Yürekte Bukağı : Affetmenin imkân ve imkânsızlığı

KEMAL SAYAR
Abone Ol

Affetmek, akılların üstünde sultan olan kalbin hareketi olduğu gibi affedilmek de insanın bizzat kendi kalbinde inkılap yapmasıyla sunulan zafer hediyesidir. Şüphe yok ki affın fermanını hazırlayan kalptir. Hesapça akıl onu anlamasa da kalp kendi kahramanına affı bağışlıyor.

“Bir derviş münacaatında şöyle diyordu: Allah’ım! İyilere esasen lütuf ve merhamet buyurmuş, onları iyi yaratmışsın. Onun için kötülere merhamet et.” (Gülistan, Sadi) Affetmek ve edilmek insan içindir. Ancak affın bir hovarda bahşişi olduğunu sanmak hatadır.

Affetmek, akılların üstünde sultan olan kalbin hareketi olduğu gibi affedilmek de insanın bizzat kendi kalbinde inkılap yapmasıyla sunulan zafer hediyesidir. Şüphe yok ki affın fermanını hazırlayan kalptir. Hesapça akıl onu anlamasa da kalp kendi kahramanına affı bağışlıyor.

Affeden insan da affedilen gibi kalbini yükseltmiş, ‘insan kalbi böyle olur’ dedirtecek olgunluğa ulaştırmış olmalıdır.” (Var Olmak, Nurettin Topçu)

Nurettin Topçu

Rahip Zamarillo bana: Nihil volitum quin praecognitum (Önceden tanınmayan asla sevilmez) diye öğretmişti, ama ben karşıt sonuca vardım: Nihil cognitum quin praevolitum (Önceden sevilmeyen asla tanınmaz). Tanıma, bağışlamaktır derler. Hayır, affetmek tanımaktır.” (Sis, Unamuno)

Affetmek ve söz verebilmek, yeni süreçler başlatma yeteneğimizin emniyet mekanizmaları gibidir.” (İnsanlık Durumu, Hannah Arendt)

İşledikleri günahlardan pişman olup da inlemeye, sızlamaya başlayınca, suçluların iniltisinden Arş titrer! Hem de annenin çocuğunun üstüne titremesi gibi titrer; onları ellerinden tutar, yukarılara doğru, göklere doğru çeker! Çeker de, onlara der ki: ‘Allah, sizi aldanmaktan korudu. İşte lütuf ve ihsan bahçeleri şurada, işte Gafur ve Rahim olan, bütün günahları örten Rabbinizin huzuru burada!’” (Mesnevi, Mevlana)

Vladimir Jankelevitch

Tanrım, onları bağışlama çünkü ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar.” (Forgiveness, Vladimir Jankelevitch)

Halil Cibran

Yalnızca zayıflar öç peşinde koşarlar. Ruhu güçlü olan bağışlayıcıdır ve bağışlamak, zarar görenin onurudur.” (İnsanoğlu İsa, Halil Cibran)

Jacques Derrida

Bağışlama ha! İyi de onlar bizden hiç af diledi mi ki? Bağışlamaya bir anlam ve varlık sebebi verecek tek şey, suçlunun ıstırabı ve terk edilmişliğidir.” (…) “Bağışlama, eğer böyle bir şey varsa, ancak bağışlanamaz olanı, telafi edilemez olanı bağışlamak zorundadır ve bağışlayabilir -ve dolayısıyla olanaklı olanı yapmak zorundadır ve yapabilir. Bağışlanabilir olanı, küçük günahları, mazur görülebilir olanı, her zaman bağışlanması mümkün olanı bağışlamak bağışlamak değildir.” (Bağışlamak, Jacques Derrida)

Ne çok suç işliyoruz. Ne kadar cürüm var ve bazen ne kadar da hoyrat olabiliyoruz. Bize yapılan kötülüklerin sesini ne kadar da çok tutuyoruz içimizde, kelepçelenmişiz gibi bir yaraya, yüreği salamıyoruz o korkunç karanlıktan, sanki yürekte bukağı.

Bütün kadim gelenekler bize affetmeyi salık veriyor oysa, diyorlar ki gel ey zarif, girme sen o büyük ve bitimsiz karanlığa, başkaldır başkaldır içinde iyiliğin o sönen ışığına.

Affedemeyenlerin öyküsünü dinliyorum yıllardır, içten eriten bir kezzap gibi insanı yiyip bitiren haksızlık ve zalimliklerin tutsağı olmuş insanlar.

Affedemediğin, öfkenin ve kininin tutsağı oluyorsun bir süre sonra, ilerleyemiyorsun hayatta, onun canını yakmanın düşünden öte seni hayata bağlayan bir şey kalmıyor. Birini affettiğimizi nasıl anlarız? Düşüncelerimizde değişiklik olduğunu fark ettiğimizde, karşımızdaki kişiye zarar gelmesi isteğimiz azaldığında ve o kişiyi anlamaya çalıştığımızda.

