Modern İran Resminde Bir Arayış: Sakâhâne Ekolü

ZEYNEP ÖZEL
Abone Ol

Sakahâne sanatçıları eserlerinde efsanelerden, sembol ve dini simgelerden faydalanmış, Muskaların asıldığı sakahânelerdeki misk penceresinin demirlerine bağlanan çaputlar, kırk anahtar kadehi (Üzerinde kırk tane “قل/ söyle” ayeti yazılmış pirinç kase), pençe-i âl-i aba figürü gibi dini nişaneler, renkli tavus kuşu kanatları, usturlab, süs için yapılmış nakışlar, Kaçar kadınlarının suretleri, kabartmalar ve yazıtlar, dev ve güneş hanım gibi efsanevi tasvirleri içeren sembolleri sürrealist bir formla bugüne taşımışlardır.

  • “Aslında yeniden ve yeniden doğuş olan gelenek,
  • her yeni doğuşla bugün yeniden canlanır.”
  • Henry Corbin

İran’da köprübaşlarında, ara sokaklarda bizi karşılayan Şahnâme ve nice başka klasikten çıkıp yerini almış kahramanları, figürleri gördükçe geleneksel formların nasıl böyle taptaze ve canlı kaldığını merak ederdim. Hemad Jevadzade, Reza Hemmatirad, Banu Anka, Asad Faghihi, Mehdi Badiepeyma, M.B. Aghamiri vb. eserlerine de sinen bu geleneksel-modern terkibin bir çıkış noktası olmalıydı. Bu sorunun peşine düşüp, dinlenmek için bir sakâhânede su içip, demirlerine bağlanmış dilekleri okurken, cevabımın yanı başında durduğumu bilemezdim.

Sakâhâne Ekolünün doğuşu

1930-1940’lardan itibaren devlet eliyle İran’da uygulanan modernizm hareketi ve batılılaşma çabası, resim sanatını da etkilemişti. 1900’lerin başında, “İran modern resminin babası” diye bilinen Kemâl’ül-mülk’ün, İran’da açtığı Kemâl’ül-mülk sanat okulu, İran resim sanatını ve İran el sanatlarını farklı bir yere taşımıştı.

Toplumda her alandaki modernleşme hareketleri, bazı aydınların, milli ve dini kimliğin korunmasına yönelik tepkilerine neden oluyor, bu çatışma sanata da yansıyordu.

Akabinde 1940’lı yıllarda açılan Güzel Sanatlar Fakültesinde ders veren Fransız ve Avrupa’da eğitimini tamamlamış İranlı hocalar eliyle sanatta modernleşme süreci hızlandı. Toplumda her alandaki modernleşme hareketleri, bazı aydınların, milli ve dini kimliğin korunmasına yönelik tepkilerine neden oluyor, bu çatışma sanata da yansıyordu. Geleneksel İran sanatı metafiziğe, inanca ve soyut özelliklere dayanan bir sanattı. Zaten hat, ebru, tezhib, minyatür gibi sanat dallarında da soyut sanat anlayışı vardı. Realist modern sanatın var olma çabası ile soyut geleneksel sanatın varlığını sürdürme davası arasındaki çatışma giderek büyüdü. Bu dönemde kendi geleneksel sanatının farkına varamayan, Batı hayranlığıyla Avrupa’ya giden İranlı sanatçılar, Batılı ressamların farklı geleneksel kültürlerdeki yöresel figürleri devşirmeye çalışmasını şaşkınlıkla izleyip, kendi kültürlerindeki zenginlikleri de ancak onların perspektifiyle bakınca fark etmişlerdi.

  • Kerim İmamî bu durumu, “Milli sanat anlayışı göksel bir hayalken, sakâhânelerin ilhamıyla aradığımız şeyin yanı başımızda bir yerlerde olduğunu fark ettik” diye özetlemişti. İran’a döndüklerinde, “geleneksel ve modern olanı nasıl harmanlarız” sorusunun peşine düştüklerinde Sakâhâne kültürü onlara ilham olmuş ve “Sakâhâne Mektebi/ekolü” oluşmuştu.

Neden Sakâhâne?

Sakahâne, bizim de sebillerden aşina olduğumuz, geleneksel İran mimarisinde gelen geçene su ikrâmı amacıyla genellikle taştan yapılmış su depolarına verilen isimdir. Gelen geçen yolcular orada bulunan bakır kaplarla su içer. Zamanla sakahâneler Kerbelâ’nın sembolü olarak görülmüş, çevresinde yoldan geçenleri aydınlatma amaçlı mumlar yakılmış, hatta bir türbe işlevi görerek dilek için çaputların, muskaların bağlandığı adak yerine dönüşmüştür.

Zamanla sakahâneler Kerbelâ’nın sembolü olarak görülmüş, çevresinde yoldan geçenleri aydınlatma amaçlı mumlar yakılmış, hatta bir türbe işlevi görerek dilek için çaputların, muskaların bağlandığı adak yerine dönüşmüştür.

Modern resimlerde kullanılan hat sanatı ve geleneksel formlarla P.Tanavoli, H. Zenderoudi’nin eserleri, Kerim İmamî’ye sakahâneye asılan yazıları anımsatmış ve bu tarz eserlere “Sakahâne Ekolü” adını ilk o vermişti.

