Şeytan figürünün çağlar boyunca geçirdiği değişim bugün nasıl okunuyor
Erken anlatılarda şeytan mutlak kötü ve cezalandırıcıdır. Rönesans döneminde insana yakın, trajik bir figür; en parlak olduğu romantik dönemde mizahi ve eleştirel bir gözlemcidir. Modern dönemde ise insan ruhunun karmaşıklığını temsil eden bir metafora dönüştüğünü söyleyebiliriz.
Şeytan, insanlık tarihinin en kadim ve karmaşık figürlerinden biridir. İnsanın iyilik ve kötülük arasında süregelen mücadelesini yansıtmak için kullanılan bu sembol, zaman içinde hem sanatın hem de edebiyatın en güçlü metaforlarından birine dönüşmüştür. Tanrı’nın karşısında duran bu düşmüş melek, sadece dinî bir simge olmaktan çıkmış, insanın içsel çatışmalarını, varoluşsal sorgulamaları ve toplumsal eleştirileri şekillendiren bir karaktere dönüşmüştür. Şeytan her çağın ruhunu yansıtarak kimi zaman trajik, kimi zaman karizmatik bir kahraman olarak ele alınmış, farklı kültür ve dönemlerde, çeşitli isimler ve biçimlerle sanat ve edebiyatta yer almıştır. Daha çok korkunun ve ahlaki sınamanın simgesi olarak görülmüş olsa da zamanla karmaşık ve çok yönlü bir figür hâline gelmiştir.
Hristiyanlıkta şeytan, cennetin yıldızlı yamaçlarından Tanrı’ya başkaldırarak düşen, kötülüğün karanlık bir simgesidir. Yeni Ahit’te onun insanları ayartan ve Tanrı’ya meydan okuyan trajik bir asi olarak resmedilmesi, Orta Çağ’da Lucifer mitosuyla birleşerek daha dikkat çekici bir hikâye kazanır. Adem ve Havva’nın hikâyesindeki yılanın zamanla şeytanla özdeşleşmesi, onun insanoğlunun hayal gücünde biçimlenip evrilen çok katmanlı bir anlatının baş aktörü olduğunu gösterir. Yahudi mistisizmi onun rolünü göksel bir memura indirgerken Hristiyanlık bu sınırları aşarak şeytanı evrensel kötülüğün kaynağına dönüştürür. İslam’da ise şeytan, İblis ismiyle, Tanrı’nın iradesine karşı koyan bir isyancı olarak belirir. Kur’an’da Hz. Âdem’e secde etmeyi reddeden bu varlık, cennetten sürülerek insanın içindeki nefsani arzuların ve dışsal sapkınlıkların sembolü hâline gelir. Burada İblis sadece bir düşman değil aynı zamanda ahlaki ve iradi direncin sınandığı bir alegoridir de. Yahudilikte Tanrı’nın iradesine hizmet eden bir sınayıcı olan şeytan, İslam’da ve Hristiyanlık’ta daha bağımsız, hatta düşmanca bir güç olarak karşımıza çıkar. Yüzyıllar boyunca farklı kültürler ve inançlar arasında şekil değiştiren bu figür, insanlığın korkularının, arzularının ve ruhsal çatışmalarının en çarpıcı aynalarından biri gibi görünmektedir.
Şeytan’ın ne olduğu ya da kim olduğu, sisli bir vadide belirsiz bir dumanı aramaya benzer. Bu belirsizlik, onu yüzyıllar boyunca her kültürde başka başka şekillere ve anlamlara büründürerek hayal gücünün bir yansımasına dönüştürür. İnsanın hem en derin korkularını hem de en karmaşık hayal gücünü yansıtır. O, dinî metinlerde kötülüğün özeti, ahlaki sınırların bekçisi, düşen trajik bir melek ve nihayetinde her dönemin sanatında yeniden doğan, bazen ürkütücü bazen de karizmatik bir asi olarak varlığını sürdürüyor.
Bu çeşitlilik, şeytanı ahlaki sınırların ötesine geçip “iyi” ya da “kötü” sıfatlarından bağımsız bir figüre dönüştürdü. Sanat dünyası da bu ilhamdan nasibini aldı; binlerce farklı şeytan tasviri edebiyatta, resimde, müzikte ve sinemada birbirinden farklı formlar hâlinde hayat buldu.
