Kahramanmaraş depreminde dört gün

EMRE SARICA
Abone Ol

Suriye sınırında bulunan mülteci kamplarındaki zorlu şartları görüntülemek ve kış yardımı ulaştırmak amacıyla Kilis’e gelmiştik. Geceyi İHH Kilis Koordinasyon Merkezinde geçiriyorduk. Gece hayatımda yaşadığım en şiddetli sarsıntıyla uyandım. Saat 04.30’u gösteriyordu. Ne olduğunu anlayana kadar sarsıntı daha da arttı. Deprem alarmı bir çığlık gibi yankılanmaya başladı. Yattığım yerden doğrulup ekip arkadaşımın odasına koştum. Ayakta durmakta zorlanıyordum. Kapıya bütün gücümle defalarca vurdum. Arkadaşım uyanınca birlikte binayı terk ettik. Aşağıya indiğimizde sallanmaya devam ediyorduk. Herkes gibi şoka girmiş konuşamıyor, sadece bekliyorduk. Bundan sonraki ilk dört günü sizlere saati saatine anlatacağım.

1. Gün

Üstlerinde battaniye ve ellerinde karton bardak olan insanları görüyorum, yüzlerinde endişe var.

04.45: Büyük deprem bitmiş fakat artçılar devam ediyor. Çok güçlü artçılar. Bahçedeki çardağın yanında duruyoruz. Zaman zaman altımızda fokurdayan toprağın sesini duyuyoruz.

05.00: Buradaki personeller Kilis’te yaşayan diğer personellerin güvenliğinden emin olmak için araçla merkezden çıkıyor. Biz ise hâlâ ne yapacağımızı bilmiyoruz. Artçı sarsıntılar devam ediyor.

05.30: Kilis’te bulunan diğer personeller aileleriyle beraber merkeze getirildi. Çok şükür kimsede kayıp veya hasar yok.

06.00: Merkezde en az 150 kişi var. Bir kriz masası kuruluyor. Bölge sorumlusu Yakup Işık liderliğinde depo envanteri inceleniyor ve acil olarak yapılabilecek yardımlar organize ediliyor. Kurum olarak hızlı bir şekilde aksiyon alıp harekete geçiyoruz.

07.00: Gönderilecek yardımların hazırlanmasına yardım etmek için depoya gidip elimden geleni yapıyorum. Dışarıda yağış var ve böylesine acil bir durumda ıslanmak işimizi zorlaştırıyor. Bu arada ekipler organize oluyor, ihtiyaç tespitleri yapılıyor ve yola çıkmak için hazırlar.

09.00: Kilis’in merkezine doğru hasar tespiti ve gözlem için yola çıkıyoruz. Gittiğimiz yerde insanların sıcak çorba ve su alabilecekleri bir ihtiyaç çadırı kuruyoruz.

  • 12.15: Enkaz bölgelerini geziyoruz. Etraftaki camilerin minareleri yıkılmış. Üstlerinde battaniye ve ellerinde karton bardak olan insanları görüyorum, yüzlerinde endişe var.

Arama kurtarma ekibimiz enkaz altındaki insanlardan ses almışlar, tüm güçleriyle çalışıyor.

13.30:Gaziantep’te İHH Arama Kurtarma ekiplerinin faaliyete geçtiğini öğrenip oraya gitmeye karar veriyoruz. Ama önce merkeze dönüp eşyalarımızı hızlıca toplamamız gerek. Merkezde eşyaları yerleştirdiğimiz sırada tekrar şiddetli bir depremle sallanıyoruz. Bu sefer panik yapmadan aşağı iniyorum. Elbistan’da olan bu ikinci deprem 7,6 büyüklüğündeymiş. Sarsıntı sona erince çantalarımızı alıp Gaziantep’e doğru yola koyuluyoruz. Yaklaşık iki saat sonra sahadayız.

16.30: Gaziantep’in durumu Kilis’ten daha kötü. Sisli bir manzara ile karşı karşıyayım, yönünü tayin edemediğim r feryatlar birbirine karışmış. Tek cadde üzerinde yıkılmış üç tane büyük apartman var, en az 6-7 katlılar. Göçük altında kalan onlarca aile var.

