Türk kültüründe ritüel ve gömü maskeleri

ATİLLA BAĞCI
Abone Ol

Maske; geçmişten günümüze korunmak, gizlenmek ve güzel görünmek gibi farklı amaçlarla yüze ve başa takılmış, çeşitli malzemelerden hazırlanmış, bağlamına göre anlam ve işlevsellik kazanmıştır. İnsanın süslenme - gizlenme duygu ve hazzının bir ürünü olan maskelerin, dünyanın birçok toplumunda ritüel ve ayinlerde kullanıldığını biliyoruz. Burada bilinenleri tekrar etmek yerine bilinmeyen noktalara dikkat çekmeye çalışacak, yazı boyunca Türklerin en kadim yerleşim yerlerinden Yenisey havalisi ve Altaylarda var olmuş ve var olmaya devam eden ritüel ve gömü maskelerini anlatacağım.

Ritüel maskeleri

Hayattaki insanlar için hazırlanan, çeşitli bağlamlarda kullanılan maskeler “ritüel maskeleri” olarak adlandırılır. Tabiatı idare ettiğine inanılan tinsel güçler olan ruhlara, tanrılara veya benzeri varlıklara yaranmak, onların merhametini kazanmak ve hiddetinden beri kalabilmek amacıyla yapılan dinsel ayinlerde ve bayramlarda takılır.

Bu maskelerin koruyucu atanın ruhunu tasvir ettiğine de inanılmaktadır.

Bu maskeler ağaç, deri, kumaş, hayvanın yekpare kafa derisi ve kuşun bütün olarak çıkartılan derisi, demir, bakır ve pirinç gibi muhtelif malzemelerden hazırlanmaktadır. Üzerlerine iliştirilen pandantifler (askıntılar, aksesuarlar) ve yapılan süslemeler görselliği ve estetiği zenginleştirirken, aynı zamanda maskeye bağlamına uygun manalar da katar. Ritüel maskeleri, ayini icra eden şaman (kam, rahip) tarafından takıldığında, ayini yönetenin ayin içinde farklı hayvanların ve benzeri varlıkların donuna girmesini, onları taklit ederek onlara öykünmesini sağlamaktadır. Bu kullanımın bir başka amacı da tanrılara ve ruhlara açık yüz ile görünmemektir; zira farklı boyutlarda oldukları için onlarla maske arkasından iletişim kurulur. Bu maskelerin koruyucu atanın ruhunu tasvir ettiğine de inanılmaktadır.

  • Bu kullanımları daha iyi anlayabilmek adına “Ritüel nedir?” sorusunu açıklayalım. Lord Raglan, ritüeli “Bir kimsenin daha önce yaptığı bir şeyin anlatısı olarak” tanımlarken, Roy A. Rappaport, “Yazıya geçmemiş, hiç değişmeyen ifadelerin ve belirli şekildeki hareketlerin kesin sıralarla oyuncular tarafından ortaya konulmasıdır” der. Robert A. Segal ise “Ritüel doğrudan doğayı yönlendirmeye değil, doğayı yönlendiren tanrılara yöneliktir. İnsanlar tanrının bir parçası olarak rol oynarlar ve sihirli bir şekilde tanrıları, o eylemi gerçekleştirmeye sevkeden bir taklit işine girişirler” diye tanımlar.

Yapılan bilimsel araştırmalar neticesinde Altay ve Sibirya halklarının kullandıkları ritüellik maskeleri ve baş giysilerine dair hacimli bir kaynakça ve materyal oluşmuştur. Bu halklarının büyük bölümünün kadim zamanlarda şamanlık inancına mensup olduğu bilinir. Muhtelif gelenek, ayin ve ritüellerin icracıları veya katılımcılarının yüzlerini ve başlarını süsledikleri ritüellik maskeler şamanlık inancında büyük öneme sahiptir. Şamanlık ayinini icra eden şaman, ayin icrasında öyküneceği ve donuna bürüneceği hayvanın suretine uygun baş giysisi takar. Şaman, eğer kuş donuna girecekse, baş giysisi ve maskesi kuşu tasvir edecek şekilde hazırlanır, ya da başına takacağı taç veya şapkaya kuş figürleri, kuş telekleri gibi nesneler yerleştirilir; kimi zaman da bu maskeyi yekpare olarak kuş derisinden yaptıkları bilinmektedir.

