The State : “Bir ölüm kültü”ne tanıklığın hikâyesi

SADIK ŞANLI
Abone Ol

DEAŞ, özellikle 2014’ten itibaren Irak ve Suriye’de ürettiği şiddet, elindeki rehinelere uyguladığı vahşet ve birçok ülkede gerçekleştirdiği eylemlerle dünya gündemine oturmuş bir terör örgütü.

Aynı zamanda teolojisi, terminolojisi, çok uluslu militan yapısı, sıra dışı propaganda yöntemleri, profesyonel teknoloji ve medya kullanımı ve amaçlarıyla alışılmışın dışında profil çizerek çokça tartışılan bir örgüt.

  • DEAŞ, başka devletler ve örgütler açısından kullanışlılığı bakımından da âdeta İsviçre çakısını andırıyor. Zira bölgedeki statükoyu korumak isteyen rejimler, çıkarları gereği bölgede bulunmak isteyen devletler ve örgütlerin meşruiyet kaynağına dönüşmüş durumda. Tüm bu unsurlarla örtülü ve açık ittifaklar yapmaktan da kaçınmayan örgüt, ister istemez birçok soru işareti ve gizemi de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla bu şaibeli ve karanlık yapısı, “DEAŞ aslında ne?”, “Tam olarak hangi amaçlarla kuruldu?”, “Motivasyon kaynakları neler?”, “50’den fazla ülkeden kolayca militan devşirmeyi nasıl başarabiliyor?”, “Arkasında aslında kimler var?” ve daha birçok sorunun sorulmasını da kaçınılmaz kılıyor.

Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) adıyla 1999’da temelleri atılan, 2014’te ise İslam Devleti adını alan, Ebu Bekir el-Bağdadi liderliğindeki bu karmaşık örgütü tanımaya yönelik olarak, son dönemde dünya genelinde birçok araştırma ve belgesel yayımlandı.

Geride kalan ağustos ayında, İngiliz televizyonu Kanal 4 ile National Geographic ortaklığıyla ekrana taşınan The State isimli dört bölümlük mini dizi de, DEAŞ saflarına katılan dördü yetişkin, biri çocuk toplam beş İngiliz vatandaşının hikâyeleri üzerinden örgütü anlatma çabası güden bir yapım olarak dikkat çekiyor.

Senaristliğini ve yönetmenliğini Peter Kosminsky’nin üstlendiği The State, yönetmeninin “geniş kapsamlı olgusal araştırmalara dayandığını ve önemli bir konunun üstesinden geldiğini” belirttiği bir dizi.

Tanıklıklara dayalı ve gerçekçi

The State yoluyla Kosminsky’ye yöneltilen temel itham ise “DEAŞ yüceltmesi yaptığı” yönünde. Zira dizide, DEAŞ saflarında olmalarına rağmen ojeli parmaklara sahip, kahkahalarla gülen kadınlar var. Örgüt içinde samimi ve sıcak ilişkiler var.

Daha önce, Filistin-İsrail arasındaki çatışmanın tarihsel kökenine işaret eden dört bölümlük The Promise ve 16. yüzyıl İngiltere’sindeki Tudor Hanedanı’nı konu edinen altı bölümlük Wolf Hall isimli başarılı mini dizileriyle tanınan İngiliz yönetmen Peter Kosminsky, son dizisi The State ile de yine bir gerçekçi yapıma imza atmış durumda.

Dizi, DEAŞ’tan ayrılarak ülkelerine dönen çok sayıda militan ve dünyanın çeşitli ülkelerinden Müslüman akademisyenlerle yüz yüze yapılan görüşmelere dayanan 18 aylık bir çalışmanın ürünü. Alanında önemli bir ilk yapım olan dizi, kimi eleştirmenlerce “örgüt propagandası yaptığı” suçlamalarına da muhatap olmuş durumda.

Öyle ki, The Daily Mail’de yer alan bir değerlendirmede, “Saf zehir... 1930’lardan kalma bir Nazi işe alma filmi gibi” sözleriyle ağır şekilde eleştirildi. Bu aslında, Kosminsky açısından yeni bir tecrübe değil. Zira The Promise dizisi yoluyla boşa çıkardığı İsrail propagandaları nedeniyle “anti-siyonist” eleştirilerinin de hedefi olmuştu.

The State yoluyla Kosminsky’ye yöneltilen temel itham ise “DEAŞ yüceltmesi yaptığı” yönünde. Zira dizide, DEAŞ saflarında olmalarına rağmen ojeli parmaklara sahip, kahkahalarla gülen kadınlar var. Örgüt içinde samimi ve sıcak ilişkiler var.

“Beş yıldızlı cihat” esprisine konu olacak düzeyde lüks evlere, havuzlara ve hayatlara şahitlik ediliyor. Dizi boyunca devam eden kötü ile iyinin bitmez mücadelesi ve karakterlerin sempatikliği Kosminsky’ye yöneltilen yüceltme eleştirilerinin yalnızca birkaçı.

