Pîrî Reis'in dünya haritası

HAŞİM ŞAHİN
Abone Ol

Tarihin her döneminde bilim, teknoloji, icatlar ve keşifler, felsefi düşünce gibikonularda başı Avrupa mı çekmişti? Avrupa 16. yüzyıldan itibaren sahip olduğu vegeçen zaman içerisinde daha da geliştirdiği bilimsel ve teknolojik altyapıyı nasılelde etmişti? Avrupa bir miras mı devralmış

Batı merkezci tarih yazımının dünya tarihçiliğine büyük ölçüde egemen olduğu son yüz yılda, “Aydınlanma Çağı”ndan itibaren dünyadaki hemen her sahadaki bilimsel ve coğrafi keşiflerin Avrupalılar tarafından yapıldığı imgesi ön plana çıkar.

Ders kitaplarında Amerika’nın keşfi, denizaşırı seyahatler, zaman hesaplamaları, matematik başta olmak üzere fizik, kimya gibi bilim dallarındaki gelişmeler hep Batı merkezli olarak anlatılır. Avrupa’nın dışında kalan İslam coğrafyası başta olmak üzere, Afrika, Güney Asya gibi coğrafyalarda yaşayan halkların ise bilim ve medeniyete katkı sağlamadıkları, üretici olmaktan ziyade tüketici oldukları fikri zihinlere yerleştirilir.

Colomb'un Amerika'ya gelişini anlatan temsili resimlerden biri

Elbette ki bütün bunların, bilhassa Rönesans sonrası Avrupa’sında başlayan ve günümüze kadar devam eden hâkim ve üstün Avrupa imgesinin diğer medeniyetler üzerinde baskı kurmak için bir araç olduğu ortadadır. Bu algının kuvvetli bir şekilde hafızalara yerleşmesinde son birkaç yüzyıldır ciddi anlamda gerileme gösteren, Avrupa’daki teknolojik gelişmelere ayak uyduramayan, bilim ve felsefeye büyük ölçüde sırtını dönmüş İslam ülkelerinin önemli payı olduğunu da unutmamak gerekir.

Peki gerçekten tarihin her döneminde bilim, teknoloji, icatlar ve keşifler, felsefi düşünce gibi konularda başı Avrupa mı çekmişti? Avrupa 16. yüzyıldan itibaren sahip olduğu ve geçen zaman içerisinde daha da geliştirdiği bilimsel ve teknolojik altyapıyı nasıl elde etmişti? Avrupa bir miras mı devralmıştı? Bu soruların cevapları son dönemlerde yapılan çalışmalar ve Avrupa-merkezci tarih yazımına karşı yazılan eserler çerçevesinde belli ölçüde değiştirilmeye başlandı.

Tarih Hırsızlığı, Jack Goody

Jack Goody’nin Tarih Hırsızlığı isimli kitabı bu konuda başı çeken eserlerden birisiydi.

Güney Afrika’daki La Dogaa kabilesi üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan sosyal antropolog Goody bu eserinde Avrupa’nın kendine mal ettiği pek çok icadın ve keşfin aslında daha önceki dönemlerde de bilindiğini somut bir şekilde ortaya koydu.

Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri ,John M. Hobson

Bilhassa John M. Hobson’ın Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri de bu bağlamda zikredilmesi gereken diğer önemli çalışma. Hobson bu çalışmada Avrupa-merkezci çalışmaların “mitine” karşı koymak adına yaklaşık olarak 500’lü yıllardan itibaren geniş bir perspektifle dünya tarihine yaklaşmayı denemiştir.

Bu çalışmalar Batı’da arttığı gibi Doğu’da da önemli ölçüde artış göstermektedir. İslam bilim ve medeniyeti üzerine Seyyid Hüseyin Nasr’ın çalışmaları da zikredilmelidir.

Amerika’yı Kristof Kolomb mu keşfetti?

Jack Goody bu alanda bir ilk değil elbet. Ülkemizde değeri çok geç fark edilen ve kısa süre önce vefat eden bilim tarihçisi Fuat Sezgin de uzun yıllar boyunca yaptığı çalışmalarıyla Avrupa’ya ait olduğu düşünülen pek çok bilimsel ve coğrafi keşfin daha önceki yüzyıllarda Müslüman âlimler ve kâşifler tarafından bilindiğini ve geliştirildiğini açık bir şekilde ortaya koymuştu.