Yapılan bilimsel araştırmalar neticesinde Altay ve Sibirya halklarının kullandıkları ritüellik maskeleri ve baş giysilerine dair hacimli bir kaynakça ve materyal oluşmuştur.

Teleüt ve Kuzey Altay şamanlarının baş giysisi geniş bir kumaş parçasından bağ şeklinde olup, bu bağın alt kısmı kafaya bağlanır, serbest bırakılan ucuna ise puhu kuşu telekleri dikilir. Bu şekilde başlık, sarkan kuş kuyruğu ile kalpak görünümü almaktadır. Şapkaya takılan bu kuş teleklerinin üç türlü işlevi vardır: Birincisi, teatral bir sunum olan ritüele estetik görsellik ve sanatsal değer katmak, ikincisi, şamanın kuş donuna girdiğini sembolize etmektir. Üçüncüsü ise anlamıdır, zira bu telekler ve tüyler ayin sırasında şamanın yapacağı uçuş yollarını ifade eder. Şamanlık ayini esnasında şaman gözüne “sedye” adı verilen, üzerinde tek göz tasviri olan pazıbent takmaktadır. Bu pazıbent “öteki dünyalarda” olan şeyleri görebilen şamanın ruhunun gözünü tasvir etmektedir. Şaman öteki dünyalarda olup bitenleri kendi gözleriyle değil, ruhunun gözüyle görmektedir.

Yenisey ve Obsk Nehirlerinin aşağı bölgelerinde yaşamış olan Obsk Ugorları (Hantlar ve Mansiler) ayının tayganın iyesi olduğuna inanmaktadır. Ayinlerde kullandıkları maskenin de ayı kültüyle yakından bağlantısı vardır. Anılan halklar ayı şerefine bayram kutlarlar ve kutlamalarda erkekler bu maskeleri takarak ayıyı takdis ederler. Bu bayram, avcılık ekonomisiyle bağlantılı bir bayramdır. Bayram zamanında avcılık oyunları oynanmakta, şarkılar eşliğinde danslar yapılarak ayıya kurban sunulmaktadır. Bu ritüelin icra amacı, tayganın iyesi ayıyı memnun etmek ve avda bol ganimet sağlamaktır. Bu bayramda taktıkları maskeler esas olarak ak ağaçtan yapılmış, üzerine göz ve ağız için uygun delikler açılmış, burun ise maske üzerine haricen yerleştirmiştir.

Maskeler aynı zamanda kabilelerin sanatsal ve estetik duygularına dair malumatlar vermektedirler. Bu noktada maske-başlık olgusunu o halkların kendi resim sanatlarına da yansıttıklarını görüyoruz.

1975 yılında Hakasya’da “Tas Hazaa” (Taş Avlu) adıyla meşhur olan kurgan mezarlardan birini kapatan taş levha üzerindeki çizimler Abakan Müzesi arkeologlarından A. N. Lipskiy’i şaşırtır. Taş plaka üzerine derin çizgilerle nakşedilmiş figürler, maskeler üzerindeki bu çalışmaya farklı boyut katmaktadır. Yenisey bölgesinin kadim halklarının ritüellik maske - baş giysilerini kayalar üzerine kazıdıkları figürlere de giydirmişlerdir. Kaya resimleri bunun delilidir.

Maskeler aynı zamanda kabilelerin sanatsal ve estetik duygularına dair malumatlar vermektedirler.

S. V. İvanov, bulunan bu taş resimleri incelemiş ve onlarda kamuflaj kostümleri olduğunu tespit etmiştir. Taş resimlerde ışık telekleriyle tasvir edilmiş kamuflajlı kuş kostümü taşıyan figür yer almaktadır. İki tasvir ise at ve keçi başlı olarak çizilmiş insan figürleridir; tasvirlerin tamamı kuyruklu olarak çizilmiştir. Bu resimler yabani hayvan suretine bürünmüş avcıları tasvir etmektedir. Hakasya’nın kuzeyinde Sulek Dağı’ndaki kayalıklarda ise ayı maskesi takmış, oturur konumda bir avcı figürü tasvir edilmiştir. Tasvirin sırtındaki çizgilerden maskenin çaprazlama şeritlerle avcının sırtına bağlandığı anlaşılmaktadır.

