İnfiale yol açabilecek paylaşımlara gazetecilik denmez

HABER MASASI
Abone Ol

Sokak araları önümüzü göremeyecek kadar karanlıktı. Kar yağışı yeni kesilmişti. Yıkılmış binaların arasından geçerken enkaz altından gelen yardım çığlıkları duyuyorduk. Çok çaresizdik, bu o kadar acı bir şey ki! Havanın soğukluğu dilime şu duayı doladı: “Ya Rabbi enkaz altında kalanların üzerine battaniye ol!”

15-16 saatlik bir yolculuğun sonunda Maraş’a vardık. Havanın durumundan ötürü yol boyunca devrilmiş tırlar, kaza yapmış araçlar vardı. Biz de birkaç kez kaza tehlikesi atlattık. Olay yerine anında ulaşmak mümkün değildi. Yoldayken Maraş’ta havanın karlı ve soğuk olacağını tahmin ediyorduk ama yıkımın boyutunu öngöremiyorduk. Şehre vardığımızda depremin üzerinden 30 saat geçmişti, hâlâ çatılardan duman tütüyordu. Ekiplerle konuştuğumuzda telsize geçilen ilk anonsun tüm ekipman ve personeli şehre yönlendirmek doğrultusunda olduğunu söylediler. İlk saatlerde enkaz altından kurtulanların pek çoğunu vatandaşlar çıkarmış. İlk gün çok zordu. Artçılarla sürekli sallanıyorduk. Sokak araları önümüzü göremeyecek kadar karanlıktı. Kar yağışı yeni kesilmişti. Yıkılmış binaların arasından geçerken enkaz altından gelen yardım çığlıkları duyuyorduk. Çok çaresizdik, bu o kadar acı bir şey ki! Havanın soğukluğu dilime şu duayı doladı: “Ya Rabbi enkaz altında kalanların üzerine battaniye ol!”

Adıyaman diye bir yer kalmamış, burası artık Acıyaman!

Sabah 7’den gece 2-3’e kadar uzayan bitmek bilmez bir mesaimiz vardı. Kimse bunun reklamını yapmak için orada değildi.

İnanılmaz bir yıkım gördüm, neredeyse ayakta kalan bina yoktu. Burada yeni bina-eski bina tartışmasına girmeyeceğim, düz ovaya yaparsan hepsi yıkılıyor. 9 gün boyunca 5 il gezdim, onlarca ilçe gördüm. Yıkım açısından Hatay başta geliyor, yerle bir olmuş. Kahramanmaraş da aynı şekilde. Adıyaman biraz gariban kalmıştı ve halk bundan muzdaripti. Sosyal medyada Hatay için yardım çağrısı başlatılınca oraya yığılma oldu. Ölçek, nüfus ve bina açısından bakarsak Adıyaman’daki yıkım çok daha büyüktü aslında. Pek çok kişi “Adıyaman diye bir yer kalmamış, burası artık Acıyaman!” diyor. Bugün artık 15. gündeyiz ve şu an yardımın ulaşmadığı ilçe veya köy yok. Depremin ilk günlerinde yaşanan bu durum sebebiyle Adıyamanlılar biraz kırgın ama devletine, milletine küsmüş değiller. İnanılmaz güzel insanlar. Acı içerisindeyken bile “Şehrimize hoş geldiniz ama keşke daha iyi bir zamanda gelseydiniz” diyerek ikramda bulunmaya çalıştılar.

STK’ların arama kurtarma konusunda girişimde bulunması beni çok etkiledi. O kadar anlamlı ki! Sadece yardım, fitre, kurban bağışı vs. toplamıyor, aynı zamanda kendi bünyelerinde arama kurtarma ekiplerini oluşturmuşlar. Canla başla çalıştılar, hepsinin gözleri kan çanağıydı. 4-5 gün boyunca hiçbirimiz uyumadık, yemedik, içmedik, geceleri hep sallandık. Sabah 7’den gece 2-3’e kadar uzayan bitmek bilmez bir mesaimiz vardı. Kimse bunun reklamını yapmak için orada değildi.