17.00: Hava buz gibi ve yağmur yağıyor. Her göçüğün karşısında yakınlarından güzel bir haber alma umuduyla bekleyen onlarca insan var. Ellerini açıp dualar eden insanlar görüyorum. Hayatlarının en uzun bekleyişini yaşıyorlar. Enkaz altında kalan insanların sayısını hesaplayamıyorum. Yanımızda yeterli kışlık ekipman olmadığı için zor anlar yaşıyoruz. Yağış şiddetini artırıyor, ayağımızda bot yok ve çoraplarımız şimdiden ıslandı. Caddenin üst tarafında içi tıklım tıklım bir benzinlik var. Oradan bulabildiğimiz erzakları alıyoruz. Arka caddedeki enkaz alanına gidiyoruz, oradaki enkazda Kayseri İHH Arama Kurtarma ekibini görüyoruz. Ekip başlarıyla görüşüp durumla ilgili bilgi alıyorum. İlk sarsıntıda bina yıkılmayınca arabasını çıkarmak için garaja giren bir kişi artçı depremde yıkılan binanın altında kalarak vefat etmiş. Kulağımda “Sesimi duyan var mı?’’ cümlesi yankılanıyor. Ekipler, enkaz altında kalanlardan yaşam belirtisi alabilmek için bu cümleyi tekrar edip duruyor. Hava çok tozlu, nefes alabilmek çok zor. Arama kurtarma gönüllülerinden birinin ayağı enkazda çalışırken kırılıyor. Canlarını hiçe sayarak çabalayan bu insanların tamamen gönüllü olarak bunu yaptıklarını orada daha iyi kavrıyorum. Arama kurtarma ekiplerinin yaktığı ateşin etrafında çok sayıda insan var. Kahramanmaraş’a gitmek üzere yola koyuluyoruz.

Depoya yardımları yükledikten sonra bir kamyonete sığabildiği kadar erzak alıyor ve tekrar Kahramanmaraş’a doğru üç araçla yola koyuluyoruz.

21.00: Kapkaranlık bir hava, tam bir kargaşa hâkim. Her yerde siren sesleri yankılanıyor, savaş çıkmış gibi… Belki de savaşın veremeyeceği hasarı aldık diye düşünüyorum. Ne yapacağını bilemez hâlde sağa sola koşuşturan insanlar görüyorum. Arama kurtarma ekibimiz enkaz altındaki insanlardan ses almışlar, tüm güçleriyle çalışıyor. Etrafta yakınlarını bekleyenler var. Çığlıklar ve ağlama sesleri birbirine karışıyor. Çevremde olup bitenlere inanamıyorum fakat her şey tüm gerçekliğiyle gözümün önünde… Çok geçmeden, ömrümdeki en vurucu anlardan birine şahit oluyorum. Bir anne ve beş yaşındaki kızını buldular. Annesi, deprem anında kızına sarılmış, o şekilde vefat etmişler. Yanlarında da kızın oyuncak bebeği var. Belki de en sevdiği oyuncağı. Bir battaniyeye sarılıp cenaze aracının alması için bekletiliyor. Bu olaydan birkaç saat sonra vefat eden annenin ablası geliyor. Kız kardeşi ve yeğeninin vefatından habersiz, göçükten çıkmasını bekliyor. Ona kardeşi ve yeğeninin orada öylece yattığını söyleyemiyoruz.

2. Gün

Zaman zaman altımızda fokurdayan toprağın sesini duyuyoruz.

00.00: Bulunduğumuz yerin birkaç sokak ötesinde, ekiplerimizin çalıştığı diğer enkaz alanına geçiyoruz. Arama kurtarma ekiplerimiz teçhizatlarını kurmuş, enkaz üstünde çalışıyor. Enkaz, yokuşta olduğundan, kayma tehlikesine karşın etrafı kapatılmış. Kurtarmaya çalıştıkları Sümeyye isminde genç bir kızla konuşuyorlar. Biraz uyuyabilmek için arabaya geçiyoruz.

09.00: İki büklüm uyanıyoruz. Yağmur durmuş ama dışarıda dayanılmaz bir soğuk var. Gün ışığıyla birlikte, depremin verdiği hasarı daha net görüyorum. Çoğu bina yıkılmış, yıkılmayanlar ise ağır hasarlı. İnsanlar kendi imkânlarıyla çadır kurmuşlar. Soğuktan korunmak ve beslenmek için yardıma ihtiyaçları var. Sabah beş civarı Sümeyye’yi enkazdan çıkarmışlar. Onca acının arasında yaşadığım ilk mutluluk bu oldu.

10.00: Yakınlarını bekleyen ailelerin sayısı artmış. Emrah abiyle tanışıp biraz konuşuyoruz. “Normalde soğukkanlıyımdır ama deprem öyle şiddetliydi ki evden bile çıkamadım, sonra hemen buraya geldim” diyor. Annesiyle babası göçük altında. Umudunu yitirmeyip onları bekliyor.