Kadim dönemin bölge halkı sadece düz kayalar üzerine çizimler yapmamışlar, aynı zamanda taşlardan heykeller de yontmuşlardır. Bu heykellerin, gündelik işlerinde yardımlarını umdukları, saygı gösterip merhametlerini kazanmak için kurbanlar sundukları tanrılarının idolleri olduğu açıktır. Heykeller hayvan başlı insan suretlerindedir. Bu noktada Hakas Cumhuriyeti Müzesi envanterinde “Şirinskaya Baba” (Şirin Ninesi/Kadını) adıyla kayıtlı idol gösterilebilir. Bu dikili bir taş, bir dişi (kadın) figürüdür. İdolün esas ilginç noktası süslemeleridir, yüzü maskeli olarak yapılmıştır.

  • Yüzünde burnun üzerinden enlemesine maske takıldığı görülmektedir. İdolün burnu ve çenesinin altından şeritler geçmektedir. Ağzı belirgin olarak yontulmuştur. İdolün alnında ise güneşi sembolize eden bir göz yapılmıştır. Kulaklarının iki yanından dalgalı çizgiler nakşedilmiştir ki, bunlar maskenin iplerini tasvir etmektedirler. İdolün kafasında uzunca bir baş giysisi (şapka) olduğu görülmektedir. Şapkanın, yani bu idolün en tepesine bir insan kafası yerleştirilmiştir.

Kadim halkların en önemli gayeleri iktisadi alanda bolluk elde etmektir, bu onların refahları ve mutluluklarını temin edecektir. Bu idol bir bereket sembolüdür. Karnı kabarıktır, yani doğurmaya hazır, memeleri iri olarak tasvir edilmiştir ki, bu da memelerinin sütle dolu olduğunu, toplumun bolluk ve bereket arzusunu sembolize etmektedir. Ayı tasviri ise avda bolluk ve bereket sembolüdür. Yine verimlilik ve bereketi etkileyen, yaşamın enerji kaynağı olarak da güneş tasvir edilmiştir.

Gömü maskeleri

Gömü maskeleri adıyla kast edilen sadece ölünün yüzüne uygulanan maske değil, aynı şekilde ölünün bütün kafasını kaplayacak şekilde yapılan büstler, ölüyü tasvir etmek için hazırlanan sadece kafadan oluşan ve aynı şekilde bütün beden olarak hazırlanan kukla-mankenler, yine bu kukla-mankenlerin yüzlerine uygun hazırlanmış maske ve büstlerdir.

İnsanın hatırlaması, duygusal bir ilişkidir, kültürel biçimlendirme ve kopmayı aşarak geçmişle kurulan bilinçli bir ilişkidir.

İnsanın hatırlaması, duygusal bir ilişkidir, kültürel biçimlendirme ve kopmayı aşarak geçmişle kurulan bilinçli bir ilişkidir. Aynı kültürel bellek adını verdiğimiz olguyu da belirler ve gelenek dediğimiz çerçevenin ötesine geçilmesini sağlar. Halkın ölümle ilgili gelenekleri de sahip olduğu algı ve dünya görüşü çerçevesi içinde şekillenmiştir. En yaygın olan uygulama ölülerin toprağa gömülmesidir. Birkaç istisna durum haricinde Türkler de cesetlerini toprağa gömmüşlerdir.

Yenisey ve Abakan Nehirlerinin sahilleri bölgenin kurganlar ve toplu mezarlar bakımından hayli zengin olması nedeniyle “ölüm vadisi” adını alır. Bölgedeki bu kurganlar sosyal bilimler için hazine niteliğindedir. 1771 - 1772 yıllarında Prof. Pyotr Simon Pallas, Yenisey steplerini incelemiş tuttuğu günlükleri de 1786 yılında yayımlamıştır. Pallas’ın araştırmalarında mezarlarda bulunan gömü maskeleri tanınmaya başlamış, sadece maskeler değil, büstlerde dikkatleri çekmiştir.

  • Minusin bölgesinde ilk kazılarına 1883 yılında başlamış ve çeyrek asır kadar devam etmiş. Klements de yine aynı bölgelerde 80’li yıllarda arkeolojik kazılar gerçekleştirmiş ve 1886 yılında O Drevnosti Minusinskovo Muzeya (Minusin Müzesi Tarihî Eserleri) kataloğunu yayımlamıştır. Bu Rusya’da yapılmış olan ilk bilimsel katalogdur.

