Kültür yönetim meselesini bir pışpışlama biçimi zannediyoruz!

HABER MASASI
Abone Ol

İsmail Kılıçarslan, Türkiye’de kültürel iktidar ve dayatmaları üzerine en çok yazan-çizen-konuşan isimlerden biri… Bununla kalmayıp itirazım var dediği yerden, olmasını düşündüğü şekliyle kültür üreticiliği de yapıyor. Kendisiyle Üsküdar’daki mekânında buluştuk. Yerel yönetimler için kültür sanat üretimi yapmanın zorluklarını, bu işlerdeki plansızlığı, mahallede kültürün yönetiminin neden önemsenmediğini konuştuk. Hâliyle konu festivallere, konserlere, politik mesajlara, bu işlerdeki başarısızlıklara da geldi. İyi örneklerin, pratik önerilerin ve bazı hayallerin de yer aldığı sohbetimize sizi de davet ediyoruz.

Kültürün planlanması yıllardır konuşageldiğimiz fakat bu konuda ne kadar başarılı olunduğu tartışmalı bir mevzu… Sizce kültür neden planlanmalı?

Kültürün hayatımızı dönüştüren, yaşam alanımızı, reflekslerimizi, neyi beğenip-beğenmeyeceğimizi ve tercihlerimizi belirleyen devasa bir endüstri olduğunu kabul etmemek, kültür endüstrisinde yönetimi başkasına devretmek manasına gelir.

Bir fabrikanızın olduğunu ve çelik boru ürettiğinizi düşünün. Bu çelik borunun üretimini birkaç bakımdan hesap etmek ve planlamak zorunda kalırsınız: müşterinin o çelik boruyu isteyip istemediği, çelik boruyu üretirken ortaya çıkacak maliyet, pazarlarken yaşayacağınız zorluklar, çalıştıracağınız işçi, sahip olacağınız fabrikanın metrekaresi diye uzar gider. Kültürü planlamak çelik boru üretmekten niçin ayrı olsun? Çelik de bir endüstri, kültür de… Kötü bir haberim var: Dünyada kültür endüstrisi, çelik endüstrisinden daha yüksek bir ekonomik değere sahip! Dolayısıyla “Kültürü niçin planlamalıyız?” sorusunu cevaplamayı bile reddetmeliyiz. Tabii ki planlayacaksın; üretimin, hedef kitlen, pazar payın, ekonomik çıktın var. Kültürün endüstri olduğunu kabule yanaşmayan, kültürü “cici bir şey” olarak görüp ”ne kadar da güzel” diye tanımlayan geri zekâlılar yüzünden -lütfen bunu böyle yaz- Türkiye’de kültürü planlayamıyoruz. Çünkü kültürün hayatımızı dönüştüren, yaşam alanımızı, reflekslerimizi, neyi beğenip-beğenmeyeceğimizi ve tercihlerimizi belirleyen devasa bir endüstri olduğunu kabul etmemek, kültür endüstrisinde yönetimi başkasına devretmek manasına gelir.

Tüm bunları kabul etmiyor muyuz?

Etmiyoruz. Etseydik şahane kültürel eylem planlarımız, stratejik planlamalarımız ve kültürü insanlara nasıl taşıyacağımıza dair stratejik iletişim planlarımız olurdu. Bunların hiçbiri yok! Türkiye’de kültür bütünüyle rastlantısal olarak üretilir. Şansınız yaver gider de doğru insanlarla muhatap olursanız -kültürü yöneten taraflar açısından söylüyorum- ve onların ilgileriyle sizin planladıklarınız uygunsa işleriniz yolunda gider.

Bunu kimin için söylüyorsunuz?

Mahir Ünal.

AK Parti ve çevresi için. Türkiye’de kültür endüstrisi “kültürel iktidar” kavramıyla da yan yana düşündüğümüzde, seküler mahalle tarafından bizden çok daha büyük bir başarıyla planlanan ve yürütülen bir şeydir. Ben bugüne kadar AK Parti çevreleri tarafından kültürün planlandığını bir kez gördüm, o da Mahir Ünal’ın Kültür Bakanlığı dönemindeydi. Bakan olur olmaz “Türkiye’nin bütün illeri için kültürel eylem planı yapacağız.” açıklamasını yaptı ve İstanbul dahil olmak üzere yaklaşık on iki il için bir kültürel eylem planı çalıştı. Bu kapsamda GENÇDES isimli genç kültürü destekleme programını da açıkladı. Fakat bu 6 ayın sonunda Mahir Ünal görevini bırakır bırakmaz hem kültürel eylem planları rafa kalktı hem de bu proje azalarak bitti.

Üniversitelerimizde yeterli Kültür Yönetimi bölümü yok!

Sonuçta bir bakanın görev değişikliğinden sonra, yaptığı iyi işlerin rafa kaldırılmış olması da yönetemediğimiz kültür politikalarına dahil oluyor

Hiç çekinmeden örnek vereyim. Sakarya Büyükşehir Belediyesi bundan önceki dönemde bir Kültür Daire Başkanı sayesinde Türkiye’nin örnek gösterilebilecek bir kültürel yönetim modelini geliştirdi. Yeni belediye başkanı gelir gelmez ilk iş olarak o ismi görevinden aldı. Her şeyin tek bir insana bağlı olduğu rastlantısal bir kültür yönetiminden büyük iddialar ortaya çıkabilir mi? En önemli konulardan biri de insan kaynağı meselesi… Takip ettiğim yıllarda Türkiye’de Bilgi ve Sabancı Üniversiteleri dışında Kültür Yönetimi bölümü yoktu.

