Deprem ve fıtrat

HABER MASASI
Abone Ol

Uzun süreden beri gerek kör olmamın gerekse engellilerle ilgili bir sahada çalışıyor olmamın bir avantajını belirsizlik yönetiminde kullandım. Engelliler genelde pek çok insanın felaket sonrası yaşadığı durumları, iletişimleri, etkileşimleri her gün yaşar. 5 Şubat’ta önemli bir mal varlığı, mal varlığına dayalı sosyal statüsü olan bir aile 6 Şubat’tan sonra yiyeceğe, kıyafete, çadıra muhtaç duruma düşebilir. Kör birisi milletvekili de olsa tuvalete gitmek için birinin yardımına ihtiyaç duyabilir. Yani aynı günde hem zirvede hem de muhtaç durumda olabilir. İşte bu birikim ve yöntemler böyle dönemlerde işimizi hayli kolaylaştırabilir. Engellilerle çalışmanın doğallığı burada mukayeseli bir avantaja dönüşebilir.

Her konuda sorulabilecek şu soruyu depremle yeniden hatırlayalım: “Amacımız Evreni yenmek mi yoksa Evrende yaşamak mı?” Bu soruyla evrenin içindekileri de kastettiğimizde hem bireysel hem toplumsal hem de küresel hayatı tasarlamak için verdiğimiz cevap âdeta bir yol ayrımı oluyor. Evrendeki bir canlıyı veya nesneyi fıtri kabul edersek ona tahakküm etmek yerine onu anlayıp doğallığıyla beraber yaşamayı tercih ederiz. Nesnelerin, canlıların çeşitliliği insanların duygu, düşünce ve beden özellikleri yönünden çeşitliliklerine kadar hemen hepsi fıtridir. Depremler de gezegenimizin fıtratında olan bir özellik… Depremin doğal olmasının yanında biz uygulama olarak ne insanın ne gezegenimizin doğallığına uygun işler yapmıyoruz.

Sadece gezegenimizin fıtratına uygun binalar, şehirler, parklar, yollar yapmıyor değiliz; engellilere, yaşlılara, abdest alanlara göre de uygun mekânlar yapmıyoruz, yani yanlışlıkta tutarlıyız.

Gezegene uygun yapılmayan yapılar Kahramanmaraş merkezli depremde mahvolurken yine doğalarından uzaklaşan insanları da etkisiyle mahvetti. Peki şu anda fıtratımız gereği bize düşen nedir?

Yaraların sarılmasında iş bölümü

Milyonlarca insanın zarar gördüğü asrın felaketinin sonuçlarının giderilmesi, acıların dindirilmesi için fıtrata uygun organize olmak zorunludur.

On binlerce yapının hasar aldığı, on binlerce kilometre karenin etkilendiği, milyonlarca insanın zarar gördüğü asrın felaketinin sonuçlarının giderilmesi, acıların dindirilmesi için fıtrata uygun organize olmak zorunludur. Fıtri organize olmanın ilk şartı hepimizin en iyi bildiği kişi ve gruplara, en iyi bildiği işi yaparak faydalı olmasıdır. Beyazay da öyle yaptı. Deprem coğrafyamızda bulunan 14 şubemizle Beyazay Genel Merkez irtibata geçti ve felaketin boyutlarını anlamaya çalıştı. Bütün Beyazay teşkilatını hızlı, planlı, koordineli bir şekilde harekete geçirdik. Arama kurtarma ekiplerimiz yoktu. Belirlenen hedef göçük altında olmayıp evini, eşyalarını, yakınlarını kaybedenlere yiyecek, içecek, kıyafet temin etmek oldu. Hemen ardından Beyazay mensuplarının peşine düştük. Gerek üye ve yönetim kurulu üyelerimizden haber almaya, gerekse Beyazay ile ilişkisi olan tanıdıklarımızla irtibat kurmaya çalıştık. Beyazay bünyesinde kurduğumuz 5 kişiden oluşan Acil Durum ve Yardım Komitesi krizi yönetmede çok başarılı oldu. Komitenin üye sayısının az olması sık toplanabilmesinin yanı sıra karar almayı hem kolay hem de hızlı kılıyor. İlk 10 gün gıda, eşya, para, gönüllü bulunması ve aktarılmasına çalışıldı. 10 günden sonra süreç çok farklı bir boyut kazandı. İnsan fıtratı mevcut durumu kanıksamaya son derece müsait. O yüzden ihtiyaçlar değişiyor, çeşitleniyor ve dolayısıyla bunlara vereceğiniz cevabın ve yapacağınız arzın da değişmesi gerekiyor.