Adrianov, yaptığı kazıları günlük tutarak tasvir etmiştir. 25 m2lik bir kurganda on üç tane insan iskeleti ve yedi tane kafatası bulmuştur. Asıl dikkatleri bulunan alçı taşı maskeler çekmiştir. Maskelerden bazıları kafatasına yapışmış hâldedir. Bir yeni yetmenin kafatasından çıkardığı, kırmızı boya ile süslenmiş zarif bir maskeyi kuruması için güneşe koymuş, ancak etraftaki çocuklar taş atarak maskeyi parçalamışlar.

Adrianov kurgan içinde insan külü yığınında içleri boş, yirmi tane maske bulmuştur. Maskelerden altı tanesi kırılmadan bütün hâlde kalmıştır. Beş tanesi 1887 yılında Yaroslav ve Tomsk’ta arkeoloji kongrelerinde sergilenmiştir. Sergilenen maskeler arasında elmacık kemikleri belirgin, yassı yüzüyle Moğol tipi, aynı şekilde büyük burun ve uzun kafalı Kafkas ve Roma tipi de görülmektedir.

Aynı kültürel bellek adını verdiğimiz olguyu da belirler ve gelenek dediğimiz çerçevenin ötesine geçilmesini sağlar.

Kazan Üniversitesi’nden K. İ. Goroşenko, Tagar Adası ve Kızıl Kul’dan elde edilen maskelerin farklılıkları üzerinde çalışmıştır. Yıllarca bunları incelemiş, şaşırtıcı tespitler yaptığını ileri sürmüştür. Cesedin kafasına sarılan kumaş çürüdüğü zaman onu alçı taşı ile restore etmişlerdir. Onun düşüncesine göre insanlar cesedi hemen gömmeyip, uygun yerde bekletmişlerdir. Kafataslarına bu delikleri açarak oradan beyni temizlemişlerdir. Goroşenko, Tagar Adası’nda elde edilen maskelerin dış görünüşleriyle ilgilenmiştir. Bu maskeler dış görünüş olarak geniş burunlu ve elmacık kemikleri basık hâlde tasvir edilmiştir; maskeler Moğol tipine aittir, ancak Avrupa itipi çağrıştıran, nispeten dar suratlı ve büyük burunlu maskeler de bulunmuştur. Goroşenko bu maskelerin doğrudan ölülerin yüzüne uygulanarak yapıldıklarını ileri sürmüştür. Ancak yanılmıştır, zira maskelerin iç yüzü ileri sürülen tezin tersini gös- termiştir. Maskenin iç yüzünde burun deliği yoktur, yüz hatlarındaki çizgi ve derinlikler olmaları gereken yerde değildir. Daha da dikkat çekici nokta ağız ve gözyerleri sıvanmış, ağız ve göz çukurları alçı taşıyla yükseltilmişler, ağız yerinde bir yükselti bırakılmıştır. Bu değerlendirmelerden maskenin cesedin yüzüne sıvanarak veya yapıştırılarak değil, yüz şeklinin kalıbı çıkartılarak yapılmış olduğu tespit edilmiştir.

  • Kurganlardan bu maskeler dışında ölüyü tasvireden, akrabaları tarafından hazırlanmış korkuluklar da bulunmuştur. Bunlar gömü kuklalarıdır.

1902 yılı sonbaharında Adrianov, Yenisey boyunda Oglahtı Dağı’nda yaptığı kazıda çok iyi şekilde korunmuş insan mumyaları ve içleri kuru ot ile doldurulmuş, deriden dikilmiş insan kuklaları bulmuştur. Bu gömü kukla mankenleri muhtelif mezarlardan elde edilmişlerdir. Kukla-mankenler koyun derisinden, tüyleri içe gelecek şekilde yapılmış ve insana benzetilmiştir. Korkulukların içi samanla doldurulmuştur. Yapılan bu gövdeye 13-15cm genişliğinde olan 36 ve 60cm uzunluğunda deriden boru şeklinde hazırlanmış ve içleri yine aynı malzemeyle doldurulmuş, kollar ve bacaklar monte edilmiştir. Yüzü kırmızı ince bir pek kumaşla, ense kısmı ise çok renkli kumaşla kaplanmış; bir tanede desenli Çin ipeğinden dikilmiş bütün kafa bulunmuştur. Kuklanın yüzüne deriden kaş ve burun yapılarak ona üç boyutluluk kazandırılmıştır. Kızıl ipek maskede göz yerinin üstüne geniş, siyah bir şerit çekilmiştir. Hazırlanan bu gömü kukla-manken gerçek cesedi temsil ediyordu; yaktıkları cesedin külünü ise bu kuklanın içine yerleştirmişler, bu yöntemle ölen kişinin ruhu kül ile bu kukla-mankene yerleşmiştir. İnanca göre ruhun bir bulunma yeri olmalıdır, bu da kukladır.