Erken anlatılarda şeytan mutlak kötü ve cezalandırıcıdır. Rönesans döneminde insana yakın, trajik bir figür; en parlak olduğu romantik dönemde mizahi ve eleştirel bir gözlemcidir. Modern dönemdeyse insan ruhunun karmaşıklığını temsil eden bir metafora dönüştüğünü söyleyebiliriz.
Bir başkasının trajedisi, diğerinin kahramanlık hikâyesi olabilir mi? Bir izlek olarak Mephistopheles
Mephistopheles klasik şeytan tipinin dönüşümünü görmemiz açısından önemlidir. Goethe’nin ortaya koyduğu bu karakter estetik bir yan taşıyan, ikilemler yaratan ve insani duyumlara sahip yeni bir şeytan tiplemesidir. Mephistopheles’in bu hâli için bütünüyle olmasa da tipten ziyade karaktere yaklaşmaktadır, denilebilir. Özellikle modernleşmeyle beraber insan ve şeytan arasındaki yakınlaşma kurgusal bağlamda her iki tarafı da etkileyecektir. Şeytana benzemeye başlayan insan ve insana benzemeye başlayan şeytan: Mephistopheles bunun en belirgin örneğidir ve edebiyat tarihinin en karmaşık şeytan figürlerinden biridir. Korkutucu bir iblisten öte, insan ruhunun çelişkilerini ve arzularını açığa çıkaran paradoksal bir rehberdir. Faust’un bilgi ve güç arayışıyla yaptığı pakt, insanın sınırlarını aşma çabasını simgeler. Mephistopheles’in “Bir parçasıyım ben o gücün/ Hep kötülük isteyen fakat hep iyiyi yaratan.” sözleri, onun hem bir antagonist hem de öğretici bir figür olarak taşıdığı çelişkileri yansıtır. O, şeytan figürünün evriminde bir dönüm noktasıdır. Marlowe’un Dr. Faustus’undaki ceza veren iblis anlayışını aşarak insanın çelişkilerini fark etmesine yardımcı olan bir kılavuza dönüşür.
Onun mizahı ve zekâsı, yalnızca kötülüğün değil varoluşsal sorgulamanın da bir sembolü olduğunu gösterir.
Mephistopheles’in temsil ettiği şeytan anlayışı, insan doğasının karmaşıklığını vurgular. Carl Gustav Jung’un bilinçdışı teorisiyle değerlendirildiğinde Mephisto, insan ruhundaki karanlık arzuların ve çelişkilerin bir yansımasıdır. Jung’a göre, bu figür bilinç ve bilinçdışı arasındaki gerilimi çözmeye yardımcı bir katalizördür. İnsanın yaratıcılığını ve kör noktalarını anlamaya hizmet eder. Faust’un yolculuğu, bireysel deneyimlerin ötesinde, insanlığın kolektif arayışını simgeler. Mephistopheles, şeytanla barışmanın ve onu rehbere dönüştürmenin mümkün olduğunu gösterir. Erich Heller’in “Faust’un günahı da kurtuluşu da ruhun huzursuzluğudur.” yorumu, eserin tematik derinliğini özetler. Goethe, bu huzursuzluğu bir lanet değil anlam arayışının bir katalizörü olarak sunar. Faust’un sınırlarını aşma çabası, epik bir kozmolojik sorgulamaya dönüşür ve bu süreçte insan ruhunun sınırsız potansiyeli vurgulanır. Şeytan figürünün modernleşmesini temsil eder.
Faust, şeytanın artık klasik metinlerdeki tek yönlü, sadece dogmatik nitelikler taşıyan bir varlık olmadığının en önemli ilk örneğidir. Ürkütücü, korkutucu, karanlık bir algı oluşturmaz; estetik bir tavrı vardır, geçmiş örneklerinden sıyrılmış, yazarının yaratıcılık kuvvetinden doğmuştur. İnsana uyum göstermeye çalışan, zeki, üslup sahibi, birçok noktada komikleşen, grotesk bir varlıktır.
