The Mevlidi Sherif : Bir misyonerin aziz hatırası

ÖMER FARUK YENİ
Abone Ol

Kimdi bu zat-ı muhterem ve nasıl oluyordu da Türk dilinin inceliklerini Shakespeare’in o klasik kelimeleriyle böylesine güzel karşılıklarla ifade edebiliyordu.

Tercüme kolay iş değil, hele de şiir olunca. Tarkovsky’nin ünlü repliği: “Şiir tercüme edilemez’’ dese de, çevrildiği dilin dünyasında kendine bir yer bulabilmiş şiirlerin sayısı az değil.

Münacat bahri ve Shakespeare’in kelimeleri

Dua” temasıyla düzenlenen 5. Uluslararası Albaraka Hat Yarışması için sergi kataloğu hazırlığındayız. Mevlid-i Şerif’teki münacat bahrinin nesih hattıyla yazıldığı iki eser katalogdaki yerini almış. Üç dilde hazırlanan katalogda eksik kalan tek şey münacat bahrinin İngilizce çevirisi. Mevlid-i Şerif gibi popüler bir eserin İngilizce tercümesi herhalde bir yerlerde olmalı. Akademide muteber bir kaç hocaya ve güzide kültür enstitülerine ulaşıyoruz. Gören ya da bilen çıkmıyor.

Derken internette, kuytu bir blog sayfasında kısmi bir çeviri metnine rastlıyoruz. Metindeki dil zevki ve İslami kavramlara vukufiyet göze çarpıyor. Kime ait olabilir diye bakınırken, Frank Lyman MacCallum’un ismiyle tanışıyoruz.

Londralı yayıncı John Murray'ın 1943'te yayınladığı

Kimdi bu zat-ı muhterem ve nasıl oluyordu da Türk dilinin inceliklerini Shakespeare’in o klasik kelimeleriyle böylesine güzel karşılıklarla ifade edebiliyordu.

Hakkında bilgi edinmek o an için pek kolay görünmüyor. Lyman'ın bu çevirinin dışında herhangi bir eserine de rastlanmıyor. İSAM kütüphanesinde eski bir nüshasına ulaşabildiğimiz Mevlidi Sherif’in tam da o günlerde İngiltere’de yeni baskısının yapıldığını fark edip Amazon’dan bir sipariş veriyoruz. Kelimelerinden genç olduğu anlaşılan Kıbrıs kökenli bir Türkün sayfaya bıraktığı yorumu Lyman da görebilseydi ne hissederdi?

Göçmen bir ailenin çocuğu olarak İngiltere’de doğup büyüyen bayramlarda, kandillerde cenaze ve düğünlerde Türkçesi iyi olmadığı için pek anlayamadığı ama merakla dinlediği mevlidin hayli zamandır İngilizcesini aradığını ve nihayet bulduğunu söyleyen genç, gözyaşları içinde şükranlarını sunuyor çevirmene.

Maraş’tan Beyoğlu’na: Lyman’ın yaşadığı Türkiye

Kuruluşu 1820’lere kadar uzanan Osmanlı’daki misyoner okullarının sayısının yüzlerle, öğrencilerinin ise binlerle ifade edildiği günlerdir. Babasının tabiriyle “Her birinin üzerine kargalar konmuş milyon tane mezar taşıyla çevrili Erzurum şehrinde” dünyaya gelir Lyman, 1893 yılı, 18 Haziranında.

Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk yıllarında Lyman da kendi işinin inceliklerini öğrenmeye çalışır. Zaman zaman, başkent oluşuyla yeniden inşa edilen Ankara’ya gider, çalışan yabancı nüfus üzerinden misyonerlik faaliyetlerini yürütür.

Arapça, Yunanca, Kitâb-ı Mukaddes, İlm-i Ahlak, Hüsn-i Kıraat ve İlm-i İlâhi-i Tabiî gibi derslerle üç yıllık bir müfredata sahip olan Maraş Teoloji Okulu’nda hocalık yapan bir babanın oğlu olarak, çocukluğunun ilk yıllarını Maraş ve Erzurum’da geçirir. Bir süre eğitimine asli vatanı Kanada’da devam eden ama kalbindeki arayışla nihayet İstanbul’a gelip yerleşen Lyman gündelik rutini dışında Türk dili ve kültürüne benzeri olmayan bir alaka duyar. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş günlerinde bazen bir bayram sabahını resmeder, bazen Türk insanının yeni rejimle yaşadığı sancılara tanıklığını kaleme alır. Türkiye, çocukluğunu yaşadığı ülke değildir artık.