Sosyal medya fenomenleri kaş yapayım derken göz çıkardı

Üzülerek söylüyorum, maalesef ki sosyal medya fenomenleri kendilerini takipçilerine göstermek için teyit edilmemiş bilgileri paylaşıp kaş yapayım derken göz çıkardı.

Ekipleri yanlış yerlere yönlendirenler oldu. Sahada çok iyi niyetle bu işi yapan arkadaşlarımızı da maalesef zan altında bıraktılar. Enkaz altında parçalanmış, vücut bütünlüğü bozulmuş bir insanı çekip paylaşmak ya da oradaki depremzedeleri infiale yol açabilecek bir paylaşım yapmak kimseye bir şey kazandırmaz. Bu yapılan şeye gazetecilik de denmez.

Yaşanılan depremi 10 milyondan fazla insan hissetti ama aslında bu 85 milyon adına da dersler çıkarılması gereken büyük bir afetti.

Sosyal medyanın doğru kullanıldığı zaman pek çok insana faydası dokundu. Mesela Maraş’ta bir çadır kente uğradık. İnsanların mahremiyetlerini gözeterek, müsait olup olmadıklarını sorarak bir çadıra girdik. İki üç aile bir arada kalıyordu. Tek başına oturan bir kadın vardı, ismi Beşer. Onun için yapabileceğimiz bir şey var mı, diye sormak için yanına gittim. Enkazdan kurtarıldığını ve dört gündür çadırda olduğunu, burnunda kırık, vücudunda da ezilmeler olduğunu söyledi. Tedaviden sonra çadır kente bırakılmış. Eşi ve çocuklarından haberi yoktu, öldüklerini düşünüyordu. Cep telefonu da olmadığı için dört gün boyunca kimseye ulaşamamış “Sahipsizim kaldım!” dedi. Beşer Abla için ne yapabilirim diye düşündüm. Şahsi hesaplarıma hiçbir şey yüklemedim. Haber merkezimizin imkânlarından faydalanarak yardım edebileceğimizi düşündüğüm için bir dakikalık video çekip merkeze gönderdim. Sağ olsun editör arkadaşlarımız paylaşmış. Sonra farklı illerden akrabaları paylaşımları görüp numaralarını bırakmış. O telefon numaraları bana ulaştı, o numaraları aradım. Öldü zannettiği eşinin de oğlunun da hayatta olduğunu, ne yazık ki 10 yaşındaki kızının vefat ettiğini öğrendim. Tüm bunlar iki saat içerisinde oldu ve durumu ajite etmeden aileyi buluşturduk. Sosyal medyanın iyi tarafı ve gücü böyle zamanlarda ortaya çıkıyor. Ama bu niyetle alakalı bir şey. Yine Adıyaman’dan 20 kişilik bir aile evlerini, dükkânlarını kaybetmiş Mersin’e ya da Antalya’ya gitmeyi düşünüyorlar, neyi nasıl yapacaklarını bilmiyorlar. Pek çok insan buna cehalet diyecek ama değil; insanlar korku ve endişeden dolayı panik olmuş, hareket edemiyor. Ayrıca TV izleyemiyorlar, cep telefonları yok, internete ulaşamıyor. O günlerde internette paylaşılan şeylerden afet bölgesindeki kimsenin haberi olmadı ki! İşi gücü bıraktık, aileyi AFAD’dan yetkili arkadaşların yanına götürdük. Ertesi sabah yayın yaptığımız o aileden biri geldi “Abi Allah razı olsun sizden. Biz bugün saat 11’de Antalya’ya gidiyoruz” dedi.