Bu iki üniversiteye Yıldız Teknik, Yeditepe, İstanbul Kültür ve İstanbul Aydın eklendi. Diğer bazı üniversitelerde yüksek lisans ve doktora programları var.

Bir şehirde kültür sanat talep eden bir kitleyi yakaladığın zaman her geçen gün şehrin kültürel tüketim beklentisi artar, sen de onu karşılamaya başlarsın.

Ülkemizde büyükşehir, il, ilçe ve beldeleri topladığımızda 1389 belediye var. Kültür Yönetimi biriminde çalışacak toplam insan kaynağı sayımıza da yedi-sekiz bin diyelim. Bu insanların mezun olması gereken yeterli Kültür Yönetimi bölümümüz bile yok. Tamam bazı kişilerin doğal yetenekleri vardır, iki binini de öyle sayalım. Geriye kalan altı bin kişinin işin teorik ve akademik alt yapısını biliyor olması, “Kültürel yönetim ne demektir?” diye sorduğunuzda “Konferans yapmaktır.” cevabını vermemesi gerekiyor.

Üstelik henüz bu sayıya Kültür Bakanlığı’nda çalışan “uzman” dediğimiz kişileri de eklemedik. Sonuçta onların da bu alandan mezun olması gerekiyor.

Mümkün mü böyle bir şey? Kültür Bakanlığı’nda Kültür Yönetimi alanından mezun çalışan insan sayısı üç yüz ise ben de hiçbir şey bilmiyorum. “Biraz okumuş-yazmış bir adam var onu alalım“ diye gidiyor işler. “Bu arkadaş şu birimde çalışmıştı ve kitap okuyor“ diye yürüyor. Hâlbuki kültürü yönetecek birinin -iddia ediyorum kitap okumasına gerek yok! Yani entelektüel birinin kültür yönetmesine gerek yok! Bu tıpkı çelik fabrikasındaki usta başının demirin hangi madenden nasıl çıkartıldığını biliyor olması gibi… Bilmesine gerek yok, onun işi sadece mükemmel çelik borular yapmaktır. Hedef kitlen için bölgesel analizlerle şehrin durumunu, ihtiyaçlarını, kültürel tüketim alışkanlıklarını belirlemen ve bu şehirde kültürü nasıl ilerletilebileceğine dair bir eylem planı hazırlaman gerekiyor. Sonra da bu eylem planını mükemmel şekilde işletmelisin. Mesela gidiyorlar belediye başkanına “Bunu yapmanız lazım başkanım!” diye bir şey öneriyorlar. Peki, bu şehrin buna ihtiyacı olduğuna dair elindeki araştırmayı, anket sonucunu, fizibilite çalışmanı görebilir miyim? Tabii ki yok.

Belki de şehir Necip Fazıl etkinliğine doymuştur!

Peki ne var, bunu hangi çıktıya göre söyleyebiliyorlar?

Sinead O’Connor.

Abimiz oturuyor ve şöyle diyor: “Necip Fazıl rahmetlinin de vefat yıldönümü yaklaşıyor, şunu başkana söyleyelim de yaptıralım.” Belki istemiyor şehir, ihtiyacı yok, Necip Fazıl etkinliğine doymuş. Hatta belki şehir senden Necip Fazıl yerine Sinead O’Connor anmasını talep ediyor!

Yerel yönetimler kendilerini miras değeri taşıyan unsurlarla, güncel arasında tercih yapmak zorumda hissediyor. İkisinin harmanlandığı işler daha çok dikkat çekmez mi?

Her türlü olabilir. Türkiye’de kültür yönetimi dediğimizde gerçekten neyin üzerine konuştuğumuz belli değil. Neyi tanımlamamız gerektiğine dair de ufukta herhangi bir konsensüs görünmüyor. Belediye başkanı şehrine insan gelsin istiyor. Bunu birkaç katmana ayırarak yapmalıdır: Diyelim ki şehrinde doğrudan karar alma mekanizmalarını etkileyen ve nitelikli kültür tüketmek isteyen beş yüz kişi var. Onlar için bir şey ürettiğinde katılım sayısını önemsememelisin. Şehrindeki genç ve eğitimli kitlen için paranın boşa gitmeyeceği “küçük, ince, tatlı” mesajlar da verebileceğin kültürel etkinlikler yapabilirsin. Aynı şehrin genel geçer kültürel üretime de ihtiyacı var. Oraya daha çok para harcayabilir, salonlarını o etkinliklerde doldurabilirsin. Katılımı daha da artırmak için istersen etkinliklerden sonra pilav dağıt. Böylece şehrin kültür üretim ve tüketiminde en alttan en üst sınıfa kadar bir memnuniyet haritası oluşturursun. Belediyeler bu proseslerin hiçbirini hesaba katmadan iş tutuyor. Kültür Bakanlığına ise hiç girmeyelim. Türkiye’de böyle bir bakanlığın varlığına ikna olmuş değilim.