  • Hayatı, babası gibi olaysız geçmiş kendi halinde bir misyonerdir. Kariyeri ne edebi ne de politik anlamda dikkate değer. Arkadaşlarının anlattığına göre şairane konuşan, hikayeci bir tavrı olan, mizahı seven bir adamdır.

Türklerin arasında bir yabancı gibi yaşamamış, sakin tabiatı ve güzel ahlakıyla Türk dostlarının muhabbetini kazanmıştır. Eski bir derviş dostunun ifadesiyle “Eğer böylesi gerçek bir Hristiyanın varlığı mümkün ise, onun gibi daha fazlası da olabilir.”

Lyman’ın biyografisini kaleme alan kişi kendisinin Londra’dan yakın dostu ve misyon yoldaşı Conctance E. Padwick olur. Doğuda ve batıda misyonerlik, diplomasi ve ticarette müslümanlarla karşılaşacak her bir Hıristiyana örnek olması için bu biyografiyi kaleme aldığını ifade eden Padwick: “Ve onların çağrısı olağanüstü hediyeler vaad etmek yerine mütevazı bir aşkla; kendini bilmektir” diyerek kitabını tamamlar.

Padwick, misyon faaliyetlerinin yanında ömrünün büyük bir kısmını başta Kahire olmak üzere Kudüs ve Sudan’da Arap Edebiyatı’ndan yaptığı çevirilerle geçirmiştir. Peygamber Efendimiz ve büyük evliyaların dualarını içeren Muslim Devotions adlı eseri ise halen müslümanların manevi hayatına dair en kapsamlı çalışmalardan biri sayılmaktadır.

Lyman 1925’te American Society’ye katıldığında, British and Foreign Bible Society bugünkü ismiyle Kitab-ı Mukaddes Şirketi, yetmiş yıldan fazladır İstanbul’da faaldir. Atatürk’ün ölümünün bir yıl öncesinde Lyman, kendini Türkiye’deki misyonun başında bulur. O günkü kurumsal ismiyle Bible Lands Agency, North. Hitler’in Viyana’yı işgaliyle misyon genel merkezinin Beyrut’a taşınmasından memnun görünür. Society’nin 100. kuruluş yılı kutlamalarında Levant’ta kendini bir aile ortamında gibi rahat hissettiğini ifade eder. Zamanlama ve içinde bulunduğu ortam bu hisler için gayet uygundur.

Bektaşi tekkesine sık sık uğrayan, Karagöz oyunu izlemekten keyif duyan, dostlarıyla iftar sofrasında buluşup top atışlarını bekleyen biridir. İstanbul’u her bir sokağının hikâyesi ile birlikte yaşar, ziyaretine gelen misafirlerini bu hikâyelerle dolaştırır.

O yıllara dair anılarında, bugünün insanınca belki unutulmuş eşsiz geleneklere değinir, Elbistan’dan geçerken rast geldiği bir yağmur duasını anlatır: “Köylülerin sahip oldukları bütün inekler, koyunlar, atlar ve eşekleri yanlarında getirip sabahtan akşama kadar 70.000 adet çakıl taşına okunan 70.000 ayet-i kerime* ile Hak teâlanın rahmetini umuyorlardı.”

Hat-Hakan Arslan. Tezhip-Seda Kaya

Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk yıllarında Lyman da kendi işinin inceliklerini öğrenmeye çalışır. Zaman zaman, başkent oluşuyla yeniden inşa edilen Ankara’ya gider, çalışan yabancı nüfus üzerinden misyonerlik faaliyetlerini yürütür.