“Kötü” olan, uzunca bir süre, didaktik amaçların yükümlülüğü ile derinlikten uzak olarak sunulur. Birçok sanatta olduğu gibi edebiyattaki baskın temsili de şeytan figürüdür. Aydınlanma ile birlikte Tanrı’ya karşı koyan şeytani unsurun bir bedende tasavvur edilmesi şeklindeki “boş inanç” ile beraber şeytanı konu alan bütün mitolojik unsurlar “akıl dışı” olmakla itham edilmiş, edebiyat ve sanattan sürülmeye çalışılmıştır. Mephistopheles modern dünyanın yeni ve estetik şeytanıdır. Modern anlamda şeytani kötülüğün varlığını anlamada önemlidir. Peter Andre Alt, Mephistopheles’in kendi konumunun farkında olan yeni şeytan modeli “Cehennemin sözcüsü olarak Aydınlanma döneminin sonundaki tarihsel rolünü çok iyi anlamıştır.” sözleriyle ifade eder. Mephistopheles kendini ve bu yeni ve modern şeytan figürünü şöyle tanımlar:
“O çoktan masal kitaplarına girdi bile; Ama daha iyi değil insanların hâli yine de: Bir kötüden kurtuldular ama kötüler kaldı yerinde.”
- Goethe’nin Faust’u, insan ruhunun huzursuzluğunu hem lanet hem de kurtuluş olarak ele alır ve bu arayışı “şeytan” üzerinden edebiyatın zirvelerine taşır.
“Bir parçasıyım ben o gücün”: Şeytanın sanat ve edebiyattaki serüveni
Şeytan, insanlığın ortak hayal gücünde, korkunun ve hayranlığın büyüleyici bir bileşeni olarak yer almıştır. Zaman ve mekânın ötesinde bu figür hem bir tehdit hem de bir merak kaynağı olmuştur. Onun varlığı, insanoğlunun karmaşık doğasının bir parçası gibi parıldarken korkutucu imajının ardında insan ruhunun kuytularına uzanan bir şifre de saklar.
Sanat ve edebiyat, şeytanın şekillendirdiği anlamların dönemlere göre nasıl değiştiğini belgelendirir. Orta Çağ masallarında ruhları kandıran bir canavar olarak tasvir edilen bu figür, romantik dönemde trajik bir kahramana, modern dönemdeyse varoluşsal sorgulamaların odak noktasına dönüşür. Onun hikâyesi, aslında insanın kendi hikâyesidir; hem yıkımın hem de yaratımın ebedi döngüsü. Orta Çağ’ın karanlık dehlizlerindeki bu düşmüş melek, grotesk özelliklerle süslenmiş bir korku figürüdür; yarasa kanatları, sivri boynuzları ve yılan benzeri uzuvlarıyla insanın en derin korkularını temsil eder. Dante’nin İlahi Komedya’sında cehennemin en dibine mahkûm edilmiş, hareketsiz bir varlık olarak resmedilen şeytan, gurur ve düşüşün de çarpıcı bir alegorisidir. Dönemin fantastik tasvirlerinde bu figür, günah ve ceza anlayışını grotesk detaylarla gözler önüne serer. Rönesans, şeytan figürüne yeni bir boyut kazandırır. John Milton’ın Kayıp Cennet adlı epik eserinde, trajik bir kahraman olarak ele alınır. Cennetten kovulan bu melek, gururu ve özgürlük arayışıyla insan doğasının çatışmalı yapısını yansıtır. Milton’ın “Şeytan”ı, “Cehennemde hükmetmek, cennette hizmet etmekten yeğdir.” diyerek başkaldırının cazibesini ve trajedisini gözler önüne serer.
Antik mitolojilerden modern çağa kadar uzanan şeytan figürü, insan doğasının sınırlarını test eden bir güçtür. Sürükleyici bir metafor olarak bilgiye ve güce ulaşma arzusunun tezahürü olur. Faust’un gösterdiği gibi bu arayış insanoğlunun kendi doğasıyla hesaplaşmasına yol açar. Şeytan bu süreçte hem bir rehber hem de bir engel olarak şekillenir. Ahlaki dilemmanın ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Kötülüğü somutlaştırarak iyilik ve kötülük arasındaki o ince çizgiyi belirginleştirir.
Baştan çıkarıcı ve ürkütücü bir figür olarak kötülüğe somut bir imge sağlar. Thomas Mann’ın Doktor Faustus’unda yaratıcılık ve yıkım arasındaki ince çizgiyi araştıran şeytan, bireyin bilinçaltındaki çelişkilerin bir simgesi olur. O, baştan çıkarıcı anlatıların bir mihenk taşıdır; vaatleri, aldatmaları ve hileleri, anlatılara gerilim ve derinlik katar. Bir anlaşma yapılır; bu, karakterlerin düşüşünü ve yeniden doğuşunu simgeler. Bu dramatik çerçeve hem insan hırsının hem de arzularının doğurduğu kaotik sonuçları ortaya serer.