Ancak Kosminsky ısrarla, karakterlerin Suriye’deki yaşam deneyimlerinin acımasız gerçeğini derinlemesine araştırdığına, başkalarını bu deneyimleri takip etmeye cesaretlendirmediğine ya da desteklemediğine, dizide ele alınanın zorlayıcı bir konu olmasına rağmen, acilen bu sorunlarla yüzleşmenin her zamankinden daha önemli olduğuna dikkat çekiyor.

Ana karakterlerin gerekçeleri

The State, bir liberal demokrasi olan İngiltere’de özgürlükler ve tüm vatandaşlık haklarına sahip ancak her şeyi geride bırakarak DEAŞ saflarında savaşmak üzere Türkiye üzerinden Suriye’ye kaçak olarak sızan dört ana karakterin motivasyon kaynaklarına ışık tutan bir dizi.

The State, bir liberal demokrasi olan İngiltere’de özgürlükler ve tüm vatandaşlık haklarına sahip ancak her şeyi geride bırakarak DEAŞ saflarında savaşmak üzere Türkiye üzerinden Suriye’ye kaçak olarak sızan dört ana karakterin motivasyon kaynaklarına ışık tutan bir dizi. Ana karakterlerden Abu Sahl (Samer Bisharat), daha önce DEAŞ saflarında yer alan fakat “şehit olduğu” haberini aldığı abisinin ardından savaşmak için DEAŞ’a katılan bir isim. Çetin savaş şartlarını ve neyin tehlikeli olduğunu bilerek tercihte bulunan Abu Sahl, burada abisinin ölümüne dair şaşırtıcı bulacağı gerçeği de öğreniyor.

Dizide, bir “ölüm kültü” DEAŞ için fazla merhametli ve sorgulayıcı bir karakter olarak izlediğimiz Abu Sahl’ın başı, bu özellikleri nedeniyle beladan da kurtulmuyor. Diğer erkek ana karakter Ziyaad Kader (Ryan McKen), arkadaşı Abu Sahl’la birlikte “cihad etmek” amacıyla DEAŞ’a katılmış daha silik bir karakter.

Dizinin kadın ana karakterlerinden Shakira Boothe (Ony Uhiara) ise 9 yaşındaki oğlu Isaac Boothe (Nana Agyeman-Bediako) ile DEAŞ saflarına katılmış bir doktor. Örgütün doktor ihtiyacı olduğunu düşünerek İngiltere’deki kariyerini geride bırakan Shakira, kadınların çalışması noktasında katı kurallara sahip örgüt yöneticilerini ikna etme mücadelesinin yanı sıra çeşitli tacizlerle ve zoraki bir evlilik yapmakla karşı karşıya kalıyor.

Oğlu Isaac’ın okul yerine militan olarak yetiştirilmek üzere örgüt kampına alınmasıyla yaşadığı değişime direnecek olan Shakira, zor bir tercihle başa çıkmaya çalışıyor. Burada su yüzüne çıkan anne otoritesi ile örgüt otoritesinin çatışması durumu, aynı zamanda dizideki gerilimin dozunu yükselten detaylardan.

Diğer kadın karakter Ushna Kaleel (Shavani Cameron) ise “Halife” olarak gördüğü Ebu Bekir el-Bağdadi’nin çağrısına uyarak ve sosyal medyada görüp kahramanlaştırdığı DEAŞ savaşçılarından biri olmak için örgüte katılıyor. Ancak savaşması yerine kısa zamanda kendisinden bir evlilik yapması istenen Ushna’nın, hiç hayal ettiği gibi olmayan bu yerde tüm hevesleri kursağında kalıyor.

Cevapsız kalan sorular

Dizide, ana karakterlerin DEAŞ safında bulunmak için birer hikâyeleri ya da motivasyon kaynakları olsa da, örgüt içinde kısa sürede tanık oldukları gerçeklerin oluşturduğu ikilemler ve getirdiği sorgulamalar dizideki en temel eksikliği açığa çıkartıyor. Zira ana karakterlerin İngiltere gibi bir ülkede sahip oldukları konforu, imtiyazları ve kariyerleri bırakarak ölmek pahasına buraya gelmelerine neden olan örgütsel motivasyon kaynaklarının dizide neredeyse hiç işlenmediğini görüyoruz.

Bol sosyopat karakterli bir neo-noir: Perpetual Grace LTD
Nihayet

Dahası, örgüte katılan ana karakterlerin basit meselelerde dahi yüzeyseli aşan düzeyde bilgi sahibi olmadıklarına tanıklık ediyoruz. Örneğin, İngiltere’de kendi odasında tuvaleti olduğunu ve kimseye kullandırmadığını söyleyen Ushna, burada mecbur kaldığı açık tuvaletleri yadırgıyor.