Bir Şeker Bayramı Karagümrük’ten geçerken binlerce çocuk sokaklarda bağıra çağıra eğleşmektedir. “Şenlik içindeki çocuklar ve çoşkuyla kılınan bayram namazından sonra, bu huzur, bu sükûnet, bu kudret ve arınmışlık hissi Allah’ın ilahi bir tecellisinden başka ne olabilir ki” diye defterine not düşer.

Call to Istanbul ismiyle yayımlanan biyografi kitabı için Lyman’ın Türkçe notlarını ve mektuplaşmalarını İngilizce’ye çeviren kişi Red House Sözlüğü editörü Sofi Huri olur. Reîs-i rûhânî olarak anılan Halepli Hristiyan bir din aliminin kızı olan Sofi Hanım genç yaşlarında tanıdığı Lyman’ı “baba, mürebbi, mürşid ve dost” kabul eder. Babasından sonra kendisinin fikrî ve mânevî hayatına yön verdiğini ve ondan beş yıldan fazla bir süre istifade ettiğini aktarır.

Mevlidi Şerif tercümesi nasıl oldu?

Lübnan savaşının son yıllarına doğru Beyrut’a gelir ve üzerinde bir kaç yıldır ilgiyle çalıştığı mevlid-i şerifin çevirisini burada tamamlar. Çeviri ilk kez o günlerde savaş propagandası yapan bir Fransız gazetesi olan Realite’de 1942 Mayısı’nda yayımlanır. Beklenilenden fazla ilgi gördüğü anlaşılan çeviriye British Council da kayıtsız kalamaz ve Londra’da basılmasına öncülük eder.

  • Jane Austen, Sir Arthur Conan Doyle, Charles Darwin gibi ünlü yazarların kitaplarını basan Londralı yayıncı John Murray’in 1943 Sonbahar Kitap Kataloğu’ndaki “Wisdom of the East” serisinde görülür The Mevlidi Sherif: The Nativity of the Prophet Muhammad.

Birkaç yıl sonra Türkiye’nin en çok satan günlük gazetesindeki bir yazar bu “beklenmedik olayı” köşesine taşır. British Council’ın kitabın basılmasına öncülük ettiğine de değinen yazıdan yaklaşık bir hafta sonra Londra’daki BBC Türkçe Servisi “Türk-İngiliz entelektüel işbirliğinin muhteşem bir örneği” ne bir kaç dakikalık da olsa yer verir.

Girizgâhtaki hikâyeler

Çeviriye başlamadan önce tafsilatlı bir girizgah yapar Lyman. Mevlidin müellifi Halveti tarikatına mensup Süleyman Çelebi’nin, Bursa Ulu Camii’ndeki imamlık vazifesi sırasında bir vaizin “peygamberlerin birbirine üstünlüğü yoktur” mealindeki ayet-i kerimeye getirdiği yoruma karşılık Hz. Muhammed’in(sas) üstünlüğünü ispat için bir mevlid yazmaya giriştiğini, bildiğimiz tüm detaylarıyla okuyucuya aktarır. 18.yy’da İsveç Elçisi olan İstanbul Ermenilerinden D’Ohsson’un Sultanahmet Camii’nde bir mevlid kandili merasimini tasvir ettiği kitabından alıntılara yer verir. Vezirlerin, paşaların, müftü ve meşayihın o güne özel kıyafetler içerisinde kandil protokolüne riayet ederek bu merasimde nasıl hazır bulunduğunu, Ayasofya Camii başimamından başlayarak İstanbul’daki diğer selatin camii imamlarının hangi duaları hangi sıra ile okuduklarını, dağıtılan şerbet ve gül suyuna avuç açan cemaatin kalplerini mevlidhanların şakayışlarına nasıl verdiklerini anlatır. Masrafların cami vakıfları tarafından karşılandığını ve yalnızca bir güne mahsus olmayan bu kutlamaların her gün farklı bir camide devam ettiğine de değinir.

Eserin İslam klasikleri çevirilerinde sıkça rastlanan anlam kayıplarının aksine edebi bir değer taşıdığı göze çarpıyor. Lyman, yalnızca mevlid metnine değil, beyitler arasında cemaatle birlikte okunan salavatlara da yer verir ve kitabı tevhid bahrinde okunan saba makamının notalarıyla tamamlar.