Kültürel olarak başarabileceğimiz toplumsal barış hamleleri plastikleştiriliyor

Girsek iyi olur. Son yıllarda yapılan kültür yolu festivallerini nasıl buluyorsunuz?

Aman ne kadar başarılı buluyorum! Şehirlerin bütün yerel ihtiyaçlarını gözetmiş, araştırmış, buna göre de kültür yolu planlamışlar. Diyarbakır’da, İstanbul’da, Konya’da ayrı ayrı şehrin akademisyenleriyle, kültür yöneticileriyle bir araya gelmişler! Öyle olmuyor ki! 3-4 tane ajansla oturup kültür yolu planlıyorlar. Türkiye’de turizm bakanlığı var ve çok iyi çalışıyor ama kültür bakanlığı yok. Geçen sene yapılan Kültür Yolu Festivalleri’nin hangisine gittin?

Özellikle takip etmedim ama karşıma çıkanlardan Galata Mevlevihanesi’nde Alevi-Bektaşi deyişleri hoşuma gitti. Şişhane’ye yürürken Yeni Türkü konserine denk gelmeyi de sevdim.

Mevlevihane’de Alevilik güzel, multikültürel falan… Kanto akşamını görmeni isterdim. Yıkılıyordu yani! Bunlar çok başarılı işler!

Beyoğlu’nu merkeze aldığımızda etkinlikler hedef kitle gözetilerek yapılmış gibiydi.

Bakanlık bunu analiz etmiştir diyorsun? Tabii rastlantısal bir şey olduğunu iddia edemem, verdiği ajanslarda kafası çalışan bir sürü adam vardır. Bu arada bu etkinlikleri yapan o ajanslara da hiçbir lafım yok. Arkadaşlar büyük bir başarıyla onlardan ne talep ediliyorsa yapıyor.

Yapılanlar verilere dayalı bir plan dahilinde değil diyorsunuz

Sabahat Akkiraz.

Tabii ki değil. Ajanstakiler ellerinde veri olmaksızın Beyoğlu’na ne gider diye düşünüyor: Romanlar var, onlara bir şey yapalım. Burası eski Direklerarası kanto akşamı yapalım. Mevlevihane var, multikültürel bir şey yapalım. Mevlevihane’de Alevi-Bektaşi deyişleri olmamış diye itiraz etmeye kalktığında ise kızıyorlar. İnsene kardeşim Okmeydanı’na doğru, aslanlar gibi cemevleri var. Orada bir cem ayini düzenle de hayran kalalım. Okmeydanı’ndaki Alevi kardeşimi de memnun et. Düşünsene; Sabahat Akkiraz’ı ya da Albayrak Kardeşler’i getirmişler, ayinicem icra ettiriyorlar. Haydi abartılı bir teklif sunayım; Babagân Bektaşileri’ni getirmişler Denizli’den, 600 yıldır yaptıkları gibi cem yapıyorlar. Bu ne kadar güzel bir şey, diye kanımız donuyor.

Hayali bile çok güzel! Düşününce olmayacak bir şey de değil. Neden yapılamıyor?

Ayinicem.

Çünkü Galata Mevlevihanesi’nde plastik bir ayinicem yaptığında toplumsal barışa katkı sağladığını düşünüyor. Türkiye’de kültürel olarak başarabileceğimiz pek çok toplumsal barış hamlesini plastikleştirerek elden kaçırıyoruz. Alevi dedesinin dualayıp afiyet olsun dediği sofraya hiç oturdun mu? Bu kültürü Türkiye’de sevmeyecek herhangi birini tanıyor musun? Araştırsak %5’i geçmez. Ve bunu yönetemediğimiz için de bazı şeyleri işte o %5 belirliyor.

O zaman tam da burada “Neden yönetemedik?” sorusuna gelelim.

Çünkü önemsemiyoruz! Bakınız kültür bakanı seçimlerimiz: Erkan Mumcu ANAP’lıydı. Ertuğrul Günay CHP’liydi. Hem de içimizden bu işi takır takır yapabilecek pek çok insan kaynağı varken bu seçimler yapıldı. Sonraki bazı isimler de bakanlıktan derhal kurtulmak üzere gitti. Bakanlığın turizm kısmını önemsiyoruz çünkü 50 milyar dolar para getiriyor. Buna sözüm yok ama kültür kısmı Türkiye’nin en önemsiz bakanlığıdır.

Dede Korkut’u satmayı denedin mi?

20 yıl önce fakülteyle birlikte Kanal 7’de stajyer olarak çalışmaya başladığımda, sizin kültür programlarını ne kadar emek vererek hazırladığınıza, kültürü inşa etmek üzerine heyecanlı sohbetlerinize şahit olmuştum. O günlerde böyle bir söyleşi yapsaydık muhtemelen sohbetimiz çok başka olurdu. Şu an 20 yılını kaçırdığımız bir treni son 5 yılda yakalayamayacağımızı düşündüm.

