Uğultuya karşı

HAVVA RABİA ALTUNDAL
Abone Ol

Bizden habersiz çekilmiş bir fotoğrafımız elimize verildiğinde içinde kendimizi bulmakta bir an zorlanırız. Çünkü çok tanıdık olduğumuz bir şeyi, kendimizi, hiç farkında olmadığımız bir açıdan göstermektedir bize. Sinema, edebiyat, sosyoloji gibi meşgaleler de yaşarken içinden gördüğümüz gerçekliği böyle karşımıza çıkarır. Fakat hayatı kendi kurgusunun ışığından yansıtarak yapar bunu.

İnsanın kendi kendine dönen dünya üzerine düşünmeye meyyal olduğu, kendi halinde çağlayan nehre taş atma isteği duymasından bellidir. Ya da dağ sessizliğinin onu bir şeyler haykırmaya itmesinden… Hayat insanın kulağına onu böyle çağıran bir uğultu salar. Herkes uğultuya kendi tuttuğu yerden, en yakınından bir şeyle karşılık verir. Sinema ve Sosyoloji, içinden uğultuların arasındaki irili ufaklı taş seslerinin yükseldiği bir derleme.

Sinemaya ve sosyolojiye onların hayatla ilgisini yakalamak üzere yaklaşan herkesin ilgilenebileceği bir kitap Sinema ve Sosyoloji. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü bünyesinde düzenlenen Sosyoloji Günlerinin “Sinema ve Toplum” konuşmalarının dökümü olarak Alfa Yayınları’ndan çıktı. Toplantı dizisi boyunca hayatı kendi tuttuğu yerden anlatmaya başlamış, her birinin entelektüel dünyası ve üslubu farklı önemli isimler sinema hakkında söz alıyor. Kitap bu konuşmalara yazılı metinle hemhal olma ilhamını katıyor ve konferansı dinleyenlerin bile tartışmaları farklı gözle takip edebilmesini sağlıyor.

İstanbul Sosyoloji, Sinema ve Toplum Söyleşileri'ni titizlikle hazırlıyor.

Oturumlar sıralamaya bağlı kalınarak kitapta bölümleniyor. Sinema dünyasının “ünlü” isimleri Onur Ünlü, Derviş Zaim ve Ercan Kesal’ın ardından Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı ve Ercan Kesal’ın ortak konuşması ve İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Mehmet Emin Balcı’nın konuşması yer alıyor. Bölümün araştırma görevlisi İlker Aslan’ın sunuş yazısında programları ortaya çıkaran niyet ve konuşmaların içeriği tanıtılıyor. Ayrıca Mehmet Emin Balcı önsözde sinema ve sosyoloji ilişkisine bir peşrev olarak, tarihlerindeki benzerliklerin yanında, onların hayata kendi mitlerini oluşturarak dokunmalarının asıl ortak noktaları olduğuna değiniyor.

Metinde kendi sinema serüvenini anlatan üç isim günümüzden sanatçı figürleri çizmekte: modern dünyaya dair sıkıntısını dillendiren Onur Ünlü, kendini gelenekle inşa eden Derviş Zaim ve konuşmasını bir söyleme sanatı olarak icra eden Ercan Kesal. Sonraki bölümde Metin Erksan sineması hakkındaki söyleşi manzarayı zenginleştiriyor ve kitabın sonunda okurlar kitaptan bir tahlil zemini çıkarılabiliyor.

Seyircinin dramaturjisi üzerine: Dünya koca bir orta sınıftır

Yıkıcılık modern toplumun temel özelliğini oluşturur. Dünyada o mükemmel âna ulaşmak için durmadan yıkan ve inşa eden Faust’tan beri gelen bir huydur bizde yıkıcılık. Onur Ünlü orta sınıf dünyasının kalıplarını yıkmak gerektiğini vurgulayan konuşmasında, orta sınıfın sinemanın kalıplarını belirlediğini, hakikatle ilişki kurmayı reddeden bu seyircinin dramaturjiyi giriş-gelişme-sonuç anlatısına mahkum bıraktığını ifade ediyor. Ünlü’ye göre sinemacıyı bu dramaturjiye düşüren ise maddi koşullar.

  • Bu koşullarda salt filmi çekmenin yolu kovalanırken “sinema nedir?” sorusu yosuna yüz tutuyor. Sanatın hakikatle ilişki kurma yönü ile sinemanın maddi şartlara bağımlılığı arasındaki çetrefilli gerilimde sanatçı bir strateji uyguluyor:

“Bir tane onlara yaparsın, bir tane kendine yaparsın.” Bu noktada Ünlü, istemediği işleri istediği işlerin bir zekatı olarak yaptığını, hakikat sorusunu sormaya devam etmek gerektiğini belirtiyor:

Sinema öğrencilerine de, arkeoloji öğrencilerine de, sosyoloji öğrencilerine de, et kesme öğrencilerine de aynı şeyi söyleyebilirim: Hakikatin ne olduğuyla ilgili bir sıkıntınız olsun.

Diğer konuşmacılarda da yakalanacak bir özellik olarak, Onur Ünlü’nün arayışın hiç bitmeyeceğinin farkında olduğunu gördüğümüzde, başta bu figüre yüklediğim Faust benzetmesini terk etmek durumunda kalıyoruz. Mükemmel âna ulaşmak değil şahsi derdini bitmeksizin sürdürmeyi amaçlayan figürlerin bu yolda sinemanın içinden geliştirdiği stratejiler “sanatçı”nın ne demek olduğu hakkında bir fikir veriyor.