Belirsizi belirsizle çözmek

Tükiye Beyazay Derneği, yardım tırı.

İlk günden itibaren hepimize hâkim olan ve her geçen gün artan kanaat akıl almaz bir belirsizliğin olduğuydu. Nerede, neye ihtiyaç var? Depremden etkilenmiş telefon ve internetin olmadığı ortamda kime nasıl ulaşabiliriz? Nereden, hangi gıda ve eşyaları, nasıl bulup da tırlarla gönderebiliriz? Bir de size gelen telefon numaralarının, ihtiyaç listesinin veya verilecek eşyaların, taşıyacak tır, kamyon gibi konulardaki bilgilerin sahte olduğu da eklenince, aklıma gelen soru “Bu insanlar niye yanlış bilgi verirler?” değil de “Bu insanlar niye var ki! Olmasalar insanlık ne kaybeder?” oldu.

Afetzedelerin yaralarını sarmaya çalıştığımız bu ilk belirsizlik ortamının ardından özellikle çocuklarda ve ailelerinde farklı sorunlar ortaya çıkacak. Bunları henüz bilmiyoruz. Şanlıurfa Beyazay Başkanı, depremden kurtulan bir ailenin tekerlekli sandalye kullanan kızından bahsetti. Günlerdir sandalyesinden inmiyormuş. Yer yatağına yatmıyor, sandalyesinde uyuyormuş. Engellinin yerine kendinizi koyun, o şöyle düşünüyor: “Ben ailemin kendini kurtarmasına engel mi oluyorum? Hemen taşınacak şekilde hazır beklemeliyim!” Bu aile mensuplarının duygularını düşünün şimdi de… Deprem başladığında engelli yavrularını alıp çıkmaya kalksalar, hep beraber göçüğün altında kalacaklar. Onu göçükte bırakıp çıksalar, belki de o ölecek. Hatice Hanım fıtratı gereği oğlu Yunus Emre’yi yatağında bırakıp çıkamadı. Canını Yunus Emresi için feda etmeyi göze alan anne ve evladı 3 gün boyunca göçük altında kaldı. Engelli yakını için göçük altında kalmayı göze alabilen acaba kaç kişi daha sonra göçükten canlı olarak çıkamadı? Bunu henüz bilmiyoruz.

Depremin doğal olmasının yanında biz uygulama olarak ne insanın ne gezegenimizin doğallığına uygun işler yapmıyoruz.

Şimdi de depremde enkaz altında kalıp ayağını, bacağını, elini, kolunu kaybeden insanları düşünün. Afet sonrası görme, işitme kabiliyeti kalmayanları... Diyaliz, tansiyon, kalp, şeker hastalıkları başlayanları... Kaçınılmaz bir boyut da psikiyatrik rahatsızlıklar. Şimdilik bunların ne sayıları belli ne de ihtiyaçları… Eski aileleri, eski meslekleri ve eski sosyal statüleriyle yeni hayatlarına yeni vücutlarıyla devam edebilecekler mi? Tüm bunları bilmenin bir yolunu bulmak zorundayız. Buluncaya kadar belirsiz olan ihtiyaçları belirsiz olan malzeme ve yöntemlerle gidermeye devam edeceğiz.

