasıdır. Logos, çokluğu güden çobandır; çünkü bilgelik, her şeyin bir olduğunu kabul etmektir, logos'u işiterek... Kur'an, 'And olsun o burçlarla dolu göğe' diyordu; çünkü insan göğü seyrederek keşfeder kendini. 'Dağ adamı' olmak gerek; çünkü insan kendi heykelini ancak orada yontabilir. 'Şair ağustosböcekleri'ni dinlemek gerek; çünkü onlar bilgeliğin şarkısını söylerler. İnsan vecd halinde kimsenin bilmediği dillerde konuşur; çünkü dünya dışı bir dil insanda konuşur. Âdem, âlemin özüdür, Hakk'ın harfsiz yazısıdır; çünkü okur, metin-içinde-metin'dir. Bütün bunları, kızgın bir haziran ikindisinde, Kaz Dağları'nın eteğinde geven otlarını seyrederek ve köklerini çiğneyerek düşündüm. Geven kimdir diye sordum, gevenin adı nerede sorusunu gevenin içinde diye cevapladım, dağ adamı oldum da dokundum gevenlere... Sonra dedim ki kendi kendime bir geveni seyrederek de bilgeliğe meyledebilir insan!

Yine şiir

Bir gün nesnelere bakarak şiir kuran Rilke'ye özenerek geveni temâşâya karar verdim. Ve elbette gevenin şiirini yazmaya. Köye gittim, dağa çıktım, küçük yayla dediğimiz yerde birkaç çeşit geven buldum. Vakit öğleydi. Güneş tam tepeden aydınlatıyordu gevenleri. Kendimi güneşin, nereden geldiğini bilmediğim ama başımı döndüren kokuların ve hülyâların esrikliğine bıraktım. Kelimeler usulca yan yana geldiler:

Gevenlerle Bir Gün

Bazı bitkiler vardır ki gariptir. Kimse güzelleme yazmaz onlara. Kimse hayranlıkla temâşâ eylemez onları. Ne usulca vazolara konulurlar ne sevgilinin göğsüne iliştirilirler alelacele.

Bir yaz günü rüyâsı için dağlara çıkmak beyhude bir eylem değildir. Küçük bez çantanızı bir parça ekmek, birkaç zeytin, bir avuç kuru üzüm ve su ile doldurup patika yollardan kendinizi dağlara vurursunuz. Ertesi gün şairin 'dün dağlarda dolaştım evde yoktum' dizesini hakkıyla söyleyebilmek için bütün gün güneşe biraz daha yakın yaşarsınız. Güneşin yaşama sevinciyle bir ilgisi olduğunu düşünürsünüz.

Hatta belki de bilge Tolstoy'un 'yazı sevmek hayatı sevmektir' cümlesini bile tekrar edersiniz sık sık. Kendimi Anna Karenina'daki Levin gibi düşündüğüm de olmuştur. Geven otları tam bu sırada gözünüze çarpar.

Bu gösterişsiz, bu kendi halindeki, bu sessiz bitki birden dikkatinizi çeker. Allah'ın koyduğu yerde gevenler daima yalnız mıdır yıldızlar gibi? Diz üstü çöker bütün ikindi onları seyredersiniz. Sadeliğin saltanatıdır söz konusu olan. Kendi başınalığın, ve biraz da hüznün.

Bu iddiasız bitkiyi ne sevgililer birbirine vermiştir ne de vazolarında misafir etmiştir insanlar. Ne şiirini yazan olmuştur bu kederli bitkinin ne de resmini yapan. Halbuki rüzgârla konuştukları az şey midir? Dağlarda şahit oldukları? Göğe komşulukları...

Diken

“Toprak gözalabildiğine dümdüz çırılçıplak ve kırmızı biber gibi acı.Batıda bir tek, uzun kavak ağacı.Bozkırda hâlâ dolaşıyorsa da kokusu sararmış kekik gökçiçekler çoktan kurumuştu ve geven otları safi dikendiler.”

Nâzım, kalbimdeki dikenin geven dikeni olduğunu hatırlattı. Şiir, hatırlatır ve her hatıra şiirdir. Geven, kelimelerin kalbine girer gibi, kelimelerin…