Aklın ön planda olduğu Aydınlanma Çağı, şeytanın sembolik anlamını zayıflatmaya çalışmışsa da bu figür dirayetle kültürel aktarımdaki yerini korumuştur. Artık şeytan, yalnızca bir antagonist değil aynı zamanda insan doğasındaki çelişkilerin ve karanlık arzuların bir temsili olarak karşımıza çıkar. Modern edebiyat, şeytan figürünü soyutlaştırarak onu insanın anlam, kimlik ve yer arayışının provoke edici bir sesi hâline getirmiştir. Goethe’nin Faust’unda, insanın özgür iradesiyle yaptığı seçimlerin doğurduğu trajedilerle yüzleşiriz. Mephistopheles’in ironik zekâsı ve alaycı tonu, insanoğlunun ahlaki zayıflıklarını ve zaaflarını ortaya çıkaran bir eleştirmen gibi işlev görür.
Romantik dönem, şeytanı bir başkaldırı ve bireysel özgürlük sembolü olarak yeniden şekillendirir. Lord Byron ve Percy Shelley gibi romantik şairler, bu figürü toplumun dayatmalarına karşı gelen bir asi olarak tasvir eder. Gustave Doré’nin Milton’ın eserine yaptığı illüstrasyonlar, şeytanın hem ihtişamını hem de trajedisini görselleştirir. Romantik şairler, şeytan aracılığıyla insan doğasının sınır tanımayan yanlarını keşfe çıkarlar.
Modernizm, şeytanı soyut ve psikolojik bir boyutta ele alır. Salvador Dalí’nin sürrealist tablolarında bu figür, insan bilincinin irrasyonel ve karanlık yanlarını temsil eder. Francis Bacon’ın deformasyon ve çöküşü betimleyen eserlerinde, insan ruhunun derinliklerindeki çatışmalara ve karmaşaya ışık tutar. Artık şeytan, düşmüş bir melek ya da korkutucu bir canavardan öte, insan psikolojisini anlamak için bir metafor hâline gelmiştir.
Edebiyat da şeytan figürünü çok yönlü bir yaklaşımla yeniden yorumlar. Mihail Bulgakov’un Usta ile Margarita romanında Woland, sadece kaos yaratan bir figür değil aynı zamanda toplumsal ikiyüzlülüğü ifşa eden bir karakterdir. Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler romanındaysa şeytan, insanın vicdanıyla hesaplaşmasını derinleştiren bir içsel ses olarak karşımıza çıkar. Bu modern yaklaşımlar şeytanın ahlaki griliklerini ön plana çıkararak onu daha insani bir boyuta taşır.
Popüler kültürde ise şeytan figürü zaman zaman cazibeli, karizmatik ve çelişkili bir karakter olarak yeniden tanımlanır. Lucifer gibi dizilerde bu figür, insanın ahlaki ikilemlerini ve karanlık yanlarını yansıtma çabasıyla kullanılır. Modern sanat ve edebiyat, şeytanın çok boyutlu yapısını vurgulayarak onun insan ruhundaki şifreleri çözmek için bir anahtar olduğunu gösterir.
Onun aracılığıyla, insan ruhu hem dehşetin hem de çekiciliğin çelişkili döngüsünde dolanır. Onun isyankâr doğası, bireysel özgürlük arayışının ve toplumsal yapıların sorgulanmasının sembolü hâline gelir. Kimi zaman yıkıcı bir kaos, kimi zaman yaratıcı bir ilham kaynağı olarak şekillenen şeytan, sanat ve edebiyatın vazgeçilmez unsurlarından biri olmaya devam eder.