11.00: Enkazdan Emrah abinin babası Musa amca çıkarılıyor. Maalesef yaşamını yitirmiş. Onun acısı bizim de acımız oluyor. Şimdi annesinden bir haber, bir ses bekliyor. Kalan son umudunu ona bağlamış durumda.

14.00: Su arayışıyla, enkaz alanına yakın olan Kahramanmaraş İl Emniyet Müdürlüğüne gidiyorum. İnsanlar burayı sığınak olarak kullanıyor. Herkes altına bir battaniye alıp binanın ana holüne sığınmış. Su ve gıda gibi temel ihtiyaçlara erişimleri kısıtlı. Yüzlerinde, “Başka bir deprem olacak mı?” endişesi var

16.00: Alana döndüğümde insanların bekleyişi ve ekiplerin mücadelesi devam ediyor. Emrah abinin annesi sağ olarak çıkarılıyor. Sevinç gözyaşlarıyla ekip amiri olan Ahmet abiye koşup sarılıyor. “Bana dünyaları verdiniz.” cümlesini tekrarlarken kız kardeşi Hatice, “Ben bir öğretmenim, öğrencilerimi Ahmet ve ekibi gibi cesur ve ahlaklı yetiştireceğime söz veriyorum.” diyor. Şimdi moralimiz daha iyi.

22.00: Çalışmaları biraz daha takip ettikten sonra Reyhanlı’ya doğru yola çıkıyoruz.

3. Gün

Bu deprem bize tüm bildiklerimizi unutturdu, kaç yıllık arama kurtarma uzmanıyım, böyle afet görmedim.

10.00: İHH Reyhanlı Eğitim Kampüsünde biraz vakit geçirdikten sonra Koordinasyon Merkezine gidiyoruz. Burası, enkaz bölgelerine gitmek üzere hazırlanan arama kurtarma ekipleriyle dolu. Vardiyalı olarak çalışıyorlar. Antakya’ya giden bir ekibe dahil oluyoruz ve onlarla birlikte yola koyuluyoruz.

13.00: Bölgeden Sid ve Yusuf ile yardım malzemesi dolu üç araçla birlikte yoldayız. Araçlardan biri arızalanıyor ve yolumuza iki araçla devam ediyoruz. Yolda Sid ve Yusuf’un hikâyelerini dinliyorum. Göçük altında kalan bir sürü akrabaları var ve çoğu vefat etmiş. Yusuf’un dedesi, tam binadan inerken merdivenlerde bina üstüne çökmüş. Her gittiğim ilde burası diğerlerinden daha kötü gibi hissediyorum fakat Antakya’da durum tam olarak böyle. Şehir tamamen yıkılmış. Şehrin girişinde trafik kilit hâlde. Sokaklar yığılmış moloz ve kırık camlarla dolu. İnsanlar nerede kalacaklarını bilmiyor, bazıları kendi imkânlarıyla çadır kurmuş, aracı olanlar şehri terk etmeye çalışıyor.

15.00: Bir bölgede dağıtım yapmak için araçlardan iniyoruz. Artçı bir deprem daha oluyor. Artık depremlere alışmaya başladık. Afetzedelere acil yardım malzemeleri dağıttıktan sonra Kilis’e dönmeyi planlıyoruz. Dönüş yolu o kadar yoğun ki aracın kontağını kapatıp arabadan iniyoruz ve trafikteki insanlara su dağıtmaya başlıyoruz.

20.00: Saatler süren yolculuğun ardından tekrar Kilis’e vardık. Buranın durumu da Reyhanlı ile aynı, çok kalabalık. Kendimize bir minder bulup yemekhanede bir köşeye kıvrılıyoruz. Bu, deprem olduğundan beri yattığım ilk yatak.

4. Gün

Hayatlarının en uzun bekleyişini yaşıyorlar.

10.00:Sabah uyanır uyanmaz Gaziantep’e gidiyoruz. Van’dan gelen bir iyilik tırını büyükçe bir depoya indireceğiz. Oradan da çeşitli illere, ilçelere dağıtım yapılacak. Yardımlar depoya indirilirken, Van’dan gönüllü gelen tırın şoförü ile muhabbet ediyoruz. Ercan abi, Van depremini yaşayan biri olarak, deprem olduğundaki üzüntüsünü dile getiriyor: “Van’dan o kadar yardım çıktı ki yeterli araç bulunmuyordu. Ben İHH ile geldim, sizin her yere ulaştığınızı biliyorum.” diyor. Depoya yardımları yükledikten sonra bir kamyonete sığabildiği kadar erzak alıyor ve tekrar Kahramanmaraş’a doğru üç araçla yola koyuluyoruz. Yollar yer yer çatlamış.

