Mecliste Hâfız, Mahvilde Dürd-Keş: Rindlerin Sokağından

ZEYNEP ÖZEL
Abone Ol

Ketebe Yayınları bünyesinde proje editörlüğünü yürüttüğümüz Çağdaş Fars Edebiyatı serisinin ilk kitabı Rindlerin Sokağından geçtiğimiz ay Doç. Dr. Turgay Şafak hocamız tarafından Türkçeye kazandırıldı. Bu proje ilk gündeme geldiğinde, böylesi bir çeviriyi ancak kitabın adını sosyal medyada kendine kullanıcı adı olarak seçecek kadar Hâfız’ı seven, alanın yetkin isimlerinden Turgay Hoca yapmalı diye düşünmüştük. Kendisiyle kitap ve çeviri süreci hakkında konuştuk.

Çağdaş İran Edebiyatı ve kültür dünyasının en önemli isimlerinden Abdülhüseyin Zerrînkûb’un başyapıtı Rindlerin Sokağından’ı Türkçe’ye kazandırdığınız için tekrar teşekkür ederiz. Eser İbn Battûta’nın seyahatnâmesi gibi ana kaynaklardan beslenirken roman tadını da kaybetmiyor. Hâfız’ın divânını yirmi yılda Fransızca’ya kazandıran Fouchécour bir söyleşisinde “Hâfız’ın şiirini her okuduğumda yeni bir şey görür, not alırım. Öylesine derin bir şiir! Bu anlamların/anlamaların sonu da yok... Hâfız’ın şiiri bir ayna gibidir. Kim ona bakarsa kendini görür, Hâfız da o boy aynasının ardında gizlenmiştir; kendimizi gösteren o boy aynasının.” demişti. Peki sizin gördüğünüz aynanın ardındaki Hâfız silüeti ile Zerrinkûb’un gördüğü Hâfız silüeti ne kadar örtüşüyor? Kitaptan önce sizde yer eden Hâfız ile kitaptan sonraki Hâfız arasında fark var mı?

Abdülhüseyin Zerrînkûb.

Öncelikle bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Hâfız’ın şiir dilinin en önemli hususiyetlerinden birisi kuşkusuz bahsettiğiniz gibi her okuyanın kendi hâletiruhiye, bilgi birikimine ve hatta beklentisine göre anlam verebilmesidir. Bu sebepledir ki tefe’ül için en fazla tercih edilen eser Hâfız divanı olmuştur. Toplumun her tabakasından insanlar kendisi için bir şeyler bulur divanda. Hâfız veya herhangi bir şair, mütefekkir veya âlim hakkında yazılan kitaplar bir taraftan hakkında yazılan kişinin düşünce dünyasını ortaya koymaya çalışırken bir yandan da araştırmayı yapan kişinin düşüncesini yansıtır bir yanıyla. Bu sebepledir ki Hâfız hakkında birbirinin tam zıddı düşünceler ortaya çıkmaktadır. Bir tarafta şiirinin anlamsız olduğunu iddia eden Ahmed Kesrevî varken diğer tarafta onun büyük bir sufi olduğunu düşünen Murtaza Mutahharî gibi kişiler de vardır. Zerrînkûb yaşadığı dönemin hâkim düşüncesini kısmen de olsa yansıtmıştır.

Hâfız’ın katmanlı şiirindeki çift anlamlılık da yüz yıllardır okuyucusunu ve araştırmacıları şaşırtmakta. Bir yandan tasavvufî yorumlarla içinden çıkılmaya çalışılan “Seccadeni şaraba bula” gibi motiflere yer verirken öte yanda “Dilinde virdin ve Kur’ân oldukça üzülme” diyebiliyor. Kitapta da değinildiği üzere, dönemin ahlaksızlığıyla riyakâr iki yüzlü vaizlerini düşünürsek, Hâfız bu çift anlamlı sembollere sıkça yer vermekle biraz da dönemin “molla”larının canını sıkmak istiyor diyebilir miyiz?

Hâfız’ın şiirinde bahsettiğiniz imgeler ve motifler yoğun bir şekilde yer almaktadır. Gazellerinin birçoğunda riyakâr, gösteriş meraklısı, samimiyetsiz, dini kendi şahsi menfaatlerine alet eden zahitlere karşı sert sözlerle dolu. Öte yandan divanda yer alan beş yüze yakın gazelin hepsinin aynı anda söylendiğini düşünmemek lazım, şairin gençlik yıllarında söylediği şiirlerle ileriki yaşlarda söylediği şiirleri aynı düzlemde değerlendirmemek gerekiyor. Hâfız’ın bir Kur’an hâfızı olduğu bir hakikat. Onun bir şeyhe intisabına dair bir bilgimiz yok ama “usûl” ve “erkân”dan haberdardır.