Fuat Sezgin’in ortaya çıkardığı bilimsel yanlışların en önemlilerinden birisi kuşkusuz çocukluğumuzdan beri ders kitaplarında gördüğümüz, Amerika kıtasının Kristof Kolomb tarafından keşfedildiğine dair Batı merkezli üretilen düşünceydi.

  • Peki gerçekten öyle miydi? Fuat Sezgin’e göre, 1492’de Kolomb’un gidişinden yıllar evvel Müslüman gemileri Doğu’dan Amerikan sahillerine ulaşmıştı. Bu gemilerdeki mürettebat dünyanın yuvarlak olduğunu biliyordu. Müslüman denizciler 15. yüzyıl başlarında, hatta muhtemelen daha da evvelinde Amerika kıtasına ulaşmışlar; bunu İspanyollardan, Portekizlilerden, İtalyanlardan önce gerçekleştirmişlerdi. Amerikan sahillerinin haritalarını Müslümanlar çizmiş, İspanyollar bu haritalar sayesinde Amerika’ya ulaşmışlardı. Amerika’nın Kolomb öncesinde Müslümanlar tarafından keşfine dair, eski haritalarda, seyir defterlerinde ve yazılı tasdiknamelerde önemli ve kesin işaretler vardı.

Üstelik Macellan’ın ilk defa keşfettiği ileri sürülen Macellan Boğazı da daha önce Araplar tarafından keşfedilmiş ve haritalanmıştı. Pîrî Reis’in Haritası Fuat Sezgin’in öne sürdüğü bu ve buna benzer pek çok konu Susanne Billig’in, kısa süre önce Erdem Yayınları tarafından çevirisiyle neşredilen Pîrî Reis’in Haritasıisimli kitabının konusunu teşkil etmektedir.

Piri Reis’in Haritası, Müslümanların Unutulan İlmi ve Amerika’nın Keşfi, Susanne Billig

Kitapta başta Amerika’nın keşfi konusu olmak üzere Fuat Sezgin’in yaptığı çalışmalar merkeze alınarak, ana hatlarıyla Arap-İslam dünyasının bilimsel ilerleyişi ve Batı’nın bu mirası sahiplenme süreci eleştirel bir şekilde ele alınmıştır. Susanne Bilig kitabının Fuat Sezgin’in geniş kapsamlı araştırma alanlarının bir kitap içerisinde ifade edilmesi fikrinden meydana geldiğini belirtmiş; Müslüman coğrafyacı ve denizcilerin ilim ve becerilerinin Atlantik’i geçmelerinde ve Amerika’nın güney ve kuzey sahillerine doğru rota çizmelerinde yeterli olup olmadıkları sorusuna cevap aradığını ifade etmiştir.

Yazarın son cümlesi aslında kitabın ana temasını oluşturan Amerika’nın keşfi başta olmak üzere değindiği konuları ana hatlarıyla ifade ediyor. Bilig’in beş ana bölümden meydana getirdiği eserinin ilk bölümünde vurgulanan en önemli hususlardan birisi Arap âlimlerinin kendilerinden önceki dönemde yapılan bilimsel çalışmalara karşı hiçbir zaman ön yargılı olmadıkları fikrini ortaya koymasıdır. Bu bağlamda Müslümanlar içine doğmuş oldukları ortamı bir fırsata çevirmesini bilmişler; Yunan, Roma, İran ve Hint gelenekleriyle birlikte kültürel bir dönüşüm de gerçekleştirmişlerdir.

İlk devirlerden itibaren İslam’ın bilime açık yönü, halifelerin destekleyici tavrı ve âlimlerin açık fikirliliği bilimsel gelişimde oldukça belirleyici olmuştur. Halifeler ve daha sonraki dönemlerde hüküm süren Müslüman hükümdarlar Musevi, Hristiyan ve Zerdüştlerin dinî fikirlerine karşı hoşgörülü davranmışlardır.

Araplar daha 7. yüzyılda Yunanca yazılmış bir tıp ders kitabını Arapçaya tercüme etmiştir. Bu süreçte bilhassa Halife Me’mun devrinden itibaren büyük gelişme gösteren tercüme faaliyetleri İslam medeniyetinin seyrine önemli bir ivme kazandırmıştır. Onun himayesi altında astronomi, matematik, kozmoloji, felsefe tarihi, simya ve meteorolojiye dair pek çok kitap tercüme edilmiştir.