14.00: Pazarcık’ta dağıtıma başladığımız ilk bölgede halktan biri “Buraya yardım ulaştı, ulaşmayan yerlere gidin.” diyerek bizi başka yere yönlendiriyor. İnsanımız gerçekten çok merhametli.

Canlarını hiçe sayarak çabalayan bu insanların tamamen gönüllü olarak bunu yaptıklarını orada daha iyi kavrıyorum.

17.00: İşlerimizi tamamlayıp Gaziantep’e dönmek üzere yola çıkıyoruz. Ofise vardığımızda, depremden 50 saat sonra 4 aylık Duru bebeği enkazdan çıkaran arama kurtarma personeli Ahmet Türkmenoğlu ile karşılaşıyoruz. Üstü başı toz içinde anlatmaya başlıyor: “Suriye’de yardım çalışması yapmak için Gaziantep’ten Azez’e doğru gidiyordum. Otobüs birden sağa sola savruldu. Biraz ileride yol çökünce deprem olduğunu anladık. Hemen arama kurtarma birimindeki arkadaşlarımla haberleştim ve Gaziantep’e dönmek için otobüsten indim. Sırtımda çantayla 4-5 kilometre koştum. Nihayet bir TIR şoförü yanaştı. Durumu anlatınca beni Antep’in girişine kadar götürdü. Ama hızlıca binaların yıkıldığı bölgelere ulaşmam gerekiyordu. Kendimi bir arabanın önüne attım ve durumu anlattım. Beni götürmeye çalışıyordu ama trafik kilitlendi. İndim ve tekrar koşmaya başladım. O sırada ekip arkadaşım Ali abiyi gördüm. Arabasını park etti, ailesini bıraktı ve AFAD’la iletişime geçtikten sonra enkaz bölgesine geçtik. Bir bina enkazında çalışmalara başladık. Birkaç kişiden ses geliyordu. Ama birden, diğerlerinden farklı bir ses duydum. Bebek sesi. Hemen oraya gittim. Bir bebeğin teyzesiyle birlikte sıkıştığını gördüm. Hemen kurtarma çalışmalarına başladık. Zor bir yerdeydi. Çok şükür, saatler sürse de Duru bebeği kurtardık. Hiçbir şeyi yoktu, çok sağlıklıydı. Teyzesi kendisini ona siper etmiş, yaralanmıştı. Sonra Duru’nun babası Murat’ı gördüm. Yüzü toz içindeydi. ‘Beni burada bırakma!’ diye bağırdı. Kurtarma çalışmaları yaparken art arda artçı depremler oluyordu. Nihayet Duru’nun babasını da sağ olarak kurtardık. Günlerdir enkazdayım. Tüm arkadaşlarım yoruldu ama fedakârca çalışmaya devam ediyorlar.

21.00:Merkezdeki enkaz alanına gidiyoruz. Artık arama kurtarma çalışmalarında son kritik saatler. “Sesimi duyan var mı?” cümleleri son umutla yankılanıyor. Enkaz başında yakınlarını bekleyen ailelerin ümitleri tükenmek üzere. Üstlerinde battaniyeler, ateşin başında ısınmaya çalışıyorlar. Günlerdir oradalar, yakınlarından gelecek tek bir ses için dünyaları vermeye hazırlar.

22.00: Arama kurtarma ekibi koordinatörü Yaşar abi ile sohbet ediyoruz. “Bu deprem bize tüm bildiklerimizi unutturdu, kaç yıllık arama kurtarma uzmanıyım, böyle afet görmedim.” diyor. Ben ise yaşadığım şehir İstanbul’da böyle bir depremi tahayyül dahi edemiyorum.

Arama kurtarma ekiplerimiz teçhizatlarını kurmuş, enkaz üstünde çalışıyor.

00.00: Ofise geri dönüyoruz ve biraz olsun uyumaya çalışıyoruz. Gece zaman zaman deprem oluyor endişesi ile uyanıyorum. Yarın İstanbul’a dönecek olmamızın burukluğuyla uyumaya çalışıyorum.

  • Tüm bu yaşadıklarımdan çıkardığım bir ders var. Artık deprem için her anlamda hazırlıklı olmalı ve sevdiklerimize sıkı sıkı sarılmalıyız. Ertelemeden, görmezden gelmeden yapmalıyız bunu. Annesine, babasına, çocuğuna bir kez daha sarılması artık mümkün olmayan onlarca insana şahit oldum. İyiliğe ve güzel ahlaka sarılıp gereken tedbirleri almalı, güzel bir toplum inşa etmeliyiz. Böyle yaparsak gelecek için ümitvar olabiliriz.