Kitapta yer alan Hâfız’la ilgili bir başka husus da şeyhlerden uzak durmasına rağmen bir mısrasında “Ankâ’nın menziline giderken hiç kimsenin ona yol göstermediğini” belirtmesi. Bu sebeple nefsin hidayetiyle Hakk’a ulaşabilenlerden kabul edildiği de olmuştur. Bu konuda sizin görüşünüz nedir?

Yukarıda da belirttiğim gibi gazelleri değerlendirirken bir gazelden yola çıkarak genel bir sonuca ulaşmamak gerekiyor. Bu beyitte aslında menzile giderken tek başına gitmediğini ona “mürg-i Süleyman”ın eşlik ettiğini söylüyor.

من به سرمنزلِِ عََنْْقا نه به خود بُُردم راه

قطعِِ این مرحله با مرغِِ سلیمان کردم

Aslında Hâfız bir mürşid-i kâmil’in gerekliliğini inkâr etmiyor. Şiirinde sıkça andığı “Pîr-i Muğan”dan kastı insan-ı kâmil veya mürşid-i kâmildir.

Daryuş Şayegan, İranlılar’ın sık sık Hâfız’ın Divân’ından tefe‘ül çekmelerinin ilginçliğini “Ancak bir İtalyan her sıkıştığında İlahi Komedya’ya başvursa ya da bir İngiliz her durumda Shakespeare’a danışıp şiirlerden bölümler ve özlü sözleri diline vird edinse, ancak o zaman bu durum anlaşılabilir” diyerek dile getirmişti. Solmaz Neraghi de söyleşimizde bu tefe‘ül meselesi sonucu çıkan gazellerle ilgili şerh ve fal kitaplarının, günümüzde seviyesinin düşmesinden ilhamla biraz da hiciv tarzında, (Rindlerin Sokağından’da da geçen) Hâfız’ın şiirinin lakaplarından Şah-ı Nebat isimli bir kitap çıkarmıştı. Siz de uzun yıllar İran’da kalmış biri olarak bu tefe’ül ile ilgili fal kitapları meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rindlerin Sokağından.

Tefe’ül çok eski bir gelenek bildiğiniz gibi. Sadece Hâfız divanına mahsus bir durum değil. Kur’ân-ı Kerîm, Mesnevî, Ahmediyye, Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi kitaplar başta olmak üzere pek çok kitaptan tefe’ül yapılmaktaydı. Hatta Fâlname adı verilen kitaplar hazırlanmıştır. İnsanlar işleri ve hayatları hakkında bir karar verecekleri zaman istihare veya tefe’üle başvurarak verecekleri kararı onaylatma ihtiyacı hissederler. Hâfız’ın günümüzde bu kadar yaygın olmasının sebebi ise şiirde lafız-mana dengesinin çok dengeli bir şekilde kullanılmasıdır. Yani belâgat açısında kusursuz diyebileceğimiz bir şiir olması. Şiirindeki çift anlamlılık hem sıradan insanların hem de eğitimli kişilerin onun şiirini okurken zevk almalarına sebep olmuştur. Ayrıca Hâfız’ın şiirindeki umutlu hava insanların bu konuda ona yönelmelerine sebep olmuş olabilir.

Kitabın girişinde de derli toplu bir şekilde yer verdiğiniz Türkiye’deki Hâfız ile ilgili çalışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz? Klasik Türk Edebiyatında, Hâfız divanını şerh geleneğinde, Şem’î’nin yoğun tasavvufî göndermelerine katılıyor musunuz? Yoksa bu konuda Sûdî’nin soğukkanlılığını daha mı muteber buluyorsunuz?

Doğrusu Türkiye’de divan tercümesi ve şerhler dışında Hâfız’ın şiiri ve düşüncesi üzerine derli toplu bir çalışma henüz yapılmadı. Şerhler konusuna gelince Hâfız Türk edebiyatında genellikle rind-meşrep bir sufi olarak kabul edilmiştir. Sûdî’ye gelince aslında O da Hâfız’ın sufi olmadığını söylemiyor ama daha teknik bir şerh yöntemini tercih ediyor. Şerhler aslında şarihin kendi düşüncelerini, toplumun ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak şerhettiği şaire söyletmesi şeklinde düşünülebilir. Bugün 21. yüzyılda İstanbul’da yaşayan bir kişi Hâfız divanını şerhetmek istese söylediğim durumun dışına çıkması pek mümkün olmayacaktır.