Bu trenin kaçmayacağına dair elimizde en küçük bir done yok maalesef, keşke olsa!.. Çünkü kültür yönetim meselesini bir pışpışlama biçimi zannediyoruz. Türk kültürünün tanıtılması gibi şeylerle oyalanıyoruz. Kültür Bakanlığı’nın sadece Türkiye’nin değil ülkemizin etki alanındaki her yerin kılcal damarlarına ulaşabileceği bir stratejik planı var mı? Özbekistan’da, Tacikistan’da, Kırgızistan’da, Kosova’da, Bosna’da, Makedonya’da ne yapıyoruz? Çin’de de etki alanımız var, ne yapıyoruz?

“Salur Kazan’ın Ejderhayı Öldürmesi” isimli 13. öykü ortaya çıktı. Bu öykü neredeyse 800 yaşında ve şahane dramatik bir yapısı var.

2010 Kültür Başkenti’nin nasıl bir hırsızlık operasyonuna dönüştürüldüğünü unuturuz zannediyorlar. Vallahi unutmayacağız! Çünkü neyin kavgasını verdiğimizi unutmuyoruz. Biz Türkiye’de Müslüman-Türk kültürünün yaygınlaşmasının kavgasını veriyoruz. Basit bir örnek verelim: Son 10 yılın Türkiye’deki hatta Türk dünyasındaki kültür olayı neydi? Türk kültürünün hazinesi Dede Korkut’un Türkistan Nüshası’nın bulunması! “Salur Kazan’ın Ejderhayı Öldürmesi” isimli 13. öykü ortaya çıktı. Bu öykü neredeyse 800 yaşında ve şahane dramatik bir yapısı var.

Filmi çekildi mi? Çizgi filmi yapıldı mı? Tiyatro oyunu yapıldı mı? Çocuklar için versiyonlarını gördük mü? Çizgi romanı oldu mu? Hangisi oldu?

Sadece haberimiz oldu ve metin yayımlandı.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Dede Korkut’un yeni hikâyesine ayırabilecek 10-15 milyonu ya da daha fazlası yok mudur? Vardır. Niye yapmıyoruz çünkü hiç kimsenin umurunda değil. Abdülhamid Han’a yapılabilecek en büyük haksızlığı da bir diziyle yaptık ama nedense onu çok umursadık.

Yurt dışında çok satıyor bu diziler diye…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Dede Korkut’un yeni hikâyesine ayırabilecek 10-15 milyonu ya da daha fazlası yok mudur? Vardır. Niye yapmıyoruz çünkü hiç kimsenin umurunda değil.

Dede Korkut’u satmayı denedin mi? Denemedin! Ejderhanın olduğu bir süper kahraman Salur Kazan ve öyle bir anlatı derinliği var ki! Bunun satılabilir bir şey olduğunu düşünmedin bile… Niye biliyor musun? Bunun varlığından, bir Müslüman-Türk için ne anlama geldiğinden haberleri yok. İbn-i Arabî’nin hayatından olağanüstü bir tarihi film çıkabileceğini bir kere bile aklından geçirmemiş. Mimar Sinan’ınkinden de… Turan Oflazoğlu olmasa bizim Mimar Sinan’ın tiyatrosunu yazacak insanımız yok. Demek istiyorum ki Mimar Sinan’ın tiyatroda, sinemada, anlatıda ne işe yarayabileceğini keşfetmiş adamımız yok! Bunu keşfedebilsek süper kahramanlarımız olurdu. Süpermen’in 1933 yılında ilk kez DC Comics’de çizgi roman olarak yayımlandığı günden, Warner Bros tarafından filme alındığı ve hepimizin tanıdığı bir kahramana nasıl dönüştüğünü düşünelim. 2023 yılında, Süpermen’in serinin yeni filminde biseksüel olacağı konuşuluyor. Bunun gerçekten bir stratejik planlama dışında yapıldığını düşünüyor musunuz?

Kültürü dönüştürücü güç olarak kullanabiliriz

Düşünmemeyi öğrenmeliyiz. Kültür planlama denildiğinde aslında uzun soluklu bir çalışmadan bahsediyorsunuz. Merkezi yönetimle ya da yerel yönetimlerle kültür işleri yaparken genel olarak kaç yıllık bir planlamayla yola çıkılır?

Stratejik planlamalar yapan belediyeler var. Biz de Kahramanmaraş’ta 5 kişiyle bir ay çalıştık ve 5 yıl boyunca adım adım kültürün bir şehri nasıl dönüştüreceğini planladık. Uygulamaya başlamıştık ama araya deprem girdi. Maraş edebiyat ve kültür alt yapısı olarak avantajlı bir şehir ayrıca eşsiz bir insan kaynağı var. Biz bu hâliyle onu nasıl bir dönüştürücü güç olarak kullanabileceğimizi hesap ettik.

Yerel yönetimlerle planlama yaparken onların ısrarla istediği ama sizin “Ya hu ne yapıyorsunuz, bu iş böyle olmaz!” dediğiniz oluyor mu?

Maraş edebiyat ve kültür alt yapısı olarak avantajlı bir şehir ayrıca eşsiz bir insan kaynağı var.