Yaşam inatçıdır ve en çok nefret edildiği yere daha çok sarılır: Kara romantizm
Kara romantizm özellikle üzerinde durulması gereken bir akım. Edebiyatın karanlık sularında bir ayna misali, insan ruhunun derin ve girift katmanlarını yansıtan romantik bir başkaldırıdır. 18. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın başlarına uzanan bu edebî akım, romantizmin idealist ve duygusal yönünü karanlık bir prizmanın içinden geçirerek şekillendirmiştir. Bu karanlık prizma, doğanın ve insanın güzelliklerini yücelten romantik anlayışı reddetmez; aksine, onu insanın içindeki kötücül yanları ve doğanın dehşet veren yüzünü açığa çıkarmak için kullanır. Bu akımın en çarpıcı unsurlarından biri, şeytan figürünün edebiyat sahnesinde yeniden doğuşudur. Şeytan, yasak arzuların ve içsel çatışmaların sembolüdür. Şeytan, insanı kendi karanlığıyla yüzleşmeye davet eden bir metafor olarak anlam kazanır.
Milton’ın “Şeytan”ı, bireysellik ve özgürlük arayışının trajik bir sembolü olarak tasvir edilir. Kara romantizm ise bu figürü daha insani bir boyuta taşıyarak hem korku hem de empati uyandıran çok katmanlı bir karakter hâline getirir. Mary Shelley’nin Frankenstein adlı romanı, şeytan kavramını insanın kendi yarattığı tehlikeler üzerinden ele alır. Victor Frankenstein’ın Tanrı’ya öykünen kibri, yaratığı şeytanlaştırır. Shelley, şeytanı doğrudan betimlemese de onu insanın ahlaki sorumluluklarını sorgulatan bir figür hâline dönüştürür.
Edgar Allan Poe’nun eserleri, kara romantizmin karanlık estetiğini derinleştirir. Poe, şeytanı bireyin içindeki karanlık dürtüler ve bastırılmış arzular üzerinden işler. “Kara Kedi” gibi öykülerinde, suçluluk ve delilik temaları, şeytani eğilimlerle bütünleşir. Bu yaklaşım, şeytanı insan zihninin kaotik doğasına karşı bir ayna yapar.
Charles Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri eserinde şeytan, insanın arzularının ve çelişkilerinin estetik bir yansımasıdır. Baudelaire, şeytanı ahlaki bir yargıdan çıkarıp modern bireyin karmaşıklığını temsil eden bir figür olarak yeniden yaratır. Bu şiirlerde şeytan, insanın kendi içindeki kötülüğe duyduğu hayranlığın ve korkunun bir sembolüdür.
Gotik edebiyat, kara romantizmin şeytan anlayışını fiziksel mekânlarla somutlaştırır. Terk edilmiş kaleler ve karanlık ormanlar gibi unsurlar, şeytanın varlığını hissettiren birer araçtır.
Modern edebiyat ve sanat, kara romantizmin şeytana getirdiği bu derin bakışı benimsemeye devam etmiştir. Şeytan, insanın karanlık yönlerini anlama ve bu yönlerle yüzleşme arayışında bir metafor olmaya devam eder. Kara romantizmin mirası, insan ruhunun karmaşıklığını anlamak isteyen herkes için bir ilham kaynağıdır.
Şeytandan öte, şeytani yaratıcılık
Şeytani yaratıcılık, insanın daimonik yönünün kendini ifade etmesi ve bu yönün romantik akımın sunduğu özgürlükler ile sanat alanında yer bulması sayesinde mümkün olmuştur. İnsan, içindeki kötülüğü, zayıflığı ve suçu kabul ettikçe kendini olduğu gibi yansıtma cesareti kazanır. Romantik akımın özgürlük tanıdığı olumsuz kişi, duygu ve durumlar sanat ile edebiyatı farklı bir yola taşımış; negatif unsurların kabulü, estetik ve yaratıcılıkta yeni bir kapı aralamıştır
Şeytana özgü olarak görülen isyan, başkaldırı, eleştirel düşünce, cesaret, sınırsız hayal gücü ve çok yönlülük gibi nitelikler, insan davranış ve düşüncesinde kendine yer buldu. Bu bağlamda “şeytani yaratıcılık”, insana özgü bu özelliklerin sanatsal ve entelektüel ifade biçimlerine dönüşmesi olarak tanımlanabilir. Özellikle kara romantizm akımı, insanın daimonik yanını keşfetmesinde belirleyici olmuştur. Romantik anlayış, negatif duyguları ve durumları insana özgü bir gerçeklik olarak ele almış, bu yönelim insanın şeytani yanını kabul etmesini mümkün kılmıştır. Artık birey, bu özellikleri somut bir varlık olarak değil sembolik bir şekilde içselleştirip ifade edebilme cesareti göstermektedir. Bu değişim, insanın doğal eğilimlerini bastırmak yerine onları kontrol etme ve anlamlandırma sürecine geçişini temsil eder. Bu yaklaşım, şeytani yaratıcılık kavramını bir eleştiri ve değerlendirme aracı olarak edebiyat incelemelerine taşır. Böylece, insana doğasının daha derin bir boyutunu anlamak için alternatif bir bakış açısı sunar.