Büyük çalışma başlıyor

Uzun süreden beri gerek kör olmamın gerekse engellilerle ilgili bir sahada çalışıyor olmamın bir avantajını belirsizlik yönetiminde kullandım. Kör birisi yolda yürürken belirsizlik çok yüksektir. Önünüzde ne olduğunu bir baston uzunluğunda ve yüksekliğinde görebilirsiniz. Onun için de pek çok insanın kullanmadığı, hatta farkında bile olmadığı verileri, ip uçlarını kullanır, hedefinize varmaya çalışırsınız.

Engelliler genelde pek çok insanın felaket sonrası yaşadığı durumları, iletişimleri, etkileşimleri her gün yaşar. 5

Şubat’ta önemli bir mal varlığı, mal varlığına dayalı sosyal statüsü olan bir aile 6 Şubat’tan sonra yiyeceğe, kıyafete, çadıra muhtaç duruma düşebilir. Kör birisi milletvekili de olsa tuvalete gitmek için birinin yardımına ihtiyaç duyabilir. Yani aynı günde hem zirvede hem de muhtaç durumda olabilir. İşte bu birikim ve yöntemler böyle dönemlerde işimizi hayli kolaylaştırabilir. Engellilerle çalışmanın doğallığı burada mukayeseli bir avantaja dönüşebilir.

Depremde belirsizlik yaşayan insanların ciddi bir kısmı kendi tercihlerine bırakılsaydı hayatlarında bir değişikliği asla istemeyeceklerdi. Belirsizliğin sonucu illa kötü olacak diye bir kide yok.

Sadece deprem coğrafyamızdakiler değil hiçbirimiz 5 Şubat’taki biz değiliz. Önceki dönemlerde bakanlık yapmış bir büyüğümüz şöyle dedi: “Çocuklarım soruyor. Baba neden sürekli ağlıyorsun?” Kadın, erkek demeden hepimiz benzer hallerdeyiz. Hele bir de deprem yaşamış illerde iseniz bu çok daha farklı ve şiddetli tezahür ediyor. O yüzden çalışmalarımızı yaparken dört farklı grup üzerinden ilerleyeceğiz:

  • Aynı günde hem zirvede hem de muhtaç durumda olabiliriz.
  • 1. Deprem öncesi engelli olup evi hiç hasar görmemiş ve yakınlarını kaybetmemiş olan kişilerin devam ettiği rehabilitasyon merkezleri, şehir şartları, sosyal çevrelerinin değişmiş olması.
  • 2. Deprem öncesi engelli olup evi yıkılan, konteynır veya çadırda yahut başka bir şehirde yaşamak zorunda kalanlar.
  • 3. Deprem sonrası engelli olup bedeninden yaşadığı mekâna, işinden sosyal hayatına büyük bir değişim yaşayanlar.
  • 4. Tanımlanamamış durumdaki insanlarımız.

Beyazay’ın çalışma sistemi, bu dört farklı kategorinin her türlü ihtiyaç taleplerini toparlamak, arz edilen imkânları ve tecrübeleri, uzman kanaatlerini kullanarak en ideal şekilde eşleştirmektir. Yani talebe arz etmek ve arz edene de bilgi vermek... Böylelikle süreç tamamlanmış oluyor.