Benim hayatım müşteriyle kavga ederek geçti ama hep onların lehine. Mesela Maraş örneğiyle devam edelim: Burada bir akademi açsak da vereceğimiz derslerle çocukları, gençleri kültüre yönlendirsek dedim. Düşünün, Maraş’ta akademiyi sıfırdan yüze ben yaparsam 10 birim para kazanacağım. Bunun hepsini biz yapmayız, planlayıcısı oluruz, koordinasyonda çalışacak bir iki arkadaş verirseniz bu sezon 6 aylık dilimde şunları yaparız, sonra o arkadaşlar bunu yapmayı öğrenirler. Ve öğrendiler de… Depremden önce altıncı sezonunu bitirmiştik. İkinci sezondan itibaren bize ekonomik getirisi olmadı bu işin. “Biz bunu siz olmadan yapamayız!” dediklerinde “Yaparsınız!“ diye kavga ettim. Üniversiteden arkadaş bulduk işin başına getirdik, belediyeden arkadaş bulduk teknik işleri hallettirdik. Tiyatro getirmek yerine önce bir tiyatro akademisi kurup oyuncu yetiştirmek gerekiyor. 4 tane oyun oynadık, maliyetleri duysanız inanamazsınız. Oyuncularımız Kahramanmaraş’ın gençleriydi. Şehir kendini toparladığında kültürel etkinlikler devam edecek, biz artık sadece danışmanlık veriyoruz.

Zemin hazırlandığında yapılamayacak şeyler değil. İnsan kaynağını bulmakta mı zorlanıyorlar?

Niye Kahramanmaraş depreminde paramparça olduk! Çünkü orada birlikte çalıştığımız insanlar hayatını kaybetti.

İnsan kaynağına sahip olmayan hiçbir Anadolu şehri görmedim. Müzik, tiyatro, film, belgesel gibi kültürün her alanında biraz destekle kendi işini profesyonel hale getiremeyecek bir şehrimiz yok. Oyuncu, tiyatrocu, edebiyatçı, müzisyen, yönetmen, yapımcı, ışıkçı… Aklınıza ne gelirse Anadolu’da bulabilirsiniz. İnsanlar kendilerini yetiştirmiş. Sadece senin mesleki tecrübenle bu insanlara, şunu da şöyle yap, demen gerekiyor. Biz kendi insan kaynağına güvenmeyen belediyelerle iş yapmıyoruz. Yerel kaynaklarını her anlamda harekete geçirmeliler. Niye Kahramanmaraş depreminde paramparça olduk! Çünkü orada birlikte çalıştığımız insanlar hayatını kaybetti. Müzisyen, tiyatrocu, dansçı gençlerimizi kaybettik. Şehrin yerel kaynağına güvenmiştik ve bu konuda hiç de yanılmadık. Tekrar Mahir Ünal bakanın yaptığı kültürel eylem planlarına atıf yapayım, kültürel etkinliklerin tamamında şehirdeki insan kaynağından hareketle yol almayı öneriyordu.

İş birlikleri maliyeti düşürür

Yerel yönetimler için kültür sanat üretimi yapmanın zorlukları neler?

2007’den beri bir şirketin ya ortağı ya sahibi oldum. Neredeyse 18 sene olmuş hâlen herhangi bir kurumsal müşterimizi kültürel tüketim alışkanlıkları ve talepleri üzerine araştırma yapma konusunda ikna edemedim.

Bu sürekli teklif ettiğiniz bir şey midir?

Afife Tiyatro Ödülleri.

Hiç duraksamadan… Teşhis olmadan tedavinin mümkün olduğu herhangi bir durum gördünüz mü? Şehir kültürel manada nasıl öksürüyor, daha önce ne görmüş bunu bilmemiz gerekiyor. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne sana tiyatro yapayım diye gittiğinde şöyle diyecek: “Benim şehir tiyatrolarım var, inceledin mi? Afife Ödülü aldı geçen sene Vişne Bahçesi ile… Bütün oyunlarımı kapalı gişe oynuyorum, onun üzerine ne öneriyorsun?” Ya da başka bir şehre gidelim, şöyle diyecek: “Burada daha önce hiç tiyatro oynanmadı.” O zaman hafif komedilerle başlamak zorundasın ki insanları güldürerek tiyatroya alıştır. Sonra Vişne Bahçesi’ni ya da Macbeth’i verirsin. Beş yıl sonra o şehirde post modern tiyatroyu da denersin çünkü kültür tüketicisi tükettikçe bilinçlenir ve talebini yükseltir. Okuma macerana başlarken okuduğun ilk kitaplarla şimdi okuduklarını düşün. Bu adım adım üstüne koyarak ilerleyeceğin bir yoldur. Bir şehirde kültür sanat talep eden bir kitleyi yakaladığın zaman her geçen gün şehrin kültürel tüketim beklentisi artar, sen de onu karşılamaya başlarsın. Bu da kültürel işlerde harcamayı azaltır. Çünkü özel tiyatrolar bu şehir için şöyle der: “Burada çok iyi bir seyirci kitlesi var. Belediyeyle senede elli oyun planlayabilirim.” Belediye onlara sahne açtığında hem para kazandıracak hem oyun masrafının bir kısmından kurtulacak.

Kazan-kazan bir durum… Zaten iş birliği olmazsa özel tiyatrolar ayakta kalamaz.