Sanat ve edebiyatın derin ve kasvetli köşelerinde gizlenen “şeytani yaratıcılık”, yaratıcı sürecin, toplumsal normların ötesine geçerek ve geleneksel ahlaki çizgileri zorlayarak cesur ve kışkırtıcı bir yolculuğa çıkmasını temsil eder. “Şeytani” ifadesi, dinî anlamdaki kötülükten ziyade, insanın karanlık yanlarına, bastırılmış arzularına ve bilinçaltı korkularına dokunur. Bu, yaratıcılığın şaşırtıcı ve sarsıcı bir ifade biçimiyle yeniden tanımlandığı bir alanın kapısını açar.
- Baudelaire’in dizelerinde güzellik ve kötülük birbirine dolanır, şeffaf bir çizgiyle ayrılmak yerine, birbirlerini tamamlayan bir döngü yaratırlar. Bu karanlık temalar, okurun ruhsal olarak sarsılmasını ama aynı zamanda şehirli bir çöküşün güzelliğini fark etmesini sağlar. “Şeytani yaratıcılık”, buradan yola çıkarak geleneksel güzellik kavramlarının yıkılması ve yeniden yaratılması üzerine bir oyun alanı kurar.
Franz Kafka ve Poe’nun eserleriyse bilinçaltı korkularını, varoluşsal boşluğu ve insan ruhunun labirentlerinde dolaşan karanlık dürtülerini ortaya çıkarır. Poe’nun Kara Kedi’si ya da Kafka’nın Dönüşüm’ü, insanın içsel bozulmasının trajedisini ve aynı zamanda bu trajedinin estetiğini sunar. Grotesk ile kılıflanan bu eserler, okuyucuyu rahatsız etmeyi ama aynı zamanda düşünmeye zorlamayı amaçlar. İçsel korkularınızla yüzleşirken Milton’ın Lucifer’ı, okuyucuyu hem kötülüğe hayran bırakır hem de ondan korkutur; bu karşıt duyguların harmanı, şeytani yaratıcılığın özüdür.
Toplumsal eleştirinin keskin bir aracı olarak şeytani yaratıcılık, Orwell’in 1984’ündeki gibi distopik bir boyut kazanabilir. Orwell, büyük biraderin gözetiminde yaşanan insanın küçülmesini, bireysel özgürlüklerin yok edilişini ve totaliter düzenin soğukluğunu şeytani bir kökene oturtur. Bu eserler, konfor alanından koparılmak istenen okuyucuya bir çağrıdır: Gerçekler korkutucudur ama göz ardı edilemez.
David Lynch gibi yönetmenler, şeytani yaratıcılığın görsel ve psikolojik yansımalarının ustasıdır. Mulholland Drive, Eraserhead, Twin Peaks gibi dizi ve filmler, bilinçaltımızın derinliklerindeki huzursuzluğu su yüzüne çıkarır. Lynch’in eserlerinde görsel bozulma ile psikolojik gerilim arasındaki denge, izleyiciyi hem dehşete düşürür hem de büyüler. Bu sinematik yolculuklar karanlığa yüklenen derin estetik anlamın özüdür. Şeytani yaratıcılığın temeli insan ruhunun ve toplumsal yapıların çatışma alanlarında yatar. Korku, huzursuzluk ve çelişkilerle dolu bu eserler izleyici ya da okuyucuya daha derin bir öz farkındalığı sunar. “Şeytani” kelimesi, burada kötülükten ziyade yaratıcılığın sınırlarını zorlayan, bilinmeyenle yüzleşen bir cesaret olarak anlam kazanır. Bu eserler hem rahatsız edici hem de derinlemesine kışkırtıcı bir güce sahiptir:
“‘Daemonic’ insan şahsiyetinin tümünü bir dalga gibi kaplama potansiyeli taşıyan herhangi bir tabii eğilimdir. Cinsiyetin kudreti, yaratıcının inadı, kızgınlığın yakıcılığı, iktidar hırsı insanın ‘daemonic’ uzantılarının örnekleridir. ‘Daemonic’ bir nesne olmaktan çok, saklı bir güç, insanın yaratıcı ve kahredici gücünün müşterek kaynağıdır. İnsan davranışının derinliklerine nüfuz etme insanın ‘daemon’unu şuurunda kabul etmeye ve anlamaya bağlıdır.”