Gerilla tarzı sinema ve spontanlığın sosyolojisi

Sayfalar yönetmen konukların bir diğeri Derviş Zaim’e çevrildiğinde, iyi kurgulanmış bir metinle karşılaşıyoruz. Derviş Zaim filmlerini çekim süreci ve estetik biçim açısından değerlendiriyor.

Derviş Zaim

Zaim Türkiye’de sinemanın devlet destekli hale gelmesinden önceki dönemlerde “gerilla tarzı” dediği, yapım ihtiyaçlarını el yordamıyla karşıladığı bir film yapma tarzı geliştirdiğini anlatıyor. İmkânsızlık sanatçının bir imkân türü keşfetmesini sağlamış ve bazı filmlerinde özellikle tercih ettiği yapım yoluna dönüşmüş. Estetik biçim hakkındaki görüşlerini ise Zaim, filmlerinde geleneksel sanattan mülhem teknikler geliştirdiği örneklerle (Nokta-hat sanatı, Cenneti Beklerken-minyatür, Gölgeler ve Suretler-gölge oyunu) anlatıyor. Yönetmen tekniğin gelenekle ilişkisini “sinemaya yalnızca bu kültürün söyleyebileceği, bu geleneğin katabileceği bir şeyler var” şeklinde ifade ediyor. Zaim’e göre amaçladığı şey sabit bir öz arayışı değil, gerçeği zenginleştirme ve spontanlıkta nüansları yakalama çabası.

Sinema bir dinleme sanatıdır

Üçüncü konuşma ilham verici sözleriyle, sanki ağacın altında oturmuş hikâye anlatan babacan bir adam kılığındaki konuğa ait.

  • Konuşma koltuğunda Anadolu görevinden dönmüş bir doktor, not defteri elinde bir antropoloji öğrencisi, arabasının bagajına çeşitli kıyafetler koyup gelmiş bir oyuncu adayı görüyoruz.

Bunlar oturumun senarist ve oyuncu konuğu Ercan Kesal’ın hayatında büründüğü kişilerden birkaçı. Nuri Bilge Ceylan'ın karşısına bir rol için ilk defa çıkarken bagajında kıyafetler getirdiğini anlatıyor Kesal. Bu konuşmaya da bagajındaki anılarıyla gelmiş. O bir doktor olarak, Bir Zamanlar Anadolu’da’nın muhtarı olarak, Nuri Bilge Ceylan’la çalışmış bir senarist olarak, Çukur dizisinin oyuncusu olarak, oyunculuğa geç vakitte başlamış biri olarak çeşitli anılarını paylaşırken dinleyenler program dizisinin temel bir sorusu olan “sinema hayatın neresindedir”e dair cevaplar çıkarabiliyor. Konuşması kadar samimi geçen soru cevap ortamında sürekli çalışmayı ve yanı başındaki hikâyeyi dinlemeyi öğütlüyor. Doktorun tedaviyi, senaristin hikâyeyi bulmasının yolu dinlemekten geçer.

Ve sosyoloji

Türk düşünce tarihi ve Türk sinemasının kesişen yollarının ele alındığı dördüncü konuşmada Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı ve Ercan Kesal 1960’lı ve 1970’li yılların ideolojik atmosferinde Metin Erksan gibi bağımsız bir figürü sanatçı ve entelektüel kimliği üzerinden değerlendiriyor. Bu konuşmalarda bahşişi asla bozuk parayla bırakmaması ama yeri geldiğinde ağzını bozuk biri olması gibi detaylar genç katılımcılara Erksan’ın insani kişiliğini samimiyetle sunuyor. Kayalı değerlendirmeleriyle Türk sinemasının tarihsel boyutunu gösterirken Metin Erksan ve Onur Ünlü’nün “kendim için film yaparım” ifadelerinin ima ettiği farklı anlamları ve yaşadığı dönemlerin farklılığını vurguluyor. Bu da “sanatçı”yı değerlendirmeye dair bir ipucu veriyor.

Sinema ve Sosyoloji, Alfa

Son oturumda ise Mehmet Emin Balcı’nın üç örnek film (Sapık 1960, Ölümcül Oyunlar 1997, Lobster 2015) üzerindeki incelemesi bizi filmlerden kendi özel hayatlarımız üzerine düşünmeye geri döndürüyor. “Açık büfe kahvaltıda krallar gibi yedikten sonra bindiğimiz kalabalık metrobüste” veya hayalini kurduğumuz tatilin ardından gelen tatil köyü angaryasında açığa çıkan gerilim-rahatlama çelişkisinden sinemadaki “gerilim türü-otel dekoru” eşleşmesine geçiliyor. Bu noktada hem modernliğin otel, hapishane, okul vb. total kurumlarının, hem de özel hayatlarımızdaki özgürlük söyleminin beklenmedik bağlantıları açık ediliyor.

Bizden habersiz çekilmiş bir fotoğrafımız elimize verildiğinde içinde kendimizi bulmakta bir an zorlanırız. Çünkü çok tanıdık olduğumuz bir şeyi, kendimizi, hiç farkında olmadığımız bir açıdan göstermektedir bize. Sinema, edebiyat, sosyoloji gibi meşgaleler de yaşarken içinden gördüğümüz gerçekliği böyle karşımıza çıkarır. Fakat hayatı kendi kurgusunun ışığından yansıtarak yapar bunu. Hayatın sinema veya sosyolojiye eşitlenemeyeceğini belirten önsözünden kitabın son sayfasına geldiğimizde heybemize hayat hakkında düşünecek şeyler kalacağı hissindeyim. Sinemanın ve sosyolojinin hem bize hem dünyanın uğultusuna söyleyeceği şeyler var.

*Sinema ve Sosyoloji, Sosyoloji Seminerleri 4, ed. Mehmet Emin Balcı, İstanbul: Alfa, 1.Basım, 2020, 192 sayfa