Muska gibi figürleri ve hatları, modern resimle birleştiren sakâhâne, bu defa da gelenek ve modernizm arasındaki karanlık boşluk için bir mum yakmıştı. Ekol pek çok ressam ve heykeltraşı etkiledi. İran'ın bugünkü resim sanatına da temel olan bu ekole mensup sanatçıların eserleri, 1961 yılında “Sakahâne” adıyla Tahran üçüncü bienalinde sergilendi.

Sakahâne sanatçıları eserlerinde efsanelerden, sembol ve dini simgelerden faydalanmış, Muskaların asıldığı sakahânelerdeki misk penceresinin demirlerine bağlanan çaputlar, kırk anahtar kadehi (Üzerinde kırk tane “قل/ söyle” ayeti yazılmış pirinç kase), pençe-i âl-i aba figürü gibi dini nişaneler, renkli tavus kuşu kanatları, usturlab, süs için yapılmış nakışlar, Kaçar kadınlarının suretleri, kabartmalar ve yazıtlar, dev ve güneş hanım gibi efsanevi tasvirleri içeren sembolleri sürrealist bir formla bugüne taşımışlardır.

  • Ekolün en önemli isimleri H. Zenderudi, F. Pilâram, P. Tanavoli, M. Arabşahi, Sadık Tebrizî, Nasır Ovissi’dir. Ekolün sanatçıları genellikle Tahran Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezundu.

Çağdaş bir ressam olarak İranlı kimliğimizi de korumalıydık” diyen ekolün ressamları, bugünü temsil eden post modern resmin soyut ifadeleriyle geçmişin sembollerini Sakahâne’nin üçlü kubbesi altında buluşturmuştu. Günümüz ressamlarından R. Parchegani, bu ekolün, İran geleneksel eserleri taklit edip boyama tekniklerini kullanarak lacivert, türkuaz, kahve, bej ve altın renklerine ağırlık vermek suretiyle, resme bakan muhatapta nostaljik bir duyguyu da yakalamaya çalıştığını ifade eder.

Sakâhâne ekolünün Fransa, Avrupa ve Amerika’da ilgi gördüğü doğruydu.

Ekolü eleştirenler de olmuştu. İran’ın en önemli yazarlarından biri olan ve ülkemizde “Batılılaşma Hastalığı” diye bilinen “Garpzedegî” kitabının yazarı Celâl Âl-i Ahmed gibi aydınlar, ekolü bir tür “self oryantalizm” yapmakla eleştirmiş, çağdaş formdaki boşlukları doldurmak için geleneksel yöntemlerin harcandığı bu eserlerin, turistlerin ilgisini çekmekten başka bir anlamı olmadığını ileri sürmüşlerdir.

Sakâhâne ekolünün Fransa, Avrupa ve Amerika’da ilgi gördüğü doğruydu. Ama bu öyle basit bir turist ilgisi gibi değildi. Ünlü koleksiyoner Abby Weed Grey, Hint, Türk ve İran sanatlarına oldukça meraklıydı ve yıllar içinde topladığı parçalarla New York Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde Grey Art Gallery’i kurmuştu. Grey 1960’dan itibaren yaptığı Asya ve Orta Doğu seyahatlerinde bu koleksiyonları oluşturmuş, Sakâhâne ekolünün eserleriyle karşılaştığında ise mest olmuştu. Çünkü babası küçük bir kızken ona, ödül olarak bin bir gece masalını konu alan bir resim hediye etmişti.

  • Grey yıllar sonra İran’da Parviz Tanavoli’nin atölyesinde, Ferhad ve Şirin temalı resmi görünce o ödülü aldığı günkü küçük kız gibi tatlı bir heyecan yaşamış, ardından ekolün yurt dışı sergilerinde tanıtılmasında büyük rol oynayarak İran’ın son kraliçesi Farah Dîba ile iyi ilişkiler geliştirmişti. Şah tarafından da oldukça destek gören bu ekolün ressamları, Grey’in girişimleriyle ABD’ye davet edildi. Grey’in bu yoğun ilgisi “Amerika İran’da sanat bahanesiyle bir istihbarat çalışması mı yapıyor” yorumlarına bile sebep oldu.

Ekol 79 İran Devrimi ve akabinde İran Irak savaşı yılları sonrasında zamanla etkisini kaybetti. Yıllar sonrasında 2013 ve 2016 yıllarında “40 yıl sonra Sakâhâne” temalı sergiler düzenlendiyse de, bu sergiler bazı çevreler tarafından “Şah Dönemi nostaljisi” diye nitelendirildi.

İslam ve sanat, gelenek ve gelecek
Nihayet

Bazı eleştirmenler ekolü şimdilerde “sakâhâne deposunda suyun içinde terkedilmiş bakır kaplar”a benzetse de çoğu sanat eleştirmeni günümüz İran sanatında da etkisi görülen çağdaş - geleneksel terkibin kökenini o günlere borçlu olduğunu söylüyor.

Bugünün tuvaline de yansıyan, bir Cuma gecesi sakâhâne önünde diz çöküp dua eden, gelen geçene ikram eden o yaşlı kadının yaktığı mumun ışığıdır belki de.