Şerif Mardin’in bu ifadeleri, “şeytani olan”dan ilham alamaya verilen iyi örneklerden biridir. Sonuç olarak şeytani yaratıcılık, sanat ve edebiyatın çoğu zaman bastırılan, tabu kabul edilen veya görmezden gelinen alanlarında bir kılavuzdur. Karanlığın ve çelişkilerin ötesinde, bu eserler bize insan olmanın karmaşık ve derin anlamını kavrama fırsatı sunar. Bu yaratıcılık biçimi sanatı bir “kaos düzen”e dönüştürme çabasından ziyade, kaosun içinde güzellik bulma olarak tanımlar.
Her dönemin toplumsal ve kültürel kodlarını çözmek için bir pusula niteliği taşıyan bu figür, insanın ışık ve karanlık arasındaki sonsuz mücadelesinin sanatsal bir tezahürüdür. İnsanlık tarihinin en korkutucu ama aynı zamanda en coşkulu hayal gücünü yansıtan bir odak olarak da zamanın akışı içinde biçim ve anlam değiştirerek insanlığın estetik ve düşünsel mirasında kalıcı bir yer edinmiştir.
Şeytan nasıl tanımlandı, nasıl tasvir ve temsil edildi, neye dönüştü ve serüvenine nasıl devam ediyor?
Bu soruları sormaya devam ettikçe şeytanın yanında pek çok şeyin serüvenine şahit olabiliriz. Çünkü şeytan da insanlar, dinler, tarihler, kültürler, sanat ve edebiyat dönüştükçe, değiştikçe değişti. Asırlardır süren değişimimize onu da ortak ettik. Bu hiç zor olmadı çünkü o, zaten bizimle bir ortaklık peşinde. Kendimizi onun tuzak kurucu, aldatan varlığından korumayı ihmal etmeden sanatsal üretime verdiği ilhamları gözden kaçırmamalıyız. O da büyük dönüşümün bir parçasıdır. Her dönemin ruhunu yansıtan çok yönlü bir figür/tip/karakter/metafor olan şeytan, insanlığın yaratıcı zihninde ölümsüzleşmiştir.
Kaynaklar
Alt, Peter Andre, Aydınlanma ve Psikoloji: Şeytanın Yeni Marifetleri (çev. Sabir Yücesoy), İstanbul, Sel Yayıncılık, 2016.
Alt, Peter Andre, Karanlık Ruhun Arkeolojisi: İçimizdeki Kötülük (çev. Sabir Yücesoy), İstanbul, Sel Yayıncılık, 2016.
Alt, Peter-André, Her Şeyin Başlangıcı: Şeytanın Düşüşü ve Kötü- nün Doğuşu (çev. Sabir Yücesoy), İstanbul, Sel Yayıncılık, 2016. Goethe, Faust (çev. İclal Cankorel), Ankara, Doğubatı Yayınları, 2016.
Hall, James. Dictionary of Subjects and Symbols in Art, Harper & Row, 1974.
Milton, John. Yitirilen Cennet, (çev. Yiğit Yavuz), İstanbul, İthaki Yayınları, 2021.
Rosenkranz, Karl, Çirkinin Estetiği (çev. Mustafa Özdemir), İstanbul, Muhayyel Yayıncılık, 2018.
Russell, Jeffrey Burton, İblis: Erken Dönem Hristiyan Geleneği (çev. Ahmet Fethi), İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2000.
Russell, Jeffrey Burton, Lucifer: Ortaçağda Şeytan (çev. Ahmet Fethi), İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2001.
Russell, Jeffrey Burton, Mephistopheles: Modern Dünyada Şeytan (çev. Nuri Plümer), İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2001.
Shelley, Mary. Frankenstein, (çev. Yeşim Seber), İstanbul, Notos Kitap, 2016.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.