DEAŞ’ın elindeki rehinelere en vahşi eziyetlerde bulunan bir örgüt olduğu tüm dünyada bilinirken, Abu Sahl burada tanıklık ettiği aynı vahşete şaşırıyor. Shakira ise kadınların peçe takmaya zorlandığı, eksik varlıklar olarak görüldüğü, çalışmalarına izin verilmeyerek yalnızca evlendirilmek üzere istihdam edildikleri bir örgüt bünyesinde doktor olarak görev yapmaya geliyor, ancak kısıtlamalara maruz kaldığında şaşırıyor ve itirazlarda bulunuyor.

Dolayısıyla ana karakterlerin cehaletleri, yaşadıkları şaşkınlıklar, hayal kırıklıkları ve itirazlar, neden DEAŞ saflarını tercih ettiklerini anlama noktasında izleyiciyi ikna etmekten uzak kalıyor. Doğal olarak, 50’den fazla ülkeden yabancı savaşçıyı bünyesinde toplayan bir örgütün temel dinamikleri ve motivasyon kaynaklarına temassızlık, bu karakterler özelinde yabancı savaşçıların neden bu ölüm kültüne katıldıklarına yönelik soruları ve merakı cevapsız bırakıyor.

Dikkat çekici nüanslar

Örgüt teolojisi, terminolojisi ve ritüellerine dair birçok detay içeren, militanların örgüte katılmadan önce kavrayamadıkları Orta Doğu gerçeklerinin ince ve korkunç nüanslarını ustalıkla ekrana taşıyan bir yapım.

The State, her ne kadar karakterlerin DEAŞ’la olan hikâyelerini taşımakta zorlanan bir dizi olsa da, iyi araştırılmış, örgüt teolojisi, terminolojisi ve ritüellerine dair birçok detay içeren, militanların örgüte katılmadan önce kavrayamadıkları Orta Doğu gerçeklerinin ince ve korkunç nüanslarını ustalıkla ekrana taşıyan bir yapım.

Bölgede hâlen süren sıcak savaşta hükmünü sürdüren köle ticareti, cariyelik, halifelik tartışmaları, vahşi eylemlere dayanak yapılan fetvalar, savaş hukuku, Mesih’in gelmesini hızlandırmak maksadıyla yenilgiye programlanmış bir örgütün ortaya çıkardığı ikilemler ve sorgulamalar ve daha birçok olgu, yine dizide DEAŞ teolojisi ve ideolojisini anlamaya yönelik önemli detaylar içeriyor.

  • Bunların dışında, NATO’da olması nedeniyle “kâfir” olarak kodlanıp tekfir edilen, ancak zorda kalındığında “umudun kapısı”na dönüşen Türkiye’ye dair DEAŞ bakışına da yer veren The State, tüm bu yönleriyle hem aydınlatıcı hem çekici hem de rahatsız edici bir seyir sunuyor.

Dizinin asıl can alıcı noktası ise “cihadı moda bir terime dönüştürdük” özeleştirisi yapan militanların, korku merkezli bir fenomene dönüşen DEAŞ üzerinden genel bir yüzleşmeye kapı aralamaları.

Alternatif dizi önerileri

Big Little Lies, kadına şiddet olgusunu odağına alan bir suç ve gerilim dizisi olan Big Little Lies, 69. Emmy Ödülleri “Kısa Dizi” dalında en iyi dizi, yönetmen ve kadın oyuncu ödülleri dâhil toplam 7 ödülle yılın en iyi çıkış yapan mini dizisi. Merkezinde üç kadın, bir cinayet, bu cinayetle bağlantılı birçok karakterin yer aldığı dizi, final bölümü olan 7. bölümün son sahnesine kadar katili merak ettirmeyi başarıyor.

The Night Of, 2017’nin Emmy Ödüllü dizilerinden The Night Of, Pakistan asıllı ABD’li üniversite öğrencisi Nasir Khan’ın ısrarla “işlemediğini” iddia ettiği bir cinayetle başlayan hukuki süreci ve bu cinayet nedeniyle İslamofobik taciz ve saldırıların hedefi olan zanlı, ailesi ve ABD’deki İslam toplumunun mağduriyetlerini konu ediniyor.

The Handmid’s Tale, Kanadalı yazar Margaret Atwood’un 1985 tarihli aynı adlı romanından ekrana uyarlanan dizi, ABD’yi şiddet yoluyla ele geçiren ve ismini Gilead olarak değiştiren köktenci-Hıristiyan gizli bir örgütün faşist ve totaliter yönetiminde köleye dönüşen kadınların dramını ekrana yansıtıyor. Distopik kurgunun en iyi örnekleri arasında yer alan dizi, 2017’nin 10 Emmy ödüllü en iyi dizisi.

Better Call Saul ,son yılların en popüler dizilerinden Breaking Bad’in aykırı ve eğlenceli avukatı Saul Goodman’ın hayatına ışık tutan Better Call Saul, Goodman’ın bir sokak serserisi ve dolandırıcılıktan, iş bilen ve popüler bir avukata dönüşme sürecindeki inişli çıkışlı dramatik hikâyesini ekrana taşıyor. 3. sezonu 2017’de gösterime giren dizide, Breaking Bad’den çok sayıda karakter de yer alıyor.