Dünyada uygulanan öyle tatlı modeller var ki doğru insan kaynağı bulduğumuzda biz de tatlı iş birlikleriyle güzel işler çıkarabiliriz. Yaklaşık 4 yıldır Kahramanmaraş’ta bir kültür daire başkanı, bir genel sekreter ve bu iki ismi destekleyen bir belediye başkanıyla kültür üretimi yapıyoruz. “Siz nasıl biliyorsanız öyle yapın.” diyen bir başkan olduğu için uluslararası şiir ve edebiyat günleri yapabildik. Elliyi aşkın entelektüel getirdik ve harcanan para yarım kilometre kaldırım maliyeti bile değil. İş birlikleri sayesinde maliyeti düşürebilirsiniz.

Kötü çabadan bezdik

Zaten kültür üretimine ya çok az bütçe ayrılıyor ya da ilk krizde gözden çıkarılıyor.

Mesela biz sergi teklifleriyle yerel yönetimlere gidiyoruz. Ressam diyor ki bari verdiğiniz para boya, tuval, çerçeve masrafımı kurtarsaydı! O bütçeyi bile kabul etmiyor yerel yönetimler. Ortalama bir belediye başkanının makamındaki aylık ikram harcamalarının yarısı bile değil ya hu! Sonra da şöyle diyor: “Bu plastik sanatlarda biz geri kaldık!” Çok şaşırtıcı, niye geri kaldık acaba? Çok başarılı sanatçılarımız var, gidip seküler piyasada iş yapmak zorunda kalıyor. Benim iddiam şu; bana 10 milyon dolar verin Türkiye’deki rap hikâyesini değiştireyim, 35 milyon dolar verin plastik sanatları değiştireyim. Türkiye’de bu işlerin nasıl manipüle edildiğini, hangi ressamın tablosunun kaça satılması gerektiğinin kimler tarafından belirlendiğini nokta atışıyla biliyorum. Bunu değiştirmenin tek bir yolu var, o da bu işlere para harcamak!

Necip Fazıl Kısakürek.

Kötü çabadan bezdik. Ortalama hattatlarla yaptığınız hat sergilerinden bezdik. Ebru’yu yüksek sanat kabul etmenizden bezdik. Necip Fazıl’ın vefat yıldönümlerinde aynı isimleri çağırıp konferans yapmanızdan bezdik. İstiklal Marşı’nın kabulüne yahut Mehmet Âkif Ersoy’un vefat yıldönümüne hep aynı isimleri çağırıp, salondaki gençlere hiç temas etmeden oradan ayrılmanızdan bezdik. Ben bu kadar basit bezdiriciliğin içinde bir eleştiri mekanizması da geliştiremiyorum. Çünkü beni ekarte etmek dünyanın en kolay işi. Zannediyorlar ki benim ekmek parasından başka hiçbir derdim yok! Rezzak mısınız yani! Türkiye’de bunları sağlıklı bir şekilde konuşabilecek hiç kimse yok. Türkiye’de herkes oynadığı rolden memnun. İşte bizim gibi bazı akıl hastaları zaman zaman çıkıp itiraz ediyor. Hemen susturmak istiyorlar. Mesela kültürü ihale etmeyin dediğimizde, başka yolu yok, diyorlar. Denemedin ki başka yolu olup olmadığını…

Yerel yönetimler kültür politikalarını planlarken yerel halkı mı yoksa şehirlerinin PR’ını mı önceliyor?

Yaptığın şeyi parlatmakta hiçbir beis yok. Asıl hedef kitlen tabii ki yerel halktır ama onunla birlikte PR’ını da yaparsın. Politikacıların meselesi elbette çıktı elde etmektir, bu kaldırım yaparken de kentsel dönüşüm yaparken de kültür üretirken de böyle… PR bu düzeylerden biridir. Cumhurbaşkanımızın bu durumlardan haberdar olması politik bir çıktıdır. Türkiye’de hedef kitleyi gözetmeksizin PR’a dönük kültür hamleleri de yapılıyor. En önemli sorunlardan biri bence her türlü konseri kültür etkinliği saymaya yatkınız! Sagopa Kajmer konserinin kültürle ne alakası var? Elbette kültür endüstrisine dahil bir şey fakat bizim oturup eleştiren abilerimizin kastettiği kültürel üretim o değil! Müzik, o endüstriyel kültürün bir parçası ve yaşadığınız şehrin müzik ihtiyacını birileriyle karşılayacaksınız. Müziğin kültürle doğrudan ilintili olduğu yer de bence belediye konservatuarlarıdır.

AK Parti kendisine sövüp duran sanatçıları finanse etmek zorunda değil!

Son zamanlarda yerel yönetimlerin düzenlediği konserlerle ilgili çeşitli eleştiriler oluyor. Bu konserlerde sanatçıyı belirleyen kim?

Başkanın kızı ya da oğlu!

Şaka mı yapıyorsunuz?

Gayet ciddiyim, başka türlüsünü hiç görmedim.

Peki seçim döneminde Melek Mosso üzerinden yapılan tartışmalardan da yola çıkarak bir şarkıcının siyasi görüşüyle bağlantılı olarak konserlerinin iptal edilip edilmemesini nasıl yorumluyorsunuz?

Çok net bir şey söyleyeyim: AK Parti belediyesi bu işlere ayırdığı kendi bütçesiyle Melek Mosso ya da AK Parti’ye sövüp duran herhangi bir sanatçıyı finanse etmek zorunda değildir! Finanse etmemelidir! Finanse ederse ben de onlara söverim.