Adrianov, iki sonuca ulaşmıştır. Buna göre maskeler sadece gömü pratiklerinde kullanılmıştır. İkincisi ise bu adet Yenisey vilayeti güneyinde farklı zaman dilimlerinde yaşamış olan iki farklı halkta (hem cesetleri ve mumyalarını gömenler, hem de yakanlarda) uzun süre uygulanmıştır.

Cesedin restore edilmesi için yapılan çalışmalar bir ustalık ve maharettir, dönemin kendi koşulları içinde teknik bilgi gerektirmektedir; bu çalışmalar o dönemlere ait estetik ve plastik sanatların düzeyi, toplumun estetik duyguları ve inançları gibi noktalara ışık tutabilmektedir. İkinci bir nokta, gömü için cesedi mümkün mertebe güzel ve donanımlı olarak hazırlamak günümüz modern toplumlarında dahi çok önemlidir: hem toplumda var olan dinsel ve geleneğe uyulmuş, hem ölüye gerekli değer ve saygının gösterilmiş, hem de hayattaki aile bireylerinin kendilerini psikolojik olarak iyi hissetmelerini, ölüm olayıyla yaşanan travma durumu ve acılı ruh hâli hafifletilmiş olur.

Kurganlardan bu maskeler dışında ölüyü tasvireden, akrabaları tarafından hazırlanmış korkuluklar da bulunmuştur. Bunlar gömü kuklalarıdır.

2004 yılında Belıy Yar (Ak Yar) köyü yakınlarında 1989 yılından beri yürütülen kazı çalışmaları içinde A. İ. Aspelin, dağılmadan kalmış iskeletler bulmuştur. Bu iskeletler özel olarak kemiklerin birbirlerine sağlamca pekiştirilmiş mumyalardır. Bu cesetlerin kafataslarını yeniden yapmak için kil kullanmışlardır. Kil ile mumyanın kafasını yeniden yapma tekniği kuşaktan kuşağa aktarılarak, adım adım geliştirilmiş olmalıdır. İlk başlarda kafa tasındaki delik ve çukurlar kille doldurulmuş, zaman içinde bu teknik gelişmiştir. Ancak sadece kil ile sıvanan mumya kafaları maalesef çok iyi muhafaza olamamışlardır.

Kili, kafatasına üstünde ot olduğu hâlde uygulama aşamasına geçmişler, zira bu şekilde kil, kafatasına daha iyi yapışmıştır. Kadim insanlar kafatasını kil ile sıvamakla yetinmemişler ve zaman içinde yüz heykeli-büst yapmasını da öğrenmişlerdir. Bunu da ilk başta bütün olarak kafayı, daha sonra sadece yüz kısmını maske olarak yapabilmişlerdir. Kil ile yapılan bu maske-büstlerin üzerine alçı taşıyla ince katmanlar yapmışlardır. Bu maskeler daha ziyade önemli kişilerin mumyalarına uygulanmıştır.

Her toplum kendi geçmişiyle sürekli bağlantı hâlinde olmaya gayret et- mektedir. Geçmişiyle olan bu bağ, kendi geleceğinin temelleridir, var olma ve yarına kalabilme dürtüsüdür. Yenisey bölgesinde yürütülen bilimsel araştırma ve etütler sonucunda elde edilen materyaller de asırlardan beri o coğrafyada yaşayan halkın geçmişini, kültürel dokusunu, dinî tasavvur ve ritüellerini, estetik sanat alanında ulaştıkları seviyeyi aydınlatmaya hizmet etmektedir.

Ritüellik ve gömü, yani canlılar ve ölüler için olan maskeler büstler, heykeller, kuklalar konusu maalesef ki Türkiye’de yeteri kadar dikkat çekmemiştir. Bitirirken, bu konu üzerinde yapılabilecek araştırmalar ve çalışmalarla Türk kültürünün önemli kazanımlar sağlayacağını hatırlatalım.

*Dil ve Edebiyat Dergisi, Türk Dünyası 46. sayısından kısaltırlarak derlenmiştir. S. (27-55)