Süreçte en hassas olduğumuz konular ise şunlar:

  • Bir kişi “Madem coğrafyamı, mekânımı, sosyal çevremi, belki ailemi, belki bedenimi değiştiriyorum, o hâlde niçin daha önceki tecrübelerimi, birikimlerimi kullanarak daha iyi bir hayata başlangıç yapmayayım?” diye sorsa ne kaybı olur!
  • 1. Daha önceden engelli olanların beklentilerini doğru yönetip, sonradan engelli olanlara onların destek olmalarını sağlamak. Zira insan engelliliğinin üstüne bir de “depremzede” sıfatı eklenince ilave ayrıcalıklar beklentisine girebiliyor ve bu da onları çıkmaza sokabiliyor. Hâlbuki sonradan engelli olanlarla paylaşabilecekleri “engellilik becerileri”ne sahipler ve katkı sağlayabilirler.
  • 2. Sonradan engelli olanların ise ezberlenmiş “sakat” psikolojisine girmeden “yeni hayatına iyi ve güzel bir geçiş” yapmasını sağlamak. Zira, hemen malulen emekli olmak, işe yaramayacağı duygusuna kapılmak gibi tehlikeler var. Eğer yeni durumda duyguları iyi yönetilebilirse harika bir gelecekleri olabilir. “Ezberlenmiş sakat psikolojisi”ne kapılmayan, sonradan engelli hâle gelenler bugüne kadar büyük bir hayat başarısı göstermişlerdir. Merhum Eczacı Mehmet Sadık Eratik bir ilaç fabrikasında çalışırken kör olduktan sonra hayâli olan ilaç üreticiliğini yapabilmiştir. Yine Makine Mühendisi Ted Henter motorsiklet kazasından sonra kör olmuş, dünyada çığır açan JAWS adlı ekran okuyucu programını yazmıştır. Ülkemizde de depremden sonra engelli olan birçok arkadaşımız hayatlarına daha iyi şartlarda devam edebiliyor.

Deprem fırsatlar da sunar

Belirsizliğin sonucu illa kötü olacak diye bir kide yok. Aslında belirsizlik çok önemli bir fırsat da sunuyor.

Durumların, olayların, nesnelerin, hatta şahısların fıtratı avantaj ve dezavantajlarının olmasıdır. Bizim burada dayandığımız dinamik, yazıdaki terminolojimiz itibarıyla söylersek fıtrat şudur: Daha önce de söylediğimiz gibi müthiş bir belirsizlik söz konusu. Depremde belirsizlik yaşayan insanların ciddi bir kısmı kendi tercihlerine bırakılsaydı hayatlarında bir değişikliği asla istemeyeceklerdi. Belirsizliğin sonucu illa kötü olacak diye bir kide yok. Aslında belirsizlik çok önemli bir fırsat da sunuyor. Bir kişi “Madem coğrafyamı, mekânımı, sosyal çevremi, belki ailemi, belki bedenimi değiştiriyorum, o hâlde niçin daha önceki tecrübelerimi, birikimlerimi kullanarak daha iyi bir hayata başlangıç yapmayayım?” diye sorsa ne kaybı olur! Her insanın ömründe böyle bir fırsat çıkar mı bilemiyorum. Bu fırsatı değerlendirmelerine bizler katkı sağlayabiliriz. Tam da bu şekilde, tasvir ve tarif ettiğimiz Beyazay anlamı gerçekleşmiş olur: “Beyazay, cehaletten, sıkıntılardan, bilinmezliklerden müteşekkil karanlıklara doğan bir hilâldir.”

Evreni yenmeye çalışmak yerine, ukalalık yapıp küçücük beynimizle her şeyi bilebileceğimiz, yeniden yaratabileceğimiz gibi zanlar yerine Evreni, kendimizi, olayları, durumları anlamaya çalışsak daha akıllıca bir iş yapmış oluruz.

Anladığımızla bırakmayıp fıtratına uygun hayat yaşamak, iş ve işlemler yapmak da akıllıca fiillerin gereği olacaktır. Biz insanlar yaşamaya devam edeceğiz, depremler de olmaya devam edecek. Önemli olan bundan sonra kendimizle, başkalarıyla, eşya, olaylar veya durumlarla etkileşimimizin ne doğrultuda olacağıdır. Etkileşimde olduklarımızın doğallığını dikkate alan ve birbirimizi tamamlaya çalışan bir tarz acizane önerimizdir.