Arap dünyasında ilmin gelişimi, tercüme faaliyetleri, bilimin yüzyıllara göre ilerlemesi ana hatlarıyla değerlendirilmiştir. Halid b. Yezid ve Cabir b. Hayyan’ın faaliyetleri, Câhiz’in (ilm-i mizan) denge öğretisi, İslam biliminin gelişimine Hint ve İran etkisi de bu bölümde değinilen konulardır.

Bilig’e göre, Avrupa’nın bilimsel açıdan yaratıcı olmaya başlaması ise 16. yüzyılı bulmuştur. Bu sürecin gelişmesinde İspanyol ve Portekizlilerin mirasına sahip oldukları Endülüs medeniyetinin ve aynı zamanda Endülüs ve muhtelif İslam ülkelerinden İtalyan şehir devletlerine giden âlimlerin önemli bir payı olmuştur.

Mesela, harita ve boylam bilgisi Avrupa’da 1750’li yıllara kadar bilinmezken coğrafi koordinatları hatasız ölçmeyi, ölçekli haritaları üretebilmeyi yüzyıllar öncesinde başarabilen bir medeniyet vardı: Müslümanlar.

Bu medeniyetin kökleri Babil, Suriye, İran, Hint ve Yunan bilimlerine dayanıyordu. Araplar 7. yüzyılın sonlarına doğru dünyanın yuvarlak olduğunu kabul ediyorlar ve semayla birlikte hareket ettiğini de biliyorlardı.

Yakub b. Tarık 770’lerde dünyanın yarıçapını hemen hemen bugünküne yakın bir oranda hesaplamıştı. Kitapta dönemin büyük âlimlerine dair bilgiler de verilmiştir. Matematik ve astronomideki önemli keşifleriyle pek çok ilim adamını derinden etkileyen büyük coğraf yacı, matematikçi ve astronom Harezmî, Mesudi, Abdurrahman es- Sufi, Birûnî, İbn-i Sina, İbrahim es- Zerkali, ortaçağın en büyük fizikçisi kabul edilen İbnü’l- Haysem bunlardan bazılarıdır. Gözlemevlerinin yapılması ve faaliyetleri -mesela, Selçukluların başkenti Rey’de bir gözlemevi inşa edilmişti, astronomik aletler, Arap astronomisinin Batı’ya tesirleri hakkında da önemli bilgiler verilmiştir.

Susanne Bilig, “Arap-İslam Denizciliği” başlığını taşıyan bölümde de yine ezber bozan ve okuyucunun kafasında soru işaretleri oluşturacak bilgilere yer vermektedir. Bilig’e göre, Ümit Burnu’nu dolaşan ve onu takip eden Hint Okyanusu’ndaki deniz güzergâhı, yaklaşık 1469 ile 1524 yılları arasında yaşamış Vasco de Gama tarafından keşfedilmemiş, bilakis Vasco de Gama düpedüz Arap ticaret gemiciliğinin bilindik güzergâhını takip etmiştir.

9. ve 10. yüzyıllarda bir Müslüman denizi sıfatıyla Akdeniz, Arapların denizcilikle ilgili pek çok keşfine şahitlik etmiştir. Batı dünyası bu konuda Müslümanların hakkını hiçbir zaman teslim etmese de, Araplar isabetli boylam tespitini John Harrison’dan yüzyıllar önce biliyorlardı.

Pusulanın en gelişmiş hali İbn Macidtarafından geliştirilmiş, ancak Batı daha sonra bu icat üzerinde hak iddiasında bulunmuştu. “Bilimlerdeki büyüme ilk gelenin bulamadığını, sonradan gelenin bulmasıyla açıklanır.” Coğrafyacı Mesudi bu sözüyle âdeta hem kendi dönemine hem de sonraki yüzyıllarda yaşayan bilim adamlarına önemli bir hatırlatmada bulunur.

Arap-İslam coğrafyacılığı ve haritacılığının gelişmesine büyük katkı sağlayan Arap dünyasındaki seyahat tutkusunun kökeninde farklı kültürleri tanıma, ilimleri hakkında bilgi sahibi olma ve ticari kaygılar belirleyici bir rol oynamıştı.

Arapların 7. yüzyıldan itibaren Çin ile canlı bir ticaret ağları vardı. İbn Hurdazbih,Ahmed b. İshak el- Yakubi, Mesudi, Makdisî, Birûnî, İbn Cübeyr, Yakut el-Hamevi ve İbn Batutayaşadıkları dönemin dünyasını tanımak amacıyla seyahat eden ve eserler kaleme alan başlıca isimlerdi.