Biz bir yandan yayına çıkıyoruz, bir yandan da sahayı izliyoruz. Deprem bölgesine çalıştığım kurum adına gidip habercilik, gazetecilik refleksini göstermeye çalıştım. Boş bulduğum aralarda da insanlara elimden geldiğince yardımcı olmaya gayret ettim. Sahada bir şeye gayret edersen cidden hiç ummadığın anda önün açılıyor. Bir aile dedi ki bizim ısıtıcıya ihtiyacımız var. 15 dakika sonra ayağımızın dibine içinde ısıtıcı olan bir araba geldi. Gönülden istersen bir şekilde geliyor. İçlerinden birini adık ve koşup ısıtıcı soran aileye verdik.

STK’ların arama kurtarma konusunda girişimde bulunması beni çok etkiledi.

Askerin sahaya geç inmesiyle alakalı çok konuşuldu. Kahramanmaraş’a 30. saatte ulaştığımızda askerimiz oradaydı. Trabzon Caddesi’nde sırayla kuyumcular var. Oralar bireysel olarak korunamaz. Keza bankaların önünde muhafızlar vardı. Jandarma, uzman çavuşlar, mavi bereli askerlerimiz oradaydı. Maraş’a gittiğimde kent genelinde asayişin sağlayan askerimizi sahada gördüm. Bize çok yardımcı da oldular. Ceyhan’dan 30 yıllık arkadaşım aradı “Cüneyt biz yerimizde duramadık. Köyde besiciler bir araya geldik, 50 koyun keseceğiz, oradaki insanlarımız bu soğukta et yesinler” dedi. Onlar sayesinde yaklaşık 500 kilo eti Jandarma İl Komutanlığı’mızın depolarına yerleştirdik.

Depremin sadece bizi vurduğunu sandık

İnsanlar öfkeli olmakta haklı çünkü acıları var. Adıyaman’a gittiğimizde bölge insanı “Depremin sadece bizi vurduğunu sandık” dedi. Apartmanda kavga çıksa ilk yardıma komşun gelir. Adıyaman yıkılmış ama komşuları Maraş da yıkılmış, Malatya da… Yaşanılan depremi 10 milyondan fazla insan hissetti ama aslında bu 85 milyon adına da dersler çıkarılması gereken büyük bir afetti. İnsanımızda büyük bir teslimiyet var. Maraşlı bir iş insanı “2 katlı evim, son model arabam, dükkânım gitti. Şimdi taburelerin üstünde oturuyoruz. Buna da şükür. Rabbimize teslim olduk,” dedi. Bunları söylerken hüngür hüngür ağlıyordu.

Deprem bölgelerine yapılan yardımlarda bazı kalemlerde ciddi anlamda fazlalık var. İsraf etmeden yardım etmemiz gerekiyor. İlk aylar bütün tırları oraya yığıp bırakmayalım. En az bir yıl boyunca şefkatli ellerimizi oradan çekmememiz gerekiyor.

Önümüz Ramazan; sahur, iftar, bayram… Konteyner kentlerde sağlık ocağı, okul vs. yapılacak. 99 depreminden sonra da gördük ki o konteyner kentlerde insanlar 2-3 yıl yaşayacak. Tabii ki ev konforu değil ama kötünün iyisi diyelim.

Orada yaşanan felaketi ve insanların teslimiyetini görünce kendi adıma çok ders çıkardım.

Enkaz kaldırma bittikten sonra bir rehabilitasyon süreci de olacak. Gündelik hayata dönmek elbette zor ama devletimizin gücüne inanıyorum. Bunu Van’da, Elazığ’da, selde, yangında başardık. İnsanlarımıza sözler verildi ve kısa sürede tutuldu. Dağ köylerine bile helikopterle ihtiyaçlar ulaştırıldı. Ama bu bir anda olmadı. İnsanlarımızdan şunu anlamalarını bekliyorum: 99 depreminde 150 bine yakın bina yıkılmıştı. Resmi rakam 17 bin ölüydü. Tabii sahipsiz ve kayıp olanlarla sayı çok daha fazlaydı. Eksiklikler, aksaklıklar olmadı mı? Oldu. Büyük bir yıkımdan bahsediyoruz. Gaziantep’te yıkım çok az ve orada hayatını kaybedenlerin sayısı yanlış hatırlamıyorsam 150 ile 200 arası. Ama 18 bin bina Antep’te yıkılacak deniliyor. Maraş’ta, Adıyaman’da, Hatay’da on binlerce bina yıkıldı ve yıkılacak yüz binlerce bina var. Önümüzdeki ilk bir yıl önemli çünkü orada eğitim, ticaret, sağlık rutinin dışına çıktı. Hiçbir şey normal seyrinde gitmeyecek.