O kesimi çıkardığımızda da ortada kimse kalmıyor, söylemlerine ne dersiniz?

Elif Buse Doğan diye politik mesaj vermeyi tercih etmeyen, sadece sanatını yapan bir türkücümüz.

Olur mu kimse kalmıyor! Bu tip politize olmuş ve ötekinin varoluşuna düşman, ona söven insan azınlık! Hep şu örneği veriyorum. Yüz bin kişiyi kim ile toplarsın Türkiye’de? Mesela Ebru Gündeş ile ama Ebru Gündeş pahalı. Onun yerine ucuz bir X kişiyi çağırıyorsun. Ebru Gündeş ile daha doğru bir kitleye ulaşırsın, X ile daha kriminal bir kitleye… Ebru Gündeş’in talep ettiği para 4X konseri parası olduğu için de alternatifi yok diyorlar. Aslında var. Şimdi ilk aklıma gelen Elif Buse Doğan diye politik mesaj vermeyi tercih etmeyen, sadece sanatını yapan bir türkücümüz. Daha pek çok örnek verebiliriz. Popüler ama nitelikli olana yönelebilirsin. Mesela Ahiyan diye bir rapçi var. İlk konserine 10 bin kişi gelir ama ikincisine 25 bin kişi gelir. Çünkü çok iyi rap yapıyor. Babamın oğlu değil, tanışmıyorum bile ama hiçbir belediyeye çağırtamadık. Ya Sagopa istiyorlar ya Ceza! Herkes garanti istiyor tamam da hem garanti olsun hem az para harcayayım olmuyor. Çok özür diliyorum ama bizden X bir rapçi isteyen oldu. Dedik ki uyuşturucu propagandası mı yapmak istiyorsunuz? Niteliği artırmak kültür üretenlerin elinde evet ama kültürü üretenlerin de böyle sorunları var.

Adamlar Süpermen’i biseksüel yapıyor, sen ne yapıyorsun?

Geçtiğimiz ay Feshane’de açılan tartışmalı sergi üzerinden son yaşanan olayları nasıl değerlendirirsiniz?

Böyle bir sergiyi kesinlikle eleştiremeyiz. Kendi düşen ağlamaz! Dünyanın en plastik karakterini, dünyanın en yanlış seçim kampanyasıyla, -hadi dürüst söyleyeyim- dünyanın en yanlış adayıyla başkan seçtirirsen, adam da gelir Eyüp’te LGBT propagandası yapar. Hiçbir şekilde tepki vermeye hakkımız yok! Oturup işimizi yapacaktık, yapmadık. Binali Yıldırım bu şehri kazanamaz diyecektik, demedik! Ben de demedim, benim de suçum var. Ayrıca hiç kimseye kendi kültürel algısını yaygınlaştırmaya çalışıyor diye kızmaya hakkımız yok. Ekrem İmamoğlu’nun ya da kültürünü yönetenlerin LGBT ile bir sorunu yok ki. LGBT ile sorunu olan sensin ve LGBT sorununu neyle atlatmaya çalışıyorsun? Hiçbir şeyle! İyi niyetli birkaç girişim hariç neredeyse hiçbir şey yapmıyorsun. Adamlar Süpermen’i biseksüel yapıyor, sen ne yapıyorsun? Dolayısıyla kendi kültürlerini yürütüyorlar, bayraklaştırıyorlar diye adamlara kızma hakkımız da yok. Osman Kavala Türkiye’deki kültür endüstrisini hapishaneden hâlâ nasıl yönetiyor? Niye Disney’in Atatürk dizisi iptaline, Atatürk denildi mi mangalda kül bırakmayan hiçbir ünlünün sesi çıkmadı? Bunları konuşalım. Üstümüzde bir küresel kültürel iktidar olabilir ama Türkiye’de bunun komiserliğini yapan adamlar o kadar geri zekâlı ki onları tek hamleyle yenebiliriz. Fakat yenmek ile ilgili hiç fırsat vermediler, bunu denemeyi bile bize lütfetmediler.

Merkezden yerele bu planlama işinin ne kadarı uzmanlara bırakılıyor? Mesela yerel yönetimler kültür politikalarını oluştururken kültür üreten bir ajanstan işin hangi aşamasında destek alır?

Hayatım boyunca yıllık kültür ihalesine girmedim. Ben gittiğim şehrin ihtiyacını tanımlayarak kültür üretmeye çalışıyorum.