Elbette her cürüm affedilemez, çocuklukta uğranmış bir taciz, toplu kıyımlar, tecavüz ve işkence affedilmesi çok güç insanlık suçlarıdır.

Jankelevitch, “Affetme ölüm kamplarında can vermiştir!” derken bunu söylüyordu. “Bağışlama için olanaksız diye bir şey yoktur; fakat hâlâ, onsuz bağışlamanın anlamdan yoksun olacağı en önemli koşuldan söz etmedik. Bu temel koşul, failin üzüntüsü, gözüne uyku girmemesi ve terk edilmişliğidir. Bu koşulun sağlanması her ne kadar bağışlayana bağlı olmasa da, yine de söz konusu koşul olmaksızın tüm bağışlama sorunu basit bir soytarılığa dönüşür. Herkese bir görev üşer: suçluya korkunç bir vicdan azabı, kurbana da bağışlama.”

Adaletsizliğin bedelini tekrar tekrar kendimiz ödemek istemediğimiz” için affetmek, iyileşmenin bazen tek yolu olarak affetmek. Affetmeyi seçmekle kendimize merhamet etmiş oluruz.

“Kendimi incitmeyeceğim! Kurbanlık giysisinden soyunuyorum artık.” Öfke ve kin, ruhumun evinde oturmuyor. Gelecek geçmişin tasallutundan özgürleşiyor. Haksızlığa, zulme ve cürme gözlerimi yumuyor değilim, sadece geçmişin karanlık odasında oturup beklemeyeceğim, geleceği umut dolu bir biçimde yeniden tahayyül edeceğim.

Affetmekle yüzümüzü geleceğe döner, geçmişin zindanından kendimizi azat ederiz. Affetmek yanlışı geçmişe yerleştirir ve geleceği onun etkisinden kurtarır. Genişler gelecek. Affetmek unutmak değil, sadece mütecavize duyulan öfke ve hıncın içimizden geçip gitmesine izin vermektir. Gerçek bir affediş göklerden gelen bir bağıştır, ilahi alanın beşerî alana bir temasıdır, mucizevi ve ilham vericidir.

Unutamadığımızı affederek yeni bir biçimde hatırlarız, geçmişin zindanından geleceğin umuduna çıkarız. Affetmek, takatimiz yettiği hâlde misilleme yapmamaktır. Ama her şey affedilemez. Onarılamaz, telafi edilemez, anlaşılamaz kötülükler vardır.

Affetmek kitle kıyımlarında, çocukları yakan bombalarda, ölüm kamplarında can vermiştir. İnsanlığa karşı işlenen bir suçu affetmek, yine insanlığa karşı başka bir suç işlemektir. Affetmek kolay mı? Hayır çok zor. Affedilenin de affı hak etmesi, onu kazanması gerek.

Şartsız affediş Allah’a mahsus. Affa layık olabilmek için samimi bir özür ve tövbekârlık gerek.

Ciddi bir özür kurbanın insani haysiyetini ve ahlaki değerini yerine koyar. Yarın aynı durumda olduğunda, bu cürmü işlemeyecekse gerçek bir pişmanlık vardır. Bir özür, ne kadar samimi olsa da verilmiş hasarı geri döndüremez. Ama iyileşme tam da burada başlar.

Özür, kurbanın haklı olduğunu teslim etmekle, onu kötülüğe maruz kaldığı edilgen bir rolden çıkarıp bağışlayıp bağışlamamaya karar vereceği etkin bir role yükseltir. İncinmiş herkesin bağışlamasını dilemek, ahlaki tiranlık. Hangi şartlar altında birisi affetmeli? Pek çok insan, inciten kişinin pişmanlık göstermesi gerektiğini düşünüyor.

Söz ve eylemlerinden ötürü nedamet getirmeli, sebep oldukları hasarı görmeli ve etkilenenlerden af dilemeli. Af dişiyle tırnağıyla kazanılmalı; göz yaşıyla, vicdan azabıyla, nedametle hak edilmeli. Başkasında yarattığı hasar ve incinmeyi umursamayan birini nasıl affedebilirsiniz?

Ancak yaptığı işin acı verici ve hatalı olduğunu kabul eden ve onu geri çevirmeye çalışan kişiye cevap verebilir bir incinmiş: Affetmek bir ilişkidir. İnsan sadece kendine yapılmış bir kötülüğü affedebilir. Kimse adına bağışlayamayız, mağdur sadece kendisi affedebilir.

Bütün yanlışları affedilmez bulan bir kişi geçmişin hapishanesinde mahkûmdur, kinin sert sınırlarına hapsolmuştur ve büyüyemez. Öte yanda tek taraflı ve alışkanlık biçiminde affeden kişi de omurgasız bulunacaktır. Yahut mazoşist kişiler, bildiğiniz acı tiryakileri kendilerine yapılan haksızlıklara biteviye göz yumar. İnsanın verilen hasarı protesto etmesi, ahlaken ciddi olan bir meselenin yer çekimini hissetmesi beklenir.

