Mülteci krizine vicdani bir bakış: Collateral

SADIK ŞANLI
Abone Ol

The Hours (2002) ve The Reader (2008) filmlerinin Oscarlı senaristi David Hare’ın ilk televizyon dizisi Collateral (Teminat), BBC2/Netflix ortaklığıyla ekranlara taşındı. Dünyanın en prestijli bağımsız sinema siteleri arasında yer alan Indiewire’a verdiği röportajda, “Bence 21. yüzyılın en büyük konusu insanların toplu göç hareketi ancak hiç kimse bunun hakkında yazmıyor” diyen Hare’ın senaristliğini üstlendiği Collateral’ın ana konusunu, merkezinde mülteciler ve yasa dışı göçün yer aldığı bir suikastın aydınlatılması oluşturuyor.

Söyleşide, “Son birkaç yazdır Libya, Suriye, Irak ve Mısır başta olmak üzere birçok ülkeden toplu göç hareketleri gerçekleşti. Mülteciler Batı ülkelerine girmeye çalışıyorlar. Ve açıkçası Batı, bu insanlara karşı kendini korumaya çalışıyor. Bu durum önümüzdeki yıllarda da sürecek. Dolayısıyla, aciliyetine inandığım bu konuda yazmak istedim” sözleriyle Collateral’ın nasıl ortaya çıktığına dikkat çeken Hare, toplam dört bölümden oluşan dizide, mültecilerin Batılı ülkelerde yaşadıkları sıkıntılara dikkat çekerken, ülkesi İngiltere’nin mültecilere karşı tutumu üzerinden de Batı dünyasına önemli eleştiriler yöneltiyor.

Yönetmenliğini S. J. Clarkson’un üstlendiği Collateral’ın oyuncu kadrosunda ise Carrey Mulligan, Jeany Spark, John Simm, Nathaniel Martello-White, July Namir, Billie Piper ve Nicola Walker gibi isimler yer alıyor.

“Kim?” değil, “neden ve nasıl?”

Londra’da, Abdullah Asıf (Sam Otto) isimli Müslüman bir pizza dağıtıcısının profesyonelce işlenmiş bir suikasta kurban gitmesiyle başlayan dizide, katilin peşindeki kadın dedektif DI Kip Glaspie (Carey Mulligan) ve yardımcısı Nathan Bilk’in (Nathaniel Martello-White) olayı aydınlatma girişimleri sırasında karşılaştıkları gerçekler, basit bir cinayeti fazlasıyla aşan girift bir olaylar zinciriyle karşı karşıya olduklarını ortaya çıkarıyor.

Londra’da, Abdullah Asıf (Sam Otto) isimli Müslüman bir pizza dağıtıcısının profesyonelce işlenmiş bir suikasta kurban gitmesiyle başlayan dizide, katilin peşindeki kadın dedektif DI Kip Glaspie (Carey Mulligan) ve yardımcısı Nathan Bilk’in (Nathaniel Martello-White) olayı aydınlatma girişimleri sırasında karşılaştıkları gerçekler, basit bir cinayeti fazlasıyla aşan girift bir olaylar zinciriyle karşı karşıya olduklarını ortaya çıkarıyor.

Zira soruşturma derinleştikçe, işin içerisinde İzmir-Yunanistan-Londra hattında insan kaçakçılığı yapan bir şebeke, bu şebekeye çalışan ve İngiliz gizli servisi MI5 ajanlarından Sam Spence (John Heffernan) ile bağlantılı Türkler, şebekenin, çıkarları doğrultusunda kullandığı Irak’ta savaşmış bir İngiliz subay Sandrine Shaw (Jeany Spark) ve bir şekilde soruşturma sürecinde boy gösterecek İngiliz İşçi Partisi milletvekili David Mars (John Simm) ile kadın rahip Jane Oliver (Nicola Walker) boy gösteriyor.

Aynı soruşturma kapsamında legal ve illegal farklı iş kollarından isimleri suç, tesadüf ve uzlaşma çemberi içerisinde bir araya getiren dizi, karakter zenginliği ve oluşturduğu gizemle olayın tutarlı bir şekilde nasıl çözüleceği noktasında merak uyandırıyor.

Katilin kim olduğunun henüz ilk bölümün sonunda ortaya konulduğu dizi, sürprizi bozan bu duruma rağmen son ana kadar heyecan uyandırıyor.