Türkiye’deki kültürü ihale yöntemiyle yönetmeyen belediye neredeyse yok. Bir ajansla yıllık ihale yapıyorlar. Bu ihaleler sonrasında işler ağabeyime şuradan 50 tane konferans, 20 tane de konser vereyim şeklinde ilerliyor. Hayatım boyunca yıllık kültür ihalesine girmedim. Ben gittiğim şehrin ihtiyacını tanımlayarak kültür üretmeye çalışıyorum. Bir örnek vereyim. Beni bir belediye adına, bir ajanstan, bir genç konferansa davet etmek için aradı. Teşekkür edip konuyu sordum. Siz belirleyin, deyince “Güzel kardeşim benden önce kimi aradın?” dedim. Anlamayınca “Benden önce seni kim reddetti?” diye sordum. Senai Demirci, dedi. Ben reddedersem kimi arayacaksın, dedim. Bekir Develi, dedi. “Bak bu hem Senai abiye hem Bekir kardeşime hem de bana haksızlık. Üçümüzün de alanları, hedef kitleleri birbirinden farklı. Anlatmak istedikleri, önemsedikleri meseleler birbirinden farklı. Sırayla hepimizi arayıp ‘Şu salonda bir tane konferans yapma zaruretim var, kim gelirse gelsin fark etmez!’ diye iş yaptığının farkında mısın?” dedim. Yine anlamadım deyince, “Patronuna benden selam söyle kardeşim!” dedim. Bakın genel işleyiş bu! Böyle olunca da sürekli aynı isimler etrafında dönen etkinlikler görüyorsunuz. Son üç yılda Kahramanmaraş’a müstakilen iş yapması için 280 kişiyi davet ettik. Konserleri saymıyorum bile... Kahramanmaraş’ın nitelikli, orta nitelikli ve başlangıç seviyesindeki kültür tüketicileriyle 280 insanı muhatap etmişiz. Mesela bazı hocalar bize “Beni nerden buldunuz?” diyordu. Biz insanların çalışma alanlarına bakıyoruz. Herkesi kendi çalışma ve ilgi alanında konuşturuyoruz. Sabit ihaleyi alanlar ise nasıl olsa o salona birini oturtmanın kâfi olduğunu düşünerek iş tutuyor.

Bir şeyler yapabilmek için son beş yıldayız!

Deprem şehirlerini de konuşalım. 11 şehirde çok uzun süre kültür etkinliği yapılmayacak mı?

Tam tersi hızla yapılmaya başlandı. Şimdilik gönüllülük esasıyla gidiyor. Yavaş yavaş profesyonel işler de başlar. Kültür, bir milletin yaşıyoruz ve buradayız deme şeklidir. Biliyorsunuz, Bosna Savaşı’nda yıkılan Millî Kütüphanenin tam ortasında “Biz buradayız ve yaşıyoruz!” demek için klasik müzik konseri verildi. Savaşın bittiği yıl Saray Bosna Film Festivali yaptılar. Churchill’i hatırlayalım: İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Kültür Bakanlığı bütçesine hiç itiraz etmiyor, hatta bütçeyi artırıyor. “İngiltere’nin durumu malum niçin bu rakama itiraz etmeyip de artırdınız?” dediklerinde şöyle cevap veriyor: “İngiliz kültürünü yaşatmak için savaşmadıysak ne için savaştık?”

Bosna Savaşı’nda yıkılan Millî Kütüphanenin tam ortasında “Biz buradayız ve yaşıyoruz!” demek için klasik müzik konseri verildi.

Yani biz 20 yıldır Türk-İslam kültürünü yaşatmak için savaşmıyorsak ne için savaşıyoruz ki? Ayasofya’yı niçin açtık? İstanbul’da namaz kılınacak cami mi yoktu? Bu bir kültür, bir varoluş savaşıdır. Onun için Aliya İzzetbegoviç “Savaş düşmana yenildiğinizde değil, ona benzediğinizde kaybedilir.” diyor. Bir dokundun bin ah işittin ama son olarak şunu da söylemeliyim: Kültürde bir şeyler yapabilmek için kelimenin tam manasıyla son beş yıldayız. Sonrasında Türkiye ne olacak hiçbirimiz bilmiyoruz. Kalıcı çözüme yönelik birtakım adımlar atılabilse çok güzel olur.

O zaman son olarak özet mahiyetinde o adımların neler olabileceğini anlatır mısınız?

Bütün yerel yönetimlere kendi akademilerini kurma şartı getirilsin. Şehirlerindeki genç insan kaynağına ekstra nitelik sağlayabilecek, her türlü dersi alabilecekleri ortam oluşturulsun. Müzik, resim, tiyatro okulundan dijital medya akademilerine kadar… Özellikle dijital medya akademisinde yetişen çocuklar beş yılda bile ülkede ciddi bir dönüşüm sağlayabilir. Biri heyecanlanır ve “Salur Kazan’ın Ejderhayı Öldürmesi”ni en azından tiyatro sahnesine uyarlamak ister.

İkincisi mutlaka bir plan dahilinde hareket etmeleri istenmeli. Alibeyköy’de oturan birinin kültürü neresinden tüketmek istediğini analize tabi tutmaksızın anlayamaz ve o kişiye sunamazsınız. Alibeyköy ile Üsküdar’ın kültürünün aynı kültür müteahhitleri tarafından ve aynı planlamayla yapılması “kültür üretmemek” manasına gelir. Şu an Üsküdar’dayız. Muhtemelen İstanbul’un en iyi kültür yönetimlerinden birine sahip... Diyelim ki 20 milyon lira kültür bütçesi var. Onun sene başında 3 milyon lirasını kenara ayırıp “Üsküdar’ın gençlerinin önerdiği kültürel etkinlikleri şu kurul tarafından onaylanması halinde destekleyeceğim.” dediniz. Oluşabilecek bereketi hayal ediyor musun? Üsküdar bunu en rahat yapabilecek belediye olduğu için örnek verdim. Maalesef şu anda bunu yapan belediye sayısı sıfır!