Affetmek, bilerek geçmişi geri çevirmek, yapılmış olanı boşa düşünmek, hıncı ve kini gidermek istemektir. Geçmişin geri çevrilemeyeceğine dair metafizik olgu bizi bir dizi kısıtlı seçenekle baş başa bırakır evet; unutma, kaçınma, rasyonalizasyon veya pragmatik kabul gibi.

Affetmek bunların hiçbiri değil, yaşanmış olanın geri döndürülemezliğine farklı bir tepki hâlidir. Hiçbir acı yaşanmamış sayılamaz. Hayat geri sarılamaz ama affetmek bizi oraya hapsolmaktan alıkoyar. Affedicilik intikam gibi doğal bir duygu.

Affetmeyi öğrenmek kabullenişi gerektirir: Olan olmuştur. Geçmişi değiştiremeyiz ancak hikâyeyi kendimize anlatma biçimimizi değiştirebiliriz. Affetmek, içimizdeki öfke zehrini akıtmak demektir; duygu hapishanesinden kendimizi salıvermektir.

Bağışlayabilmek için merhamet de olmalı, mütecavizi anlama çabası da bu merhametin bir parçası. Eylemlerini kınamakla birlikte orada kusurlu bir insan olduğunu görebilmek. Onu bütün zavallılığı içinde idrak edebilmek.

Yine de adaletin yerine geçemez affetmek, ben affetsem bile adalet işlemeli ve mücrim cezasını çekmelidir. Hak yerini bulmalıdır. Bağışlamak kendimize ve bir başka insana bir bağışta bulunmaktır, kendime bir hayat bağışlarım, ona yeniden insanlığını.

Ona “Seni ve yaptıklarını ayırıyorum, sen yaptıklarından daha değerli olabilirsin, yaptıkların çok kötüydü ama sen bunlardan vicdan azabı duyabilirsin” demiş olurum.

Affetmek mücrim-mağdur ilişkisindeki güç dengesini değiştirerek güçsüz kurbanın lehine tahterevalliyi eğer. Güç dengesindeki bu değişim her iki tarafı da kendi hapishanesinden azat eder. Ama bağışlanmayı dileyen kişiye düşen ödevler vardır.

Bağışlanmayı dileyen, doğasındaki kötü unsurları kabullenebilmeli ama beri taraftan, içinde yaptığı kötülükten pişman olabilecek ve bunu telafi etmek isteyecek iyi bir öz de taşımalıdır. Verdiği hasarın sorumluluğunu kabullenmeyen kişinin, af dilemeye de hakkı yoktur. Kimileri diyor ki affedip unutacak mıyız?

Nasıl unuturuz bağrımızda durmaksızın kanayan ve kendini hatırlatan bir yarayı? Bize sürekli konuşan o incinişin sesini kısmak için unutacak mıyız yani? Hayır kardeşlerim. Unuttuğumuz şeyi affedemeyiz. Özellikle politik düzlemde olmuş olanın izini sürmeli, onu bellekte diri tutmalıyız.

Ancak hatırlamakla ıstırabın hatırasını canlı tutabiliriz, yoksa tarih muzafferlerin tarihini kutlamaya teşnedir. Bağışlamak ancak farklı bir biçimde hatırlayarak iyileştirir. Geçmişte olmuş olanı değiştiremeyiz ama geçmişin bizi nasıl etkilediğini değiştirebiliriz.

Geçmişi unutamayız ama onun bizi ele geçirme gücünü unutabiliriz. Ancak bir yasla “Birinin ne yaptığını, ötekinin nasıl ıstırap çektiğini, birinin ne kazandığını ve ötekinin faklı bir biçimde ne kaybettiğini hikâye edebiliriz.”

Ancak bu çok zor, yas sürecinden geçerek affetme ve iyileşme gerçekleşebilir. Yine de affetmenin bir zamanı vardır. İçimizde çökelmeden bir acı, zorlamayla affedemeyiz. Kalbin bu inkılaba hazır olması lazım.

Affetmek yeni bir geleceği mümkün kılar. Birini affettiğimizde geçmişin ne benim ne de onun üzerine son sözü söylemesine izin vermemiş oluruz. Suçlu insan cürmünden daha fazlası olabilir. “Hata ve günahlarından daha fazlası olabilirsin!” demektir affetmek.

Ötekine şunu fısıldar: “Sen eylemlerinden daha iyi olma potansiyeline sahipsin!” Affettiğimiz kişiyi eylemlerinden, kendimizi de geçmişimizden özgürleştiririz. Affetmekle geçmişe daha farklı bir gözle bakarız, geleceğe umut besleyen bir gözle.

Kötülük asla meşrulaştırılamaz ve kötücül eyleme kastedildiğinde bir şeyler onarılamaz bir biçimde zaten tuzla buz olmuştur. Ama tam da bu yüzden gereklidir bağışlamak. “Onarılmaz” olanı onarmak, ancak ondan daha radikal bir şekilde ona cevap vermekle mümkündür, bağışlamakla.