Coğrafyacıların ve bilhassa matematiksel coğrafyanın köklerini ele aldığı kısımda Bilig, İslam dünyasının bu sahadaki ilerleyişine değinir ve bu saydığımız isimler çerçevesinde değerli bilgiler verir.

Babil ve Mısır’da başlayan gökyüzü hesaplamalarının, Yunan ve Roma dünyasındaki gelişmelerle daha ileri bir düzeye taşındığına, İznikli Hipparkos, Surlu Marinos, Batlamyus gibi bilim adamlarının coğrafya, matematiksel coğrafya alanındaki haritalarına değindikten sonra, Arap dünyasında matematiksel coğrafyanın seyrini değerlendirir. Bu bölümü en cazip kılan konulardan birisi sadece bilim adamlarının değil aynı zamanda devlet adamlarının da bilimsel gelişmeler konusunda nasıl arzulu olduklarının ortaya konulmasıdır.

Abbasi halifesi Me’mun kendi adıyla anılan haritası

Mesela bu harita İslam dünyasının en önemli eserlerinden birisi olmuştur. Me’mun haritası Afrika’yı güney ucundan dolanmayı ve Hint Okyanusu’nu açık deniz olarak görmeyi müm - kün kılıyordu. İslam coğraf - yası bu haritanın etkisiyle matematiksel coğrafyayı bir disiplin haline getirmişti.

Bu sahada en fazla öne çıkan isim ise tartışmasız bir şekilde Ebu Reyhan el-Birûnî idi. Harita konusunda 12. yüzyılda İdrisî’nin Me’mun haritasından ilham alarak yaptığı yuvarlak dünya ha - ritası oldukça önemliydi. Ebu’l-Hasan el-Merrâkuşî ve bir sonraki yüzyılda yaşamış Kutbeddin Şirazî de bu sahadaki önemli isimlerdi. Fuat Sezgin’in Arap İslam kültür çevrelerinin ortaya koyduğu en kıymetli kartografik başarı olarak tanımladığı Cava Atlası 1511 yılında Portekizlilerin eline geçmişti.

Haritada Bangal Körfezi’nin Malakka Boğazı’nın ve Çin Denizi’nin güneyinin şimdiye kadar bilinen en eski ve doğrusu na yakın tasvirleri yer alıyordu. Madagaskar adası ilk defa bir haritada gösterilmişti. Şekli de gayet anlaşılır olup, Batı’da 20. yüzyıl başlarında ancak kavranabilmişti.

Hatta Atlas’ta Güney Amerika’nın kuzeydoğu sahil şeridi de gösteriliyordu. Bilig’in verdiği bu bilgiler ortaçağ İslam dünyasındaki haritacılığın gelişimini anlamak açısından son derece kıymetli olmakla birlikte, bizi belki de en fazla şaşırtacak olan Pîrî Reis’in meşhur haritasının da ona ait olmadığı yönündeki yorumu olsa gerektir. Bilig, Cava Atlası’ndan sonra Pîrî Reis’in adıyla anılan meşhur atlasını muhtemelen 1501’de esir düşen bir İspanyol gemisindeki denizci vasıtasıyla ele geçirdiği, Araplardan tercüme edilen bir harita olarak zikreder.

Pîrî Reis’in adıyla anılan bu dünya haritası da Güney Amerika sahillerini göstermekte, daha da önemlisi bu iki harita Müslümanların çok önceden Amerika kıtasını keşfettiklerini ispat etmekteydi. Bilig’in iddiasına göre, çoğu bilim tarihçisi Arap İslam kültür havzasının tarihini neredeyse hiç bilmemiştir ve bilmez de. Arap-Müslüman bilginlerinin Tanca ile Roma, Toledo ile Roma, Roma ile İskenderiye ya da Roma ile İstanbul arasındaki mesafeleri çok erken dönemlerde nasıl bir kesinlikle bulabildiklerinden habersizdiler ve hâlâ habersizler. Öneri Susanne Bilig’in bu çalışmasının yanı sıra keşiflere meraklı okuyucuların Peter Aughton’un Dünyanın Çehresini Değiştiren Seyahatler(çev.: Deniz Berktay, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2019) isimli kitabını okumalarını da tavsiye ederim.