Huzur

NİHAYET DERGİ
Abone Ol

Yavaş yavaş yokuşu tırmanıyordu. “Ölüm düşüncesi bizde, kat'i vaziyetleri olduğu gibi kabul eden bir taraf vücuda getirmiş.” Belki de bu, vaziyetin tesiriydi. Harp olacaktı. Karaborsanın hazırlandığını gözleriyle görmüştü. Fakat ona da o kadar müteessir değildi; hiç olmazsa isyan hissi duymuyordu. “-Mademki bir zaruret haline geldi. Mademki bu hallerin başka türlü içinden çıkılmaz, ne diye telaş etmeliydi!”

Mümtaz genç kızlardan ayrılıp Eminönü'ne döndüğü zaman saat beşi yirmi geçiyordu. İlk önce tramvayların her türlü binme teşebbüsünü reddeden kalabalığını seyretti. Çaresiz, bir taksiye atlaması lazım geliyordu. Fakat o zaman da Bayezıt'a çok erken varmış olacaktı. Sabahleyin Orhan'a rastlamış, “Altıda beni Küllük'te bekleyin”, demişti.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Vakit daha erkendi. Onlar gelmeden evvel tek başına kahvede olmayı istemiyordu. O kadar çok insan tanıyordu ki. On beş gündür, ilk defa kendi arkadaşlarıyla buluşacaktı; başkalarının aralarına katılmasından korkuyordu.

“Ben müdafaasız adamım.” Birdenbire söylediği söze kendisi de şaşırdı. Hakikaten müdafaasız adamdı. Ona insanlar kendilerini ve arzularını zorla kabul ettirirlerdi. Sade bu kadar mı ya? Düşüncesi hep Nuran'ın etrafında dolaşıyordu. Fakat korktuğu kadar hırpalanmış değildi. Talihin ihanetine uğramağa alışanların sükuneti içinde yorgun ve dalgın yürüdü. Yaz günleri, rüzgârıyla o kadar hoşa giden Yenicamii'nin kemeri altında bir daha “Müdafaasız adamım”, diye tekrarladı. Her şeyimi alabilirler.

Sultanhamam'ın kalabalığında bir dakika durdu ve etrafına baktı. Burası şehrin en işlek yeri olmalıydı. Bir yığın insan, otomobil, yük arabası her tarafta kaynıyordu. 'Bir modern ressam bu kalabalığı hanların pencerelerinden hevenk hevenk sarkıtabilir! Ve hiç de yanılmış olmaz! Fakat ne kadar gürültü? İyi ama, neden Nuran'ı düşünmüyorum? Hatta düşünemiyorum?'

Sanki İclal'le Muazzez, bütün sıkıntılarını, kalbini burkan acıyı, hatta o zenginleştirici aşkı beraberlerinde alıp gitmişlerdi. “Nerede ise bu işin bittiğine memnun oldum”, diyeceğim. Kendisinde bu değişikliği merak ve endişe ile takip ediyordu. Genç kadını, hiç düşünmüyor değildi. Hatta hayaliyle beraber yürüyordu. Fakat çok uzak, sanki aralarında kalın su tabakaları, bilmediği maddeler varmış gibi, insandaki ölüm terbiyesinin verdiği bir şey olsa gerek, “Oldu ile bittiye çare yoktur”, diyen bir atalar sözü hatırlıyordu. Bu da aynı şeydi.

Mehmet Genç ve sanata dönüşen tarihçilik
Nihayet

Yavaş yavaş yokuşu tırmanıyordu. “Ölüm düşüncesi bizde, kat'i vaziyetleri olduğu gibi kabul eden bir taraf vücuda getirmiş.” Belki de bu, vaziyetin tesiriydi. Harp olacaktı. Karaborsanın hazırlandığını gözleriyle görmüştü. Fakat ona da o kadar müteessir değildi; hiç olmazsa isyan hissi duymuyordu. “-Mademki bir zaruret haline geldi. Mademki bu hallerin başka türlü içinden çıkılmaz, ne diye telaş etmeliydi!” Bu harp düşüncesinin arasından tekrar etrafına bakındı. Bu çarşı, altı ay sonra bu vaziyetini muhafaza edebilecek miydi? Bu dükkânlarda bu bolluk elbette devam etmeyecekti. Kumaş, kadın eşyası, fayans takımları, gündelik öteberi dolu vitrinleri şüphe ile seyretti. Otomobiller insanların arasından adeta onları birbirinden ayırarak, iterek geçiyorlardı.

(Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergâh Yayınları)