Başka şehirlerde yakınları olanlar elbette şehirleri terk edip gittiler. İnsanın doğup büyüdüğü toprakları bırakması kolay değil. Yine dönülecek ki dönülmesi de lazım. Türkiye’nin deprem haritasına bakınca İç Anadolu ve Karadeniz’in bazı yerleri güvenli bulunuyor, insanlar oralara yönlendiriliyor. Bu elbette bir tedbir ama ölümün nerede bizi bulacağını bilemeyiz. Ben de depremin olduğu gece Adıyaman’da bir konferansa gidecektim. Hava muhalefeti sebebiyle uçağım kalkmadı. Gitseydim kalacağım yer KKTC’den gelen sporcuların hayatını kaybettiği İsias Otel'di.

Enkaz altından sağ çıkan son kişinin Suriyeli olması da bizim için bir mesaj

Maraş’ı, Adıyaman’ı, Hatayı görünce İstanbul’un bu büyüklükte bir depremi nasıl kaldıracağını düşünemiyorum. Hollywood’da çekilen felaket filmlerinin bile ötesinde… İstanbul’a geldikten sonra kafamda o senaryoyu kurdum. Maraş ve Hatay’da 500 yılda bir yıkıcı ve adeta kadim şehirleri yerle bir eden depremler olmuş. 500 yıllık bir enerjinin dışarı çıktığını görüyoruz. Bu öngörülebilir miydi, öngörülemez miydi diye bir profesörümüze sordum. Herkes diyor ki bilime inanın, güvenin.

Bilim insanlarımız bir araya gelsinler şu yaşadığımız deprem fırtınasında bize ne yaşadığımızı anlatsınlar. Bizim de kafamız karıştı. Şimdi herkes panik hâlinde. Bingöl’de Erzincan’da ya da Adana’da yaşayanı düşünsenize şu anda! İstanbul’dakileri düşünün.

Bu betonu tuğlayı da artık bir tarafa bırakalım. 3 kuruş kısalım da cebimiz dolsun yerine 3 kuruş fazla verelim. Evi 20 metrekare küçülecek diye kentsel dönüşüme karşı çıkan insanlar var. Bu hesapları bırakmamız lazım. Sonuçta gireceğimiz yer 2 metrekare mezar.

Önümüzdeki ilk bir yıl önemli çünkü orada eğitim, ticaret, sağlık rutinin dışına çıktı. Hiçbir şey normal seyrinde gitmeyecek.

Bölgedeyken gözümü kapatıp birkaç saat uyusam şu yaşadıklarımı, gördüklerimi unutsam, hepsi bir rüya olsa, dedim ama hepsi gerçekti. Orada yaşanan felaketi ve insanların teslimiyetini görünce kendi adıma çok ders çıkardım. Ülkemizdeki tüm müteahhitler ellerini vicdanına koysun düşünsün. Bu yıkımlarda sorumluluğu olan herkes düşünsün. Hepimiz kendi adımıza eksiklerimizi düşünelim. Maalesef büyük kentlerde taş yapıların arasında mahallemizi, kültürümüzü, yardımlaşmayı ve beraberindeki pek çok şeyi unuttuk. Deprem bize kaybettiğimiz şeyleri hatırlattı. Enkaz altından sağ çıkan son kişinin Suriyeli olması da bizim için bir mesajdı. Bunu da düşünelim.