Dizinin senaristi Hare’ın, katilin ilk bölümde açık edilmesine dair sözleri ise dikkat çekici: “Bu noktada, Agatha Christie hayranları büyük hayal kırıklığına uğrayacaklar ancak cinayeti kim(ler)in işlediğinden ziyade, bir suçun neden ve nasıl yapıldığını ortaya koyarak gerilim yaratmak da mümkün.” Bu anlamda Collateral, asıl amacı gizem oluşturmaktan öte, müfettiş Kip’in katili yakalamak istediği ancak, odak noktasına katilin zihniyetini ve suça yol açan koşulları aldığı bir dizi olarak dikkat çekiyor.

“Umutsuz muhtaçlığın” hikâyesi

Her ne kadar suç ve gizem barındıran bir drama olsa da, Collateral’ı cinayet soruşturması içeren benzer yapımlardan ayıran en önemli özellik, dizinin oldukça güncel bir konu olan mülteci krizine Avrupa merkezli bakışı sorgulayan bir yapım olması.

İslam coğrafyasında ülkesi işgal edilmiş insanların yanı sıra dünyanın dört bir yanından hayatta kalabilmek, daha iyi bir gelecek ve insani şartlarda yaşamak umuduyla yola çıkmış, ancak gerek bu yolculuğu sırasında yaşadıkları gerek ise sığındığı Batılı ülkelerin mültecilere yaklaşımı nedeniyle büyük hayal kırıklığı yaşayan mültecilerin karşılaştıkları zorluklara bir cinayet soruşturması üzerinden dikkat çeken Collateral, ABD’li sinema eleştirmeni Sophie Gilbert’ın yerli yerince tanımlamasıyla tam bir “umutsuz muhtaçlık” hikâyesi.

Gizem oluşturmaktan öte, odak noktasına yerleştirilen cinayetin failini, katilin zihniyetini ve suça yol açan koşulları incelemesiyle Collateral, mülteci krizinin aslında herkesi ilgilendirdiğine dair samimi ve vicdani bir değerlendirme olarak okunabilir.

Collateral’ın senaristi Hare, mülteci krizine dikkat çeken diziyi yazmaya başlamadan önce bu konuya dair derinlemesine bilgi sahibi değilmiş. Meselenin Avrupa kamuoyunda insani ve vicdani yanlarından daha fazla, birliğin sınırlarını koruma hakkına sahip olup olmadığı ya da mültecilerin karşı karşıya olduğu ağır kriz durumunun görmezden gelinip gelinmediği noktasında son derece yüzeysel tartışıldığı bir ortamda, Hare’in düşünceleri de bu atmosferde şekillenmiş. Bu noktada Collateral, dört bölümlük mini bir dizi olması nedeniyle de krize yönelik derinlemesine bir sorgulamadan öte, daha çok dersler içeren bir dizi.

Tam anlamıyla bir “mevzuat yığınıyla” yönetilen ve söz konusu mülteciler olduğunda konuyu insan ve vicdan merkezli ele almaktan ısrarla kaçınan Avrupa açısından, krize dair içeriden dersler veren Collateral, yasa dışı göçmenlerin Londra’daki yaşam koşullarının korkunç gerçekliğine önemli bir bakış sunuyor.

Örneğin; bir bebek sırf İngiltere’de doğduğu için vatandaşlık almaya hak kazanarak bir mülteci ailenin umuduna dönüşürken, otuz yılını İngiltere’de geçirerek bu ülkeye katkıda bulunmuş yetişkin bir insan yalnızca basit prosedürleri yerine getirmediği için sınır dışı edilmeyle yüz yüze kalabiliyor. Bu noktada dizi; yasalar ve mevzuat ile insani ve vicdani olan arasındaki derin uçuruma çarpıcı bir örnekle dikkat çekmeyi başarıyor.

Diğer yandan, özellikle İslam ülkeleri kaynaklı mülteci krizinin temel nedeni, Batılı ülkelerin gerçekleştirdiği işgaller sonrası ülkelerin yaşanmaz hâle gelmesi. Bu ülkelerin yerlilerinin –özellikle kadınların- işgal koşullarında gerçekleşen şiddet, vahşet ve her türlü gayri insani ve ahlaki davranıştan yoğun derecede etkilenmeleri hâlen Batı tarafından enine boyuna incelenmiş değil.

Bunun yanı sıra, Batılı askerlerin savaş ortamından döndükten sonra yaşadıkları psikolojik sorunlar ile mülteci krizini kendisi açısından imkâna dönüştürmeye çalışan birtakım illegal suç şebekelerinin varlığı da geniş kapsamlı şekilde hâlen tartışılmış değil. Ancak Collateral, bu noktada ana karakterlerinin vicdani yaklaşımları nedeniyle tüm bu konuların öncelikli olarak hangi bağlamda ele alınması gerektiğine dair önemli dersler içeriyor.