Hz. Muhammed’in(sas) bir Türk için ne ifade ettiğini ancak mevlid-i şerife aşina olanların kavrayabileceğini söyleyen Lyman, bu eseri kendi okuyucularına tarif edebilmek için Süleyman Çelebi’nin çağdaşı olan İngiliz Edebiyatı’nın ilk büyük şairi Geoffrey Chaucer’ın(ö.1400) başyapıtı Canterbury Hikayeleri’ni örnek verir.

Saint Thomas Becket Mabedi'ne doğru kutsal bir yolculuğa çıkan hacıların, yol boyunca birbirlerine anlattıkları hikâyelerden oluşan başyapıtın bir kaç kilise ilahisi dışında mevlid-i şerifin “yalın ve halen yaşamakta olan dilinden” uzakta kaldığını da belirtir.

Yunus Emre ve İstanbul’un 500. Fetih yıldönümü çevirileri

Yunus Emre, Lyman’ın ilgi duyduğu isimlerden bir diğeriydi ki, bu ilgi onu dönemin İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi müdürü olan Burhan Toprak’la tanıştırır. Zamanla dostluğa dönüşen ilişkileri sırasında kendisinin Yunus Emre ve tasavvuf düşüncesi üzerine yazdığı metinlerini İngilizce’ye çevirir. The Muslim World dergisinin 1946 Nisan sayısında bu çevirileri yayımlanır.

500.Fetih Yılı Şenlikleri, Fatih'in Türbesinde

Sokaktaki gündelik diyaloglara, adetlere ve hatta batıl inançlara vakıftır Lyman. Dönemin Diyanet Reisi ile yakın arkadaş olur. Müslüman ve Hıristiyanların kendi inançlarında buldukları en güzel manevi tecrübeleri paylaşabilecekleri bir “retreat” bir nevi dini meclis tertip etmek ister. 50’li yılların başında böylesi bir girişim için Hristiyan ve Müslüman arkadaşlarına haber salar. Böylesi bir buluşma ortamından herkesin istifade edebileceğini düşünmektedir. Bir kaç yıl belli aralıklarla buluşan bu meclis Müslüman ve Hristiyan Ermişlerin hayatları üzerine müzakerelerden ve birlikte yapılan dualardan oluşmaktadır. Lyman'ın ölümüyle bu buluşmalar da son bulur ve bahsi geçen “retreat”de gerçekleşemez.

İstanbul, 500. Fetih Yılı şenliklerine ev sahipliği yaparken ünlü mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kaleme aldığı bu sıradışı manzarayı yaklaşık 40 sayfada The Muslim World dergisinin 1953 Nisan sayısı için tercüme eder.

Feriköydeki son dua

İstiklal Caddesi No:237'deki Kitab-ı Mukaddes Şirketi'nin çalışanları her gün olduğu gibi 15 Ocak 1955 Cumartesi günü de mesai bitiminde ofislerinden çıkar. Lyman henüz sükunet içerisinde o yıl Kudüs'te toplanacak olan misyoner birliğinde “Bible Society Leaders” yapacağı sunuma hazırlanmaktadır. Eve geldiğinde Kudüs seyahati için çantasını hazırlar. Eşi Robin’in tavsiyesiyle geç olmadan yatağa girer ve öylece huzur içinde ruhunu teslim eder.

  • Lyman, babası vefat ettiğinde onun için “Nurun dünyasından mezun oldu” der. Kendisi vefat ettiğinde ise arkadaşları, onun bir göçmen gibi yaşadığı bu dünyadan “şimdi hakiki yurduna döndü”ğünü söyler.

Münacat Bahri vesilesi ile tanıdığımız Lyman’ı Feriköy Protestan Mezarlığı’ndaki kabri başında kendi çevirisi ile anıyoruz:

Almighty God, from evil now deliver!

Amen, say all who hope in God the Giver.

Yâ İlâhi, kılma bizi dâllîn.

Bu dûaya cümleniz deyin âmîn.

*İnsanlar bütün ümitlerini yitirdikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan O’dur. Gerçek dost ve koruyucu, her türlü hamde lâyık olan O’dur. (Şura, 28)