Paganizmin izinde bir seri katil : Der Pass
Nihayet

Bu noktada, senarist Hare’in aslında ne yapmak istediği, en iyi şekilde dizinin muhalif milletvekili karakteri David Mars üzerinden okunabilir. Zira mülteciler ve göçmen politikası ana odak noktası olan Mars’ın dizide bir karakter olarak Hare’ın vicdani ve ideolojik sözcülüğüne soyundurulduğu gözden kaçmıyor.

Collateral’ın dikkat çekmeyi başardığı bir diğer önemli nokta ise İngiltere’de hükûmet, ordu, polis, istihbarat, medya ve kilise gibi kurumların yanı sıra, mültecilere karşı nispeten daha yumuşak politikalarıyla dikkat çeken İşçi Partisi’nde dahi mülteciler söz konusu olduğunda yaşanan “göçmen karşıtlığı” merkezli derin fikrî ayrılıklar ve çatışmalar.

Hepimizi ilgilendiren büyük bir trajedi

İçeriği noktasında güncel bir meselenin çok boyutluluğuna ve toplamda ortaya koyduğu büyük trajediye dikkat çekmeyi başaran Collateral, mülteci krizinin aslında herkesi ilgilendirdiğine dair samimi ve vicdani bir değerlendirme olarak okunabilir.

Bu bağlamda dizi, yanlış kararlarla gerçekleşmiş işgaller ve ortaya çıkardığı mülteci krizi, yanlış uygulanan göçmen politikaları, kurumlar arası ve kurumların kendi içlerindeki fikir ayrılıkları, çatışmalar, ahlaki yozlaşma ile İngiltere özelinde tüm Batı’da bulunan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi konuları gündeme getirirken, kurumlar ve görevlilerinin ödünler, tavizler ve uzlaşı arayışları üstüne düşünmeye de kapı aralıyor.

Alternatif Dizi Önerileri

1. Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın kurtarıcıya ihtiyacı olduğunu düşünen zengin Alman okültist Dietrich Eckart, bu amaçla, Adolf Hitler, Rudolf Hess, Heinrich Himmler, Hermann Göring gibi isimleri bir araya getirmiştir. Eckart, sokak kavgacılığından sadece 15 yılda Avrupa’ya egemen olup, tarihin en kötü suçlarını işleyecek isimlere dönüşecek bir ekip oluşturmuştur. Son dönemin en çarpıcı belgesel formatlı dizilerinden Hitler’s Circle of Evil, Nazi Almanya’sında iktidar kavgalarının, kıskançlığın ve dalkavukluğun hikâyesi.

Netflix’in her biri yarımşar saat süren on bölümlük yeni komedi dizilerinden On My Block, Los Angeles’in merkezinde yer alan çetin bir mahallede yaşayan zeki, eğlenceli ve zorluklara alışkın dört gencin dostlukları ve bağlılıklarının liseye başlamalarıyla sınavdan geçmesini konu alıyor. Awkward’ün senaristi Lauren Iungerich ile Eddie Gonzalez ve All Eyez on Me ve Empire’ın senaristi Jeremy Haft’ın ortak projesi olan On My Block, sokak kültürünü başarıyla ekrana taşıyor.

Belçika yapımı 9 bölümlük Tabula Rasa’nın ana karakteri Annemie D’haeze (Veerle Baetens) isimli genç kadın, geçirdiği bir trafik kazası sonrası “amnezi” rahatsızlığı yaşamaktadır. Kaza sonrası yeni olan her bilgi hafızasından silinmektedir. Tedavi için bir psikiyatri koğuşuna yatırılan Annemie, bir ortadan kaybolma vakasının ana kahramanına dönüşünce, müfettiş Jacques Wolkers’ın (Gene Bervoets) karşısında kendisini aklamak için hatıralarını canlandırarak ipuçları bulma çabasına girer.

New Jersey’de 15 yaşındaki Afroamerikan bir gencin öldürülmesi ve polisin örtbası, bir gerçeği ortaya çıkarmak üzere insanları harekete geçirir. Belirli bir gerçek olaya dayanmasa da, yaşanmış trajediler içeren Seven Seconds, suç, ırkçılık ve siyasetin ABD’de yabancılar ve siyahlara karşı polis vahşetiyle görünür olduğu çarpıcı bir dizi. Netflix’in yeni dizileri arasında yer alan on bölümlük Seven Seconds’ın başrollerinde ise Clare-Hope Ashitey, Michael Mosley